Home / News / YAZARLAR / Necati Erdem / CUMHURİYET İLELEBET PAYİDAR KALMAYACAK …SONRA NÜBÜVVET METODU ÜZERE RAŞİDİ HİLAFET OLACAKTIR…

CUMHURİYET İLELEBET PAYİDAR KALMAYACAK …SONRA NÜBÜVVET METODU ÜZERE RAŞİDİ HİLAFET OLACAKTIR…

İslam risaletinin ilk geldiği günlerde Müslümanlar İslam’ı çok iyi anlayarak hayatlarında uygulamışlar, bütün problemlere İslam’ın kuralları çerçevesinde çözüm aramışlar ve İslam’ı bir bütün olarak gerek siyasi alanda olsun gerekse diğer alanlarda olsun algılamışlardır. İslam’ın öngördüğü yönetim şekli olan Hilafete ayrı bir titizlik göstermişlerdir. Onlardan sonra gelen Müslümanlar da aynı hassasiyeti sürdürmüşlerdir. Bu durum, Hilafetin yıkılmasına yönelik, dini hayattan dolayısıyla devlet işlerinden kati surette ayıran laiklik/demokrasi/Cumhuriyet hayata geçinceye kadar devam etti. Sonrasın da ise Müslümanlar çeşitli alanlarda büyük sarsıntı ve felaketler geçirdi. Hilafeti yıkmak, İslâm’ı hayattan, devletten ve toplumdan uzaklaştırmak için 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kurulmuştur.

Cumhuriyet; demokrasinin uygulama keyfiyetidir. Yani demokrasi sistem, Cumhuriyet ise onun uygulayıcısı rejimdir. Sistem olarak laiklik ve demokrasinin kabul gördüğü ülkelerde genel olarak Cumhuriyet rejim olarak kabul görür. Bu aynen İslâm’ın sistem, Hilafetin de rejim olması gibidir. Laiklik: Dini, devlet ve toplumdan ayırmaktır. Yani dinin devlet ve topluma karıştırılmamasıdır. Demokrasi ise: Her ne kadar uygulaması olmayan farazi bir söz de olsa, egemenliğin kayıtsız şartsız halka ait olduğu yönetim ilkesidir. Yani, karşısında boyun bükülen iradenin halkın iradesi olduğu ilkesidir. Başka bir ifade ile halktan başka ilah yoktur ilkesidir.

Görüldüğü gibi gerek laiklik gerek demokrasi gerekse de Cumhuriyet İslam akidesi ile yani Allah’tan başka ilahın olmadığı gerçeği ile çatışmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel ilkeleri, anayasasında değiştirilmenin teklif edilmesinin dahi yasaklandığı yani kutsallaştırıldığı; demokrasi ve Cumhuriyettir.

Demokrasi nizamının, İslâm Devleti’ne sirayet etmesi kafir batılıların uzun süren amansız gayret ve çalışmaları sonucu meyvelerini vermiştir. Ümmet içerisine akıtılan vatancılık ve milliyetçilik zehriyle Müslümanlar ümmet bilincini ve kardeşliği kaybederek düşman olmuşlardır. Batı kanunlarının Hilâfet Devleti’ndeki İslâmî mahkemelerde ve anayasa olarak uygulanmasını mümkün kılan şey, alimlerin bu batı kanunlarının İslâm’a muhalif olmadıklarına, İslâmiyet’in de demokrasi nizamına muhalif olmadığına ve demokrasinin İslâmî olduğuna dair verdikleri fetvadır. Bununla birlikte danışma, adalet, eşitlik ve hakimiyetin halka ait olması esaslarına dayanır şeklinde verilmiş fetvalar Müslümanların Demokrasiye olan bakış açılarını değiştirmelerinde büyük rol oynamıştır. M. Kemal, 1923’te Cumhuriyeti ilan edince Müslümanlar bunun manasını o dönemde anlayamadılar ve dolayısıyla ekseriyeti karşı çıkmadı. Hatta bazı basiretsiz Müslümanlar buna destek bile oldular. 3 Mart 1924’te M. Kemal Hilafeti ilga edince, bunu kanunlara; “Hilâfet, Cumhuriyet ve Hükümet, manada ve mefhumda mündemiçtir” yazdırmıştır. Yani hepsi aynı manayı taşımaktadır diyerek Cumhuriyeti Müslümanlara benimsetmeyi başardı. Oysa Hilâfet, Cumhuriyet ve hükümet, mana ve mefhumda taban tabana zıttır. Çünkü Hilâfet Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın indirdikleriyle hükmetmek ve cihad yoluyla bütün dünyaya İslâm’ı taşımak için kurulan ve dünyadaki bütün Müslümanların devleti olan bir müessesedir.

Cumhuriyet daha ilk dönemlerinde despot yüzünü Müslümanlara göstermişti. O dönemde Cumhuriyetin ilanına karşı gelenler veya itiraz eden Müslümanlar katledildi. Devlet Cumhuriyeti sağlamlaştırmak için 40.000 Müslüman’ı katlettiğini itiraf etmektedir. Ancak resmi olmayan rakamın 200.000-500.000 arasında olduğu çeşitli tarihçiler tarafından iddia edilmektedir. Bu küfür nizamı böylece Müslümanların cesetleri üzerine kurulmuş oldu. Halen de Müslümanların kanı akıtılarak, zindanlarda çürütülerek, işkence ve zulümlerle bu Cumhuriyet’in korunması sağlanmaktadır. Bunu yaparken bir yandan da geçmişte olduğu gibi saray alimlerini öne sürerek İslam’ı çarpıtmak suretiyle Müslümanların hakikati öğrenmeleri engellenmektedir.

*Diyanet işleri başkanlığı her yıl Cumhuriyet hakkında Cuma hutbeleri hazırlamaktadır. Geçmişte okutulan hutbelerde şu cümlelere yer verildi; “İslâm Dininde, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın kesin emir ve yasakları konusunda fikir yürütme veya tartışma söz konusu olamaz. Ancak dünya işlerinin düzene konması, vatan ve millet için yararlı olanların belirlenmesi maksadıyla istişarede bulunulması ve sonucunda da çoğunluk görüşünün esas alınması, İslam’a uygun bir davranıştır. Cumhuriyet idaresi de bunu yapmaktadır… Bize düşen görev, Cumhuriyet ruhunu gayesinden saptırmadan, devletimizi liyakatli ellerde yükseltmek, yüceltmek ve bu mukaddes emaneti bizden sonraki nesillere en iyi şekilde devretmek olmalıdır.”

*Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri, ilahiyatçı yazar ve birçok müftü ve din görevlilerinden oluşan “Cumhuriyetçi Atatürkçü İlahiyatçılar” oluşumunun, kamuoyuna sundukları ilk bildirgelerinde, “1923’te Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti yerine yeni bir devlet kurmaktan bahsedenleri, Atatürk’ün hatırasına yönelik ağır hakaretlerde bulunanları, Cumhuriyetin kazanımlarını yok etmeye çalışanları ve toplumumuzu yeniden saltanat ve Hilafet karanlığına sürüklemek isteyen şer fikirli kafaları şiddetle kınadığımızı ilan eder, kamuoyumuzun yüksek bilgisine saygıyla sunarız” denildi. (Cumhuriyet 13.08.2017)

Öyle anlaşılıyor ki Hilafetin yıkılması ve yerine laik Cumhuriyetin kurulması ümmet hareketiyle oluşmuş bir devrim değildir. O dönemden günümüze dek halen Cumhuriyetin Müslümanlar nezdinde benimsenmesi için her türlü hile ve zorbalığa başvurmaları bunun en büyük delilidir. Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması/laiklik Müslümanların genlerine akidelerine zıt ters bir düşünce olmasına rağmen Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana gelen tüm yöneticiler bir yandan din işleri ile devlet işlerinin ayrımını yaparken bir yandan da dini kullanmak mecburiyetinde kalmaktadırlar. Çünkü Müslümanları uyutmanın/kandırmanın en etkili yolu onların Müslüman olmaları hasebiyle dini rötuşlarla bu sistemi benimsetmektir. Yine aynı şekilde Cumhuriyetin kurulmasından günümüze dek devletçe popülerliği sağlanan vitrindeki din adına konuşan âlim ve yazarlar İslam ve Müslümanlara ihanet ederek dini tevil edip, İslam’dan gayri bir din anlayışını İslam dini diye Müslümanların zihinlerine zerk etmektedirler. Hakikati konuşan ve yazanlar ise idam edilmiş veya günümüzde de yaşandığı gibi işkence altında zindanlarda tutulmaktadırlar. Demokrasi havarisi kesilenler kendi kutsallarını çiğnemekte ve kendi kutsalları olan fikir özgürlüğüne dahi tahammül edememektedirler. Bu durum gösteriyor ki, Cumhuriyet rejimi bu ümmete benimsettirilememiş zoraki ayakta duran zayıf bir düşünce sistemidir.

Batılı kuvvet ve düşüncesine, dayanarak kurulan Cumhuriyet, yapısı itibariyle örümcek evine benzemektedir. Zira batılı güçleri kendilerine dost ve yardımcı edinerek bu cumhuriyet kurulduğu için tıpkı ayeti kerimede yüce Allah’ın bildirmiş olduğu gibi örümcek evine benzemektedir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Allah’tan başka veliler (dost-yardımcılar) edinenlerin durumu kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Hâlbuki evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi.” (Ankebut 41)

Ayeti kerimede de açıkça gösterildiği halde bunun ilelebet süreceğini ya da korunacağını düşünmek abesle iştigal etmek gibidir. Zira hilafetin temeli vahye, Cumhuriyetin ise temeli acze dayanmaktadır.

Cumhuriyetin idamesi için ilham kaynağı olan Anıtkabir’e yapılan tüm ziyaretler ve temenniler oradaki özel defterde kayıt altına alınmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır;

12 Eylül’den yaklaşık bir ay önce Anıtkabir’i ziyaret eden dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, “Müsterih ol demeye geldik. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ebediyete kadar var olacaktır. Türk milleti, huzura, refaha, medeni imkânların tümüne kavuşacaktır. Her türlü engeli aşacak güce ve azme sahibiz” notlarını düşmüş.

Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, Anıtkabir’e çıkarak Özel Deftere şu satırları yazdı: “Şûra üyeleriyle birlikte huzurundayız. Kurduğun Cumhuriyeti yüceltmek amacı ve gayretiyle, Türkiye’nin her zaman öncü bir devlet olduğunu söyleyerek saygılarımızı sunarız.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ise şunları yazdı: “Aziz Atatürk, bugün ağır bedeller ödeyerek sahip olduğumuz son devletimiz Cumhuriyetimizin 94. yıl dönümünü büyük bir heyecanla idrak ediyoruz. Bizlere emanetiniz olan bu Türkiye Cumhuriyeti, her satırı kahramanlıklarla her safhası fedakârlıklarla dolu çetin bir mücadelenin eseridir. İstiklal Harbi’mizi zaferle taçlandıran, Cumhuriyetimize hayat veren ruh hamdolsun tıpkı 94 yıl önce olduğu gibi bugün de dimdik ayaktadır. Tarihe 15 Temmuz Destanı olarak geçen şanlı direniş, bu ruh ve iradenin tüm ülke sathında tecessüm etmiş halidir. Cumhuriyetimizin 94. kuruluş yıl dönümünü kutlarken, başta zat-ı aliniz ve silah arkadaşlarınız olmak üzere, tüm gazilerimizin hatıralarını saygıyla yad ediyor, şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Cumhuriyet Bayramı’mız kutlu olsun.”

Müslümanlar laik Cumhuriyeti kurup, İslam’ı hayattan uzaklaştıran Batılı ve İngiliz ajanları olduğunu bilme basiretinden uzak kaldıklarından, dinlerini anlamamalarının ya da dinlerinden uzak kalmalarının acı meyvelerini halen tatmaktadırlar. Lozan gösterildiği gibi bir barış anlaşması değil, Avrupalıların ve özellikle alçak İngilizlerin yüksek menfaatleri uğruna, ümmetin ve İslâm’ın yıkımı, ümmetin tarihinin, dininin, dilinin, kimliğinin ve hatta kıyafetinin radikal ve kapsamlı bir şekilde değişimi anlaşmasıdır. Bakınız Lord Curzon, İngiliz parlamentosunda Türkiye’nin bağımsızlığını kabul ettikleri için yoğun eleştiriye uğradığında neler söylüyor: “Türkiye’nin işi bitmiştir. Bundan sonra belini asla doğrultamaz. Zira biz onun manevi kuvvetini mahvettik. Ki bu kuvvet İslâm ve Hilafettir.”

Ey Müslümanlar! Nereye bu gidiş? Ne zamana kadar küfre, zulme, karanlığa ve zillete boyun eğeceksiniz? Ne zaman Ömerler, Hamzalar, Mutasımlar, Fatihler, Selahaddinler ve Şeyh Şamiller gibi aslanlar olarak kükreyeceksiniz?

O Şeyh Şamil ki, şöyle demişti: “Kahrolsun sefil esaret, yaşasın şanlı ve güzel ölüm.” O Hamza ki şöyle demişti: “Ben gözümün gördüğü hiçbir şeyden korkmam, ancak gözümün görmediğinden (Allah’tan) korkarım.” O Selahaddin ki, şöyle demişti: “Kudüs işgal altında iken sevinmek ve gülmek bana haram olsun.” O Ömer ki, şöyle demişti: “Biz zelil olan bir halk idik, Allah bizi İslâm ile yüceltti. Her kim İslâm’dan yüz çevirirse Allah onu zelil kılar.” O Fatih ki, şöyle demişti Bizans kralına: “Bizlere laf etmeye devam edersen ülkeni atlarımın ahırı haline getiririm.” O Mutasım ki, Krala şöyle bir mektup yazmıştı: “Müminlerin emirinden Romanın köpeğine, Esir aldığınız Müslüman bacımızı serbest bırakmazsanız, sizlere öyle bir ordu gönderirim ki, bir ucu sizin yanınızda bir ucu ise bana dayanır.”

İşte İslâm ve Hilafet… Sizi şerefli, üstün, mutlu ve dünyanın efendileri haline getirmişti.

“Ben Müslümanlardanım deyip salih amel işleyerek Allah’a davet eden kimseden daha güzel sözlü olan kimdir:” (Fussilet: 33) “Artık Allah’ın indirdiği ile hükmet ve sana gelen hakkı bırakıp da onların arzularına uyma!” (Maide: 48)

Cumhuriyetin yıkılışı ve yerine Hilafetin kurulması bazıları için ütopya, bir rüya olarak görülebilir. Gerçekte ise; Hilafeti milyonlarca Müslüman’ın yegâne kurtuluş olarak gördüğü, çare, ekonomik, sosyal ve psikolojik krizlerle ve acılarla dolu yaşamdan kurtuluşun umudu olarak hasretle beklemektedirler. Dünyada huzur güven ve yok edilmiş ortalık kan gölüne çevrilmiştir. Batı içerisinde de çatlak ve çöküntü siyasi bir boşluğu oluşturmaktadır. Mevcut siyasi boşluğu ise ancak Hilafet dolduracaktır. Zira zafer çok yakındır.

Zulüm ve küfür ebedi olmayıp sadece geçici bulaşıcı hastalıklar gibidir. Ne kadar ıslah ederlerse etsinler ne kadar düzeltmelere giderlerse gitsinler Cumhuriyet de böyle bir bulaşıcı hastalık ve küfür sistemi olup yıkılmaya, yok olmaya mahkûmdur.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

“Öyle bir zaman gelecek ki o zamanda Allah’ın kitabı hayattan uzaklaştırılacak ve Benim Sünnetim öldürülecek! İşte o zamanda bir cemaat oluşacak ve onların bir tanesinin sevabı sizden 40 kişinin sevabına bedel ve bir şehidi sizden 40 şehide bedel!” Ya Rasulullah onlar kimdir? diye soran ashaba Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle cevap verir: “Onlar öyle insanlar ki Allah’ın kitabını tekrar hâkim kılmaya çalışacaklar ve Benim Sünnetimi tekrar diriltip onu yaşamaya, anlatmaya, yaşatmaya uğraşacaklar ve onların bu konuda Allah’tan başka hiçbir yardımcıları yoktur. Hâlbuki size en büyük yardımcı benim. Onlara ne dostları nede düşmanları Allah’ın dinini hâkim kılmaya engel olamayacaktır. Sizler benim ashabım onlar ise sevgililerimdir, yaşasın o Garipler!” (Kütübü Sitte’den hadis imamları sahihlemiştir.)

*ABD içinde benzeri görülmemiş bir kutuplaşma var. Batı toplumlarında hayat standardı gerileyen geniş kesimin tepkisi sonunda demokrasiyi tartışılır hale getirdi. Küreselleşmeyi tetikleyen ve geri kalmış ülkelerin yükselmesine yol açan Batı’nın şimdi kendi oyununu, kendi düzenini kurmakta zorlandığı görülüyor. Dünyadaki “çatlak” aslında Batı’nın eseri ve Batı bu çatlağı onarmak için bir arayış içinde. (www.dunya.com)

Kapitalist nizamı gerek borsa, şirketler, faiz, karşılıksız para gibi maddi yönden olsun gerekse ahlaki, insani, manevi her yönden iflas etmiştir. Artık güneş ümmetin üzerine doğmayı beklemektedir.

*Kısacası hükmeden yalnız ve yalnız tek başına Allah’tır. Zira ayette; “Hüküm yalnızca Allah’ındır.” denilmektedir. O’nun hükmünü murakebe ve muhasebe edecek yoktur. (İslam’a Davet /Ahmed El-Mahmud)

*Eğitimci yazar Ahmet Kalkan, “Hilâfeti, İslâm Devletini Savunmamak, Kur’an’ı Kabul Etmemektir” başlıklı makalesinde Hilafetle ilgili şunları yazdı: “Hilâfeti, yani Râşid halifelerin yolunu ve devletini savunmak; İslâm’ın siyasi yapısını, ümmeti, Allah’ın vaadini savunmaktır. Hilâfet bir hayal değil, Kur’ânî bir gerçekliktir. Kur’an bizim yeryüzünün halifesi olmak için yaratıldığımızı vurgular. (6/En’âm, 165). Allah’ın takdir ve dilemesi, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunup, onları önderler yapmak, vârisler kılmaktır (28/Kasas, 5). İman edip sâlih ameller işleyenleri, tüm yeryüzünde güç ve iktidar sahibi olarak etkin şekilde halife yapmak, Allah’ın vaadidir (24/Nûr, 55). Hilâfetin gerçekleşeceğine, Dünya İslâm Devletine inanmamak, belki de Allah’ın vaadine inanmamakla eş tutulabilir. Liyâkat kesb edenlere bir meyvedir hilâfet. Mekke’de çalışıp gayret eden ve şirkin her çeşidini terk edip sadece Allah’a kulluk edenlere Medine’de devlet kapısının kendiliğinden (Allah’ın lütfu ve meyvesi olarak) açılıverdiği gibi. Daha beş-on sene önce Yâsir’lere, Sümeyye’lere sorsanız hayal bile edilecek şey değildi bu.”

Evet Müslümanların yakın tarihte geçmişte olduğu gibi izzete çıkacağına dair inançları sonsuzdur. Bu düşünceyle Hizb-ut Tahrir’in ümmetin silkinip ayağa kalkmasındaki önderliği ve liderliği hem Müslümanlarca hem de Batılılarca yakinen takip edilip, hissedilmektedir.

*Amerikalı Tarihçi-Yazar Daniel Pipes “Cihatçılar Ne İstiyor? Hilafet” başlıklı makalesinde şunları yazdı: “Bazı liderler tarafından verilen beyanlar ve halk arasındaki genel kanı halifeliğin pek de uzakta olmadığını düşündürüyordu. Kopenhag’da gerçekleşen bir Hizb-ut Tahrir toplantısında, grubun imamı Muziz Abdullah ayakta duracak yerlerin bile tamamen dolu olduğu salonu inceledi ve; “On yıl önce başladığımda bir halifenin olacağını düşünmek tamamıyla gerçekçilikten uzaktı. Ama şimdi, insanlar bunun birkaç yıl içinde olabileceğine inanıyorlar.” Kopenhag’da imam olan Fatih Alev göre ise “şu anda halifelik tamamıyla alakasız bir durum. Yarın alakasız olmayabilir. Bunu dışlamayacağım.” Aynı görüş bir Hizb-ut Tahrir uzmanı olan Zeyno Baran tarafından da dile getiriliyor: “Birkaç yıl önce insanlar buna gülüyorlardı. Ama şimdi bin Ladin, Zerkavi ve [diğerleri] halifeliği yeniden yaratmak istediklerini belirtiyorlar ve insanlar onları ciddiye alıyorlar.” Lübnan’da Hizb-ut Tahrir üyeleri tarafından büyük parlak kırmızı harflerle İslam Hilafetinin kurulması için yaptığı çağrıların olduğu posterler şimdi Saida’nın etrafındaki pek çok caddede görülebilir. Posterler, “kötü niyetli ve sömürgeci Batı’daki düşmanların manevi gücümüzü hafife almasından sonra İslam Halifelik devletini yeniden canlandırma” çağrısında bulunuyorlar. “Sadece bir İslam Devleti ile güçlü hale geleceğiz.” (http://tr.danielpipes.org/17578/cihatcilar-ne-istiyor-Hilafet)

*Christian Science Monitor dergisinden James Brandon’a göre: “Hizb-ut Tahrir yeniden canlanan halifeliğin yolsuzluğu sona erdireceği ve refah sağlayacağını vaat ediyor. … Müslümanların Batı’ya meydan okumasına ve nihayetinde Batı’yı fethetmesini sağlayacak.” Brandon, grubun Ürdünlü üyesi Abdullah Shakr sözlerini şöyle aktarıyor: “Müslüman dünya petrol gibi kaynaklara sahip ama bizi İslam hukuku ile yönetecek ve tüm dünyanın bizden korkacağı bu cihadı gerçekleştirecek liderlikten yoksun.” Shakr, halifenin başarısının daha çok insanın İslam’a dönmesine neden olacağını ve tüm dünyayı Müslüman yapacağını belirtiyor. Ancak, Hizb-ut Tahrir tarafından yaydığı halifeliğe giden yol kademeli ve çoğunlukla barışçıl. El Kaide için ise şiddet yanlısı ve devrimci.

Bu Cumhuriyeti kafirlerin ve ajanlarının kurmuş olduğu bir gerçektir. Ama bir gerçek daha var ki, o da bu küfrü yıkacak olanın Müslümanlar olmasıdır. Bu gerçek bugün inkârda edilse, onların inkârları durumu ASLA değiştirmeyecektir. Zira Cumhuriyetin ilelebet korunacağını düşünüp HİLAFETİN hayal olduğunu düşünenler aldanmıştır.

Allah Subhânehu ve Teâlâ vadettiği yardımı mutlaka Müslümanlara gösterecektir. Rasulullah Efendimiz; “Allah’ın bulunmasını dilediği müddet, içinizde (Nübüvvet) Peygamberlik olacaktır. Onu kaldırmayı dilediğinde onu kaldırır. Sonra Nübüvvet üzerine Hilafet olacaktır. Allah (cc)nın dilediği kadar kalacak, dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı (zalim) yöneticiler olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalacak, kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra zorba yöneticiler olacaktır. Allah’ın bulunmasını dilediği kadar kalacak, kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzere HİLAFET olacaktır.” buyurmaktadır. (Ahmed b. Hanbel)

NECATİ ERDEM

Ayrıca...

asil-sosyal-mesafa

Asıl Sosyal Mesafe Kapitalizme Konmalı ki İnsanlara Zehri Bulaşmasın!!

Günümüzde insanoğlunun yaşadığı en büyük olumsuzluk çeşitli boyutlarda meydana gelen fitne-fesat, adaletsizlik, haklının haksız sayıldığı, …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir