BATI ÜLKELERİNE HİCRET ETMEK (GÖÇ)


İDEAL SİYASET

 

Bizim,  sunmak istediğimiz en ideal siyaset İslam’ın siyasetidir. İdealliği sadece bizim nazarımıza göre İslam’i olmasından kaynaklanmıyor. Bilakis, problemin üzerinde bulunduğu vakıaya mutabık olan, insan kıymetlerini gözeten, adaletin gereğini muhafaza eden tek ve zorlamayan bir yapıya sahip olmasındandır.

Batı ülkelerindeki Müslümanlar öncelikle entegrasyon politikasını kabul etme yerine bu doğru siyasete davet etmeye, Batı devletlerine baskı yapmaya ve onları bu doğru siyaseti üzerlerine tenfiz etmeye iknaya çalışmaları gerekir.  Bu siyaset,  genelde şu ana merkezlerde temsil edilir:

      

1. Tebâalık/Raiyyet Mefhumu:

Tebaalık; dinine, akidesine, cinsine, rengine, milliyetine ve azlığına bakılmaksızın Dar’ül İslam içerisinde oturan ve İslam’ın yönetimine boyun eğen insanlara denir.  Başka bir ifadeyle İslam’i tebâa;   Dar’ül İslam içerisinde ikame eden Müslümanlar ve İslam dini üzere olmayan diğer kimselerden -kendilerine ehli zimmet denilir- müteşekkildir.

 

Dar’ül İslam’da daimi ikame etme, İslam’ın yönetimine ve otoritesine boyun eğme ancak tebaalığa itibar etmedeki esastır.  Binaenaleyh, ihtiyaç ve buna herhangi bir zorlama olmaksızın, sadece İslam otoritesine boyun eğmeme nedeninden dolayı Dar’ül küfürde daimî ikame eden Müslüman, her ne kadar Müslüman ise de İslamî Devletin tebaasından değildir. Hâlbuki orada ikame eden tebâalarından bir kafirin,  küfrüne rağmen ‘Müslümanların lehine olan onun da lehine,  onların aleyhine olan onun da aleyhine’dir.

 

Bu,  Süleyman İbn-i Büreyde hadisinden alınmıştır. Öyle ki, onda şöyle varit olmuştur:

ادعهم إلى الإسلام.  فإن أجابوك فاقبل منهم وكف عنهم.  ثم ادعهم إلى التحول من دارهم إلى دار المهاجرين.  وأخبرهم أنهم، إن فعلوا ذلك، فلهم ما للمهاجرين وعليهم ما على المهاجرين.  فإن أبوا أن يتحولوا منها، فأخبرهم أنهم يكونون كأعراب المسلمين.  يجري عليهم حكم الله الذي يجري على المؤمنين.  ولا يكون لهم في الغنيمة والفيء شيء.  إلا أن يجاهدوا مع المسلمين.. “... Onları İslam’a davet et. Eğer bu davetini kabul ederlerse onların bu cevaplarını kabul et ve onların üzerinden elini kaldır. Sonra onlara bulundukları beldeyi Dar’ul Muhacirine dönüştürmelerini söyle.  Bunu yaptıklarında muhacirlerin lehine olan onlarında lehinedir. Muhacirlerin aleyhine olan onlarında aleyhinedir diye onlara haber ver. Şayet onlar bunu reddeder ve Dar’larını tercih ederlerse, o zaman onlara Müslüman bedeviler gibi olacaklarını, müminler üzerine uygulanan Allah’ın hükmünün onlar üzerine de uygulanacağını,  Müslümanlarla cihad etmeleri hariç kendilerinin ganimetten ve fey’den bir payları olmadığını onlara bildir...” (Müslim) 

 

Ve Medine vesikasından alınmıştır:

وأن يهود بني عوف أمة مع المؤمنين: لليهود دينهم وللمسلمين دينهم ومواليهم وأنفسهم إلا من ظلم وأثم.    وإن بينهم   النصر على من حارب أهل هذه الصحيفة  “Beni Avf Yahudileri Müslümanlarla bir ümmettirler. Yahudilerin dinleri kendilerine Müslümanların dinleri de kendilerine aittir.  Onlar köleleri ile baş başa bırakılırlar,  fakat onlardan zulmeden ve günah işleyen hariç...  Ve bu antlaşmayı yapan kişilere savaş açılırsa,  o zaman o kimseler birbirine yardım edeceklerdir...” (Sireti ibni Hişam)

 

2. Ahde Vefa Göstermek:

Zimmî kelimesi;   zimmetten alınmıştır ki o da ahidtir.  Lisan’ül Arab'ta şöyle geçmiştir: "Zimmet ve zimam ki, bu ikisi ahid,  emân,  garanti, hürmet ve hak anlamındadırlar.”  

Ehli zimmetin zimmet olarak isimlendirilmesi;  Müslümanların ahdine ve emanına girdiklerinden dolayıdır. Yani onlarla muamelemiz,  üzerinde antlaştıklarımıza göre olacağı ve onlara muamelede ve işlerini gütmede İslam’ın hükümlerine göre seyredeceğimize dair zimmetimizde ahitleri vardır.

 

Zimmilerin zimmiliğe ve muahedeye/antlaşmaya kabul edilmeleri,  onları Devletin tebaalarından tebaalar kılar ve devlete ve Müslümanlara ahitlerini korumayı vacip kılar. Bu bağlamda malları, kanları, namusları masum olur ve kerametleri/şerefleri korunur ve hakları garantilidir. Onlara yardım etmek vacip ve onlardan muhtaç olana infakta bulunmak lazımdır.  Zulme uğrama ve şikâyet hakları heder edilmez.  

 

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır:        

وأوفوا بالعهد إن العهد كان مسئولا   “Bir de verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözde sorumluluk vardır.” (İsra 34) 

 

Abdullah bin Amr Radiyallahu Anha’dan Nebi Sallallahu Aleyhi Vasellem'in şöyle dediği rivayet edildi:

من قتل معاهدا لم يرح رائحة الجنة، وإن ريحها ليوجد من مسيرة أربعين عاما   “Kim bir muahedesi olan kimseyi öldürürse Cennetin kokusunu koklamayacaktır. Halbuki onun kokusu kırk senelik bir mesafeden hissedilecektir.” (Buhari)   

 

Ebu Hureyre Radiyallahu Anha’dan Nebi Sallallahu Aleyhi Vasellem'in şöyle dediği nakledildi:

ألا من قتلَ نفساً معاهدةً لهُ ذمَّةُ اللّهِ وذمَّةُ رسولِ اللّهِ فقدْ اخفرَ بذمَّةِ اللّهِ فلا يرحْ رائحةَ الجنَّةِ وإنَّ رِيحها لتوجدُ من مسيرةِ سبعينَ خَريفا    “Dikkat! Kim Allah’ın ve Resul’ünün zimmeti olan bir antlaşmalıyı öldürürse, şüphesiz Allah’ın zimmetine ihanet etmiş olur. O Cennetin kokusunu koklamayacaktır. Halbuki onun kokusu yetmiş senelik mesafeden algılanır.” (Tirmizi) 

 

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vasellem'in ashabının çocuklarından birçoğu babalarından Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vasellem'in şöyle dediğini nakletmişlerdir:

ألا من ظلم معاهداً أو انتقصه أو كلفه فوق طاقته أو أخذ منه شيئاً بغير طيب نفسٍ فأنا حجيجه يوم القيامة    “Dikkat! Kim antlaşmalıya zulmeder veya hakkını vermezse yahut gücü üstünde bir şey ile yükümlü tutarsa veya rızası olmaksızın ondan bir şey alırsa,  şüphesiz ben kıyamet günü ona delili ile galip geleceğim.”(Ebu Davud)

       

3. Dinde Zorlama Yoktur:

Bunda asıl Allahu Te'ala'nın şu sözüdür:

 لا إكراه في الدين قد تبين الرشد من الغي    “Dinde zorlama yoktur.  Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır.” (Bakara 256)

 

İster zimmî olsun,  isterse müste'min/kendisine eman verilmiş olsun,  isterse de muahedeli/antlaşma yapılan kimselerden olsun, kafirlerden Dar’ül İslam içerisinde ikame eden kimseler dinlerinde fitneye düşürülmez ve ondan dönmeye zorlanmaz.  O  Allah Subhanehu ve Teala’nın ve Resulü Sallallahu Aleyhi Vasellem'in himayesindedir.

 

İşte, bu konudaki hikmet insan vakıasından,  akidelerin ve aklî kanaate dayalı olan ideolojilerin tabiatından kaynaklanır. Dolayısıyla İslam, her ne kadar bütün insanların kendisine iman etmesini/girmesini temenni edip bunun için çalışsa da,  o aklın baskıdan ve zorbalıktan uzak kalan serbestiyeti sevdiğinin idraki içerisindedir.  Bundan dolayıdır ki;  Müslümanlar arasında ikamet edip,  onların Dar'ında canına,  kanına ve dinine karşı emin olan kimse için tanıma ve müşahede etme fırsatı vardır. Böylece o, İslam’ın hükümlerindeki adilliğini, nizamından kaynaklanan huzurun topluma hakim olduğunu ve fikirlerindeki derinliği ve aydınlığı görür. Böylelikle de, İslam’a ve onun akidesine iman etmeye zorlanmaksızın kendi kanaatinden fışkıran atılganlığı kendiliğinden olmuş olur.  

 

İşte, İslam’ın kendi Dar'ı içerisinde oluşturduğu bu atmosfer eğer kafirin İslam’a olan kanaatini değiştiremiyorsa o zaman onun için saygınlık ve dostluk icat eder.  Onun içindir ki,  tarih bize Selahaddin- Eyyubi ile beraber savaşan Hıristiyanlar hakkında bahsetmekte ve onların İslam’ın yönetimi altında kalma rağbetlerine şahitlik etmektedir.

       

4. Ehli Zimmet Haklarından Bazıları:

 

İslam’ın hükümlerinin İslamî Devlet içerisinde tatbiki esnasında ehli zimmet hususiyetleri aşağıdaki şekilde gözetilir:

 

a- İtikat ve ibadetleri ile baş başa bırakılırlar.

b- Giyecek ve yiyecekler hususunda şer’i hükümlerin müsaade ettiği kadarıyla dinlerine göre muamele görürler.

c- Aralarındaki evlilik ve boşanma işleri dinlerine göre çözülür.