Home / News / YAZARLAR / Kenan Şahin / HİLAFETİN HAYATTAN KALDIRILMASI SÜRECİNDE MÜSLÜMANLAR’IN TAVRI
islam devleti default

HİLAFETİN HAYATTAN KALDIRILMASI SÜRECİNDE MÜSLÜMANLAR’IN TAVRI

HİLAFETİN HAYATTAN KALDIRILMASI SÜRECİNDE MÜSLÜMANLAR’IN TAVRI VE GÜNÜMÜZDE İSLAM DEVLETİNİ İKAME ETMEDE SURİYELİ MÜSLÜMANLARIN GAYRETLERİ Müslümanları akidelerinden vazgeçirmek için veya akidelerinden tavizler vermelerini sağlamak amacıyla üzerlerine birçok komplolar kurulmuş ve oyunlar tezgahlanmıştır. Bu uğurda dönemin süper güçleri olan ve İslam devletinden ve onun varlığından rahatsız olan tüm  güçler bir araya gelerek savaş yoluyla yapamadıkları yıkım ve tahribatı ümmete akidesinden olmayan fikir ve kavramları pazarlamak yoluyla ve aynı zamanda akidesinden olan hususları da çarpıtmak veya unutturmak suretiyle gerçekleştirmişlerdir.

İlk  iş olarak İslam’ı hayat sahasından kaldırma girişimi vuku buldu ve İslam’ın hayata ve topluma tatbik yolu olan hilafet kaldırıldı.Zira İslam kişinin kendisiyle, kişinin Rabbiyle ve toplumla olan alakalarını düzenleyen ilahi kurallar bütünlüğüdür. Ve İslam’ın bu yönlerinin toplumda hissedilmesinin ve belirgin hale gelmesinin şeri yolu da hilafettir. Ve Hilafetle bu tatbik işlemiş ve bu din korunup taşınmıştır.  işte bu dönemde hilafetin kaldırılması aşamasında  yaşananlara ve sömürgecilerin bu olay karşısındaki reaksiyonlarına  kısa bir göz atalım:

1 Kasım 1922’de saltanatın ilgası kararının alınmasından sonra bir süre daha iç ve dış politik nedenler sebebiyle Halifeliğin devamına müsaade edilmiştir.  Bu süreçte Türkiye’de seküler bağlamda yapılacak köklü değişimlere  “zemin teşkil etmesi için” Halk Fırkası 23 Ekim 1923’te kurulmuştur. “1923’ten 1945’e kadar Türkiye’de bütün reformlara ve siyasi hareketlere Halk Partisi öncülük etmiştir.”

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilân edildi ve Mustafa Kemal ilk Cumhurbaşkanı seçildi. Bu seçimle birlikte “Halifelik” işlevsiz bir hâle geldi. Böylelikle “Hilafetin kaldırılması noktasında ilk adım atılmış oldu. Sıra hilafetin ilgasıyla neticelenecek ikinci adımın atılmasına gelmişti. Fakat bu süreçte Meclis’te Halk Fırkası iktidarına karşı ciddi bir muhalefet hareketi vardı ve “bu muhalefetin dayandığı fikirler, geniş çapta Birinci Büyük Millet Meclisi’ndeki ikinci grupta hâkim olan fikirlere benzemekte, desteğini ise, bazı din adamlarının önderlik ettiği tabakalar içinde bulmakta idi. Saltanatın ilgası ile ortaya çıkan devlet başkanlığı sorunu, tahmin edilemeyecek bir şekilde gelişerek Mustafa Kemal’in liderliğini tehdit eder bir durum oluşturmuştu. Karahisar Mebusu Şükrü Hoca “Hilafet-i İslâmiye ve Büyük Millet Meclisi” başlıklı bir risale yayımlayarak, İslâmî esaslara göre devlet başkanlığının Halifeye ait olduğunu uzun uzadıya savunmuş ve bir hayli de etkili olmuştu. Hilâfet üzerindeki tartışmalar, Türkiye sınırlarının çok ötesinde bile yoğun bir ilgi uyandırdı. Özellikle de Hindli Müslümanların Hilâfete olan ilgisi tartışmayı daha da yoğunlaştırdı.

Geleneksel olarak Müslüman kamu vicdanında çok önemli bir yere sahip bulunan “Halifelik” müessesesi, saltanatın ilgasından sonra işlevsiz bir hale gelmişti. Buna karşın yine de “Hilafet”, Ankara hükümetince büyük bir sorun olarak görülüyor, dahası, bu “dini makamın” muhalefet merkezi olmasından endişe ediliyordu.

Diğer taraftan Mustafa Kemal, her ne kadar Halk Fırkası’nı kurarak Meclis’in denetimini ele geçirmek için büyük bir girişim başlatmış ve Meclis’in kontrolünü kısmî olarak ele geçirmişse de (4), Cumhuriyetin ilânı ve Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı seçilmesi, Halifeyi devlet başkanı durumuna getirmek amacını taşıyanlarda umut kırıklığına yol açmıştı. Özellikle de Refet Bey, Rauf Bey, Kazım Karabekir, Adnan Bey, Ali Fuat Paşa gibi Millî Mücadelede önemli görevler ifa etmiş kişilerden bazılarının Halk Fırkası içinde yer almalarına karşın yine de Hilafeti savunmaları, Halk Fırkası’nın bölünmesine yol açacak bir boyuta ulaşmıştı (5).

Bunlarla birlikte, Meclis tarafından Halife olarak seçilen Abdülmecid Efendi’nin varlığı ve hareket tarzı ve İslâm dünyasının ona gösterdiği ilgi ve teveccüh, “Ankara’nın “Hilafet Müessesini” büyük bir “engel olarak görmesine” sebep teşkil ediyordu.

Cumhuriyet hükümetinin Hilafet taraftarlarına karşı ilk önlemi, İstanbul’a bir İstiklâl Mahkemesi kurulu göndermek oldu. Bunu Mustafa Kemal  İnönü’ye gönderdiği şifreli bir mesaj izledi. Söz konusu mesajda Mustafa Kemal, İnönü’ye; “Halife ve bütün cihan bilmelidir ki, halife ve hilafet makamının gerçekte din ve siyaset bakımından hiçbir anlamı ve hikmeti yoktur” diyordu.

Ankara, “hilafet” konusundaki bu tavrını açıkça dillendiremiyor, hilafet yanlılarının tepkisinden endişe ediyor ve hilafetin kaldırılmasına yönelik bir “vesile” aranıyordu.

Bu noktada, TBMM’deki kimi üyelerin “Hilafet hükümettir” savı, “Hilafetin ilgasına yönelik atılmış bir adımdı. Bu adımı hilafetin ilgasına yönelik bir başka girişim takip etti. Abdülmecid Efendi’nin TBMM tarafından halife olarak seçilmesi, İslâm dünyasında büyük bir sevinç ve iştiyakla karşılanmış, pek çok “Müslüman topluluk” tarafından Halife Abdülmecid Efendi’ye çekilen telgraflarla “bağlılık” bildirilmişti. İşte “Halifeliğe karşı harekete geçmek için; Hindli Müslümanların liderlerinden Ağa Han ile Emir Ali’nin, halifeliğin muhafazasına dair Türk Hükümeti’ne yazdıkları bir mektubun, İstanbul’da rejim muhalifi bir gazetede yayınlanmasıyla, aranan vesile bulundu. Söz konusu mektup, “Hilafet makamının dış devletlerin Türkiye’nin içişlerine karışma vesilesi olacağı iddiasıyla”, Hilafetin ilgası için çabalar yoğunlaştı.

Bu çabalar çerçevesinde, 3 Mart 1340 (1924) günü aralarında Şeyh Efendilerin de yer aldığı elli üç mebustan oluşan bir grup, TBMM Başkanlığı’na “Hilafetin ilgasını” içeren bir önerge verdi. İşin ilginç tarafı ise, “bir din müessesesi” olarak görülen “Hilafetin” ilgasına yönelik önergenin gerekçesinde de dini dayanakların ileri sürülmüş olmasıydı.

Hilafetin ilgasını içeren takrir’in Meclis Bakanlığı’na verilmesinden sonra, Saltanatın kaldırılmasına benzer bir şekilde uzun müzakerelere gerek duyulmaksızın 631 Sayılı Kanun ile Halifeliğin kaldırılmasına ve Osmanlı Soyunun (kadınlar da dahil) Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çıkarılmasına karar verildi.

“Ertesi sabah şafakta, üzgün Abdülmecid bir arabaya konup Doğu Ekspresi (Orient Express)’ne bildirilmek üzere bir tren istasyonuna -gidişinin gösterilere sebep olabileceği gerekçesiyle Büyük Sirkeci Garı’na değil- şehir dışında küçük bir istasyon olan Çatalca istasyonuna götürüldü.

3 Mart 1924’de hilafetin kaldırılmasına karar verildiği gibi, dini tahsilin yapıldığı müesseseler olan medreseler de kapatıldı ve eğitimin lâikleşmesini sağlayan Tevhid-i Tedrisat kanunu kabul edildi. Yine bu bağlamda Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti lağvedilerek Diyanet İşleri Başkanlığı ihdas edildi ve Başbakanlığa bağlı bir müessese haline getirildi.

Hilafetin kaldırılmasına karşı ise, gerek Meclis içinde ve gerekse Meclis dışında muhalefet etkin bir biçimde kendini göstermiştir.

Hilafetin kaldırılması ve seküler dönüşümün gerçekleştirilmesine dair Meclis’te alınan diğer kararlarla birlikte Türkiye’nin lâikleşme serüveni hızlı bir sürece girdi. Nitekim, hukukun dünyevileştirilmesi noktai nazarında Mustafa Kemalin  yaptığı bir konuşma, hem dine bakışını hem de hukukun dünyevileşmesine dair önemli ipuçları veriyordu o şöyle diyordu:

“Üyesi olmakla kendimizi mutlu saydığımız İslâmlık, yüzyıllardan beri içinde bulunduğu siyasi durumdan kurtarılmak ve yüceltilmek zorundadır… Millet, her uygar devlette geçerli olan ve bizim memleketimizin ihtiyaçlarını karşılayacak hukuk esaslarının alınmasını arzu etmektedir… Hukukta hurafelere bağlı kalış milletin uyanmasını önleyen bir kabustur.”

Halifeliğin kaldırılmasının, yeni oluşan Türkiye’nin İslâm Dünyası ile ilişkilerinin kopmasına ve bu âlemin manevî ve siyasî anlamda başsız kalmasına yol açtığı şüphe götürmez bir hakikattir. Âdetâ, imâmesi koparak dağılan tespih tâneleri gibi, İslâm Âlemi’nin birlik, beraberlik ve dayanışmadan yoksun, yeni bir kopuş sürecine girmesine sebep olmuştur.İslam ümmeti bu  kopuşla birlikte savunmasız ve saldırıya açık bir konuma düşmüştür.           

Halifeliğin ilgâsı gerçekleşince, İngiltere’nin Musul’daki resmî görevlisi, bunu hayretle karşılayıp inanmakta güçlük çektiklerini rapor etmiştir. İngiliz görevli; Halifeliğin lağvedilmesiyle, Türklerin kendi bindikleri dalı kestiklerini ve bunun da İngiltere için inanılmayacak kadar mükemmel bir şey olduğunu yazmıştır

İngiliz Büyükelçisi Ronald Lindsay ise, 8 Şubat 1926 tarihli raporunda şunları kaydetmiştir:       

“Laik Türkiye’nin Müslümanları, artık İngiliz İmparatorluğu için bir tehlike olmaktan çıkmıştır. Laik Türkiye ile yakın ilişkiler İngiltere’ye yarayacaktır.”

Meşhur İngiliz Tarihçisi Arnold J.Toynbee’nin, gâyet yerinde olan şu değerlendirmesi  de bir hayli enteresandır:         

“Halifeliğin kaldırılmasıyla, Türkiye, İslâm Dünyası’nın merkezi olmaktan çıkmıştır. Türkiye, İslâm’ın mânevî önderliğini bırakıp, köşe başını dönüp dünyevî bir hükûmet kurup halifeyi sınır dışı edince, batılılaşmanın nimetlerine karşılık İslâm birliği ve İslâm’ın desteğinden vazgeçer olmuştur.   (…)Ne olursa olsun halifelik, İslâm toplumunun en birleştirici ve İslâm’ın geçmişi ile en güçlü bağı sayılmıştı. Bu kurumun kaldırılması belki de, yüzyıl önce Napolyon Savaşları sonunda Kutsal Roma İmparatorluğunun sona ermesiyle Batı Avru pa’da meydâna gelen şoka benzer bir etki yapacaktır.” 

Halifeliğin kaldırılmasına İslâm Âlemi’nin gösterdiği tepkiyi ise

Elizabeth Picard’ın i, şu tespiti yapmaktadır:     

“Hilafet kurumunu kaldıran karar, dîne tam bir hakâret olarak görüldü…”

İşte Müslümanlar bu ve benzeri burada saymakla bitiremeyeceğimiz çeşitli oyun ve hilelerle dinleriyle hayatlarını tanzim etme sorumluluklarını göz ardı etmek suretiyle bu vaka içine düşmüşlerdir. Böylesi  bir vaka içerisine düştükten sonra bu vakadan kurtulma ve kalkınma girişim ve çabaları da elbette ki meydana gelmiştir ilk dönemlerde sorunu tespit eden ve Hilafetin ikamesi yoluyla ümmeti toparlamak ve eski izzetli günlerine yükseltmek isteyen akımlar çeşitli karalama ve çarpıtmalarla İngiliz yanlısı olmak veya milliyetçilik yaftaları ile karalanmak suretiyle bastırılmış ve yeni oluşan devletin bekası sağlanmış ve yıllarca baskı ve zorbalıkla da bu oluşum ümmete çeşitli İslami kurum ve kişiler yoluyla kanıksatılmıştır. Bu aşamadan sonar ümmet içerisinde çeşitli kalkınma ve durumu değiştirme hareketleri cereyan etmiştir ancak uyanık hareket edilememesi neticesinde bunların konum ve yönü hep kontrollü olarak belirli, odaklarda toplanmak suretiyle ümmet her defasında başa döndürülmüştür. Bu kalkınma teşebbüslerinin başarısızlıklarının  ise etrafında toplandıklarını iddia ettikleri fikirlerde ve meydana getirdikleri kitlesel hareketin yönünde ortaya çıktığını görmekteyiz.

Bu kalkınma teşebbüslerinin hatalarını ana başlıklar halinde toplarsak

  1. Sınırlandırılmamış genel bir düşünceye dayanıyorlardı.
  2. Düşüncelerini uygulama metodundan yoksun idiler.
  3. Hareket sahih bir irade ve uyanıklığın yerleşmediği kişilere dayanıyordu. 
  4. Bu hareketlerin yükünü üzerine alan şahıslar arasında doğru bir bağ bulunmamaktaydı. 

Ana başlıklar hakinde sıraladığımız bu etkenler kalkınma hareketine girişen kitlelerin oluşumunda ve sahiplendiği fikirlerde ortaya çıkmamış olmasından dolayı ümmeti kalkındırma girişiminde bulunan bu kitleler başarısızlıkla karşılaşmak zorunda kalmışlardır.

Yukarıda sıraladığmız hata ve yanlışlar göz önüne alınarak , sınırlandırılmış fıkir ve sahih bir kitle  ile ümmet kalkınma yolunda ilerleyebilir. Bu islam nizamının özünde mevcut olan bir gerçektir. Zira islam insanı insan olması hasebiyle ele almış  ve onun fıtratına uygun olan aklını tatmin eden ve kalbine güven veren bir fikir koymak suretiyle insanları kalkınddırma yolunda götüreceğini idda etmiş, yalniz idda  etmekle kalmamış aynı zamanda tatbik edildiği zamanlardaki başarısıyla da bunu kanıtlamıştır. Burda bahis konusu olan kurtuş ise İslamın topyekün uygulanmasından geçmektedir. Onun uygulama ve tatbik mercisi ise hilafet olarak şekillenmiş ve  şeri naslar göstermiştir. Şüphesizki  Allah cc. İslamı bizlere hayatlarımıza tatbik etmemiz için indirdi onu tatbikle kurtulacağımızı ve tatbik etmememiz durumunda ise hüsrana uğrayacağımızı beyan etmiştir. Allah cc. şöyle buyuruyor: 

وَّةٍبِقُ  آتَيْنَاكُمْ مَا خُذُوا الطُّورَ  فَوْقَكُمُ وَرَفَعْنَا مِيثَاقَكُمْ أَخَذْنَا  وَإِذْ        

تَتَّقُونَ لَعَلَّكُمْ فِيهِ مَا وَاذْكُرُوا

Yine bir vakit sizden söz almıştık, Tur dağını üstünüze yüceltmiştik. Size verdiğimiz kitabı azimle alın, sakınanlardan olmak için de içindeki emirleri uygulayın demiştik (bakaara 63)

Gerçek manada ümmetin kurtuluşunu  gerçekleştirecek olan İslamdır. Ancak onunda ayeti kerimede Yüce allahın İsrail oğullarına da şart koştuğu hususta olduğu gibi kitabi alıp içindekileri uygulamaya bağlı olduğu anlaşılmaktadır. İşte o kitabın uygulama mercisi islam devleti ve onun başkanı olan   halifedir. zira  halife ümmetin kalkanı ve koruyucusudur. Bu hakikati Rasul (sav) bir hadisi şerifinde açık bir şekilde beyan etmiştir.  Müslim’in rivayet ettiği hadiste Rasul (sav):

Halife ancaak kalkandır onun ardında korunulur ve savaşılır”  diye buyurmaktadır.

Evet  bu gün ümmetin zayıf ve kötü durumda olmasının nedeni İslam’ın hayatımızda tatbik ediliyor olmamasındandır. Yani hayatımızı yönlendiren kontrol eden ve hayatımıza hükmeden nizamların İslam yerine beşer kaynaklı cahiliye diye tanımladığımız nizamlar olmasından kaynaklanmaktadır. Bu ise bir Müslüman için hüsran ve acının başlangıcıdır ve onun dünya kısmıdır ve bu duruma rıza gösterdiğimiz veya bu durumu kabullenip bu statükonun içine girdiğimiz takdirde bunun birde ahiret kısmı olduğunu hiç unutmamız gerekmektedir. Zira Allah (cc) bu hakikati bize  hac suresi 11. Ayeti kerimede beyan etmiştir.

  خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ

O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir

Müslüman bu bakış açısını hiç kaybetmemeli ve her zaman bütün hususları ahiret boyutlu düşünmelidir. Zira Müslüman için ebedi yurt ahiret yurdudur ve Müslüman esas hazırlığını ahiret yurdu için yapmalıdır. Zira Rasul sav. Bir hadisi şerifine bu hakikati şu şekilde beyan ediyor.

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’ım! Gerçek hayat sadece âhiret hayatıdır.”
(Kaynak: Buhârî, Rikak 33-110, Menâkıbu’l-ensâr 9, Meğâzî 29; Müslim, cihâd 126-129; Tirmizî, Menâkıb 55; İbn Mâce, Mesâcid 3).

İşte bu bakış açısıyla hayata bakarsak ancak o zaman hayattaki temel gayemizi kavramış oluruz ve o zaman ancak zalimin karşısında dimdik durabiliriz ve insanların bizi sindirmek için yaptıkları baskı ve zorbalıklara karşı koyma gücü bulabiliriz. Bu gün dünyanın dört biryanında Hilafeti ve bu yolla İslam’ı hayata tatbik etmek için çalışan Müslümanlar mevcut ve bu kardeşlerimiz o bölgelerdeki otoriteler tarafından hapsedilme, işkence, kaçırılma ve ölümlerle sonuçlanan müdahalelere maruz kalmaktalar. Sırf Alemlerin Rabbi olan Allh(cc)’nin  dini olan İslam’ı hayatlarına tatbik etmek istemelerinden dolayı bunlar başlarına gelmektedir.

Tıpkı bugün Suriye’de yaşayan ve zalim diktatör Esad, onun aveneleri, ve tüm sömürgecilere karşı dimdik duran Şam ehli gibi, zira bu gün Ortadoğu ayaklanmalarının şu anki ayağı olan Suriye de bu hakikati gayet net bir şekilde görmekteyiz. Bundan önce Tunus, Yemen, Libya ve Mısır halkı bu sahnede çeşitli şaşırtmacalarla ortaya koydukları kıyamlarını çaldırmışlar fakat Şam ehli “yaşamımızda ölümümüzde alemlerin rabbi içindir”  diyerek bu hakikat ve anlayışı ortaya koymuşlar ve hayatlarını Allah (cc)’nin nizamına göre düzenleme kararlılığını göstermişlerdir. Bundan sonraki süreç için ise kendilerinin İslam ve İslam’ın hakim olmasından başka hiçbir çözümü kabul etmeyeceklerini haykırmışlardır. Bu haykırış ise üzerlerine saçılan ölüme, maruz kaldıkları sıkıntı, açlık vb. bütün zorluklara rağmendir. Zira bugün görünen o ki iki yıla yakındır devam eden olaylarda sindiremedikleri halkı bu soğuk şartlarda açlık ve sefaletle kendi istedikleri çözüme razı etmeye çalışmaktadırlar. Çünkü bu güne kadar halkın devrimini çalmak adına uydurdukları koalisyonlar, geçiş konseyleri, arabulucuları vb. hileleri halk tarafından teveccüh görmemiş ve benimsenmemiştir. Bütün bunların aksine halklar ve kitleler hep bir ağızdan “Ya Allah melna gayrek Ya Allah”  nidalarıyla Allahtan başka kimseyi kabul etmemmişler ve devrimlerinin İslami olduğunu haykırmışlar ve İslam’ı tatbik yoluyla hayatlarında uygulamak istediklerini beyan etmişlerdir. İşte bu gün ise devrimle özdeşleşen  İslamiye diye anılan marşla da bunu her gün haykırmaktalar.

“İslâmidir, İslâmidir.. Devrimimiz İslâmidir…
Sana rağmen Obama.. Devrimimiz İslâmidir…
Bu manzarayı görecek olan Allahın ensarı neredesiniz?..
Devrimimiz İslâmidir… Biz Hilafeti getireceğiz..
Korkma ey Ümmetim, Vallahi korkma..
Allah, bu yolda biz Müslümanlarla bereber..
Devrimimiz İslâmidir… Devrimimiz İslâmidir… Sana rağmen Obama.. Devrimimiz İslâmidir…
Bizim devrimimizi çalmaya çalışma Ey Obama.
Bizim dinimizdir bizi bağlayan ve bizi birleştiren.. HİLAFET ümmetimizi korumak için geri gelecek. Ümmetin meseleleriyle en hassas biçimde ilgilenecek..İslâmidir, İslâmidir.. Devrimimiz İslâmidir…
Sana rağmen Obama.. Devrimimiz İslâmidir…

Bu gelinen süreç içerisinde ise Tunus ve Mısır halkı Şam ehline desteklerini ve bu hedeflerinden sapmamalarını “ Biz uğruna canlarımızı feda ettiğimiz şeyi henüz elde edemedik” ifadeleriyle bildirmişlerdir.  Şam ehlide bu hassasiyeti anladıklarını beyan etmişler ve bir çok gurupta ortaya konan hilafet misakını imzalamak suretiyle bu kararlılıklarını ortaya koymuşlardır. İşte bu İslam’ı anlayıp iki cihan saadetini arzu eden Müslüman’a yakışan erdemdir. Zira Müslüman bu hayatın sonunda bir hesap olduğunu ve her şeyi bilen Allh (cc). Ye hesap vereceği bilinci ile hareket eder kısa hesaplara yönelmez. Her geçen gün ümmetimizin başındaki acı katlanmakla birlikte yüreklerimiz her geçen gün daha fazla dağlanmaktadır. Ancak bugün itibarıyla Suriye’de yaşananlar bizlere yarına daha umutla bakmamızı sağlatmaktadır. Bu gün itibarı ile ümmet 88 yıldır hayatını gayri İslami olan  cahiliye sistemleriyle tanzim etmektedir. Bu süreç hiçbir Müslüman’ı mutlu etmediği gibi ümmetin tarihinin en acı ve en utanç verici dönemini yaşamasına da vesile olmuştur. İşte gelinen bu noktada yaşananlar ekseninde bakan aklı selim kişiler ümmet için Hilafetin önemini kavramış ve ancak Müslümanların kurtuluşu Hilafetin ikamesiyle olacağını haykırmıştır. Bu noktada Şam ehli de ayağa kalkmışken bu mutlu ve kutlu müjdeye nail olma gönüllülüğünü ortaya koyarak Her geçen günün İslam’ın doğan güneşi olacağına inancımızın artmasına umudumuzun çoğalmasına ve rabbimizin şu vaadiyle sevinmemize ve umut etmemize Vesile olmuştur:

Yüce Allah nur  suresinde bize bu müjdeyi şöyle vermektedir.

Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.(Nur 55)

Evet Allah cc. Bize bunu vaat etmektedir ve Allah’ın vadi haktır ve O vadinden asla caymaz biz bu düşünce ve bu hakikati idrakle yarına daha umutla bakıyoruz. Yüce Allah vadinin gerçekleşeceğini İslam’ın hakim olup cihana yayılacağını bize bir çok yerde bildirmiştir. Bu mutlak surete tezahür edecektir. Bunu yeri ve zamanı ise bize gayb olmakla birlikte bazı hadislerde Rasul(sav)  Bu umudumuzun kaynağının Şam beldesi olacağına ilişkin bazı işaretler vermiştir. Rasul (sav) ümmetin tekrar diriliş ve birliğini sağlayacak olan ve İslam’ı davet ve cihat yoluyla aleme bir risalet olarak taşıyacak olan Hilafet’in merkezinin Şam olacağını bizlere müjdelemiş ve şöyle buyurmuştur.

Dikkat edin! Müminlerin dârının merkezi Şam olacaktır [Ahmed tahric etti]

“İslam Dârı’nın merkezi Şam olacaktır.” [Taberâni-el-Kebîr’de tahric etti]

Diye buyurarak umudumuzun çoğalmasına bakışımızı bu noktaya çevrilmesine vesile olmuştur.

Evet sevgili kardeşlerim:

Bugün İslam ve İslam ümmeti hayatı kontrol ve düzenleme merkezine İslamdan başka hususları koymak ve Onun tatbik keyfiyeti olan Hilafetin kaldırılması yoluyla bu günkü acı, zulüm, aşağılanma, hakaret, açlık ve sefalete duçar olmuştur. Oysa Müslümanlar İslam’ı tatbik ettikleri dönemlerde Dinleriyle izzetli, şerefli ve güçlü idiler. Bu gün bizler bu ümmetin bir ferdi olarak akidemizin gereği olan nizam ve hükümlerin hayatımıza tatbikinden ve yardım dileyen kardeşlerimize yardım elini uzatmaktan  mesulüz. Bugün dünyanın dört bir yanında yaşayan Müslümanlar acı ve göz yaşına boğulmuş yardım feryatları ve çığlıkları semayı inletmektedir. Müslüman’ın olduğu her noktada acı ve göz yaşı bulunmaktadır. İşte yaşadığımız bu vakayı Müslümanların lehine  çevirmenin yardım çığlıklarına cevap vermenin yolu  yukarıda zikrettiğimiz hadisi şerifte Rasul sav)’in beyan ettiği gibi ümmeti koruyacak ve İslamı davet ve cihad yolu ile taşıyacak Halifenin ikamesinden geçmektedir.Bu acı ve elemlerden kurtulup İzzetli Şerefli ve bu dünya hayatının sıkıntılarından uzak bir konumda dünyalık  acı ve elemlerden uzak huzurlu bir hayat yaşamanın yolu tekrar İslam’ın hayatımıza hakim olması ve hayatımıza tatbik edilmesinden geçmektedir. Zira rasul (sav):   “ Halife ancak kalkandır onun ardında korunulur ve savaşılır” 

Diye buyurmuştur. İslam’ın  tatbik yolu ise Hilafetttir ve Allah(cc) ve Rasulu (sav) bununda olacağını bize müjdelemiştir. Nur suresi 55. Ayette Allah (cc). Bunu bize vaad etmiş ve yine onun Rasulu sav. Bir çok hadisi şeriflrinde bu hakikati bize müjdelemiştir. Bunlardan birinde Rasul sav. Şöyle buyuruyordu:

“Nübüvvet Allah’ın dilediğince aranızda kalacaktır. Allah onu kaldırmayı dilediği zaman kaldırır. Sonra nübüvvet yolu üzerinde bulunan hilâfet olur. Allah’ın bulunmasını dilediği kadar kalır. Sonra ısırıcı melikler dönemi gelir. Allah’ın bulunmasını dilediği kadar bulunur. Allah kaldırmayı dilediği zaman onu kaldırır. Sonra zorba iktidarlar gelir. Allah’ın dilediği kadar kalırlar. Allah dilediği zaman onu da kaldırır. Sonra nübüvvet yolu üzere hilâfet gelir. Sonra sustu.” (Ahmet b. Hanbel, Musned, c.4,s.273 ; Taberani)

İşte bugün bütün emek ve çabamızı bu hakiki kurtuluş için yani hem dünyada hem de ahirette korunmamızı sağlayan bu kurtuluş için harcayalım.

نَ الْعَامِلُو فَلْيَعْمَلِ هَٰذَا  لِمِثْلِ 

İşte çalışanlar böylesi bir kurtuluş için çalışsınlar   saffat 61 

 

                                                                                                       Kenan ŞAHİN

 

Ayrıca...

Başarmak kazanmak değildir

İnsanoğlunun varlığından beri hayatının her alanında hedeflediği temel esas hayatın her alanında başarılı olmaktır. Bunu …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir