İKİNCİ DELİL: SÜNNET


Sünnetin Kısımları

Sünnet, senedi bakımından şu üç kısma ayrılır: Mütevatir, meşhur ve ahad haber.

Hadis; tabii tabiinden bir topluluğun, tabiinden bir topluluktan, tabiinden bir topluluğun sahabeden bir topluluktan, sahabeden bir topluluğun da Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den rivayet yoluyla gelmiş ise bu, mütevatir hadisdir.

Hadis; eğer tabii tabiinden bir topluluğun tabiinden bir topluluktan, tabiinin de sayıları tevatür derecesine ulaşmayan bir veya daha fazla sahabeden rivayet yoluyla gelmişse bu, meşhur hadistir. Çünkü o ümmet tarafından hoş bulunup meşhur olmuştur.

Hadisi sahabeden ve onlardan sonra gelen tabiinler ve tabii tabiinlerden rivayet edenlerin sayısı tevatür derecesine ulaşmamış ise o hadis ahad haberdir.

Sünnet bu üç kısmın dışına çıkmaz. Ancak Sünnet yakin/kesinlik ve zan ifade etmesi yönünden iki kısmın dışına çıkmaz. Çünkü meşhur Hadis ahad haberden sayılır. Zira Hadisi yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan tabii tabiinden bir sayının tabiinden, yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan tabiinden bir sayının da sözleri kesin hüccet olan sahabeden bir topluluktan rivayet etmiş ise mütevatir sayılır. Yani mütevatir her üç tabakadaki ravilerin her tabakada tevatür sayısına ulaşmasıdır. Eğer bu üç tabakadan birisinde tevatür sayısı sağlanamazsa ahad haber sayılır. Hadis ravilerinde tevatür sayısının sağlanamadığı tabakanın, sahabeden, tabiinden, tabii tabiinden ya da her üçünden olması fark etmeksizin ahad haber sayılır. Kesinlik ifade etmez, zan ifade eder. Ancak sahabede tevatür sayısını sağlayamayıp geri kalan iki tabakada tevatür sayısına ulaşıp ümmet arasında meşhur olduğundan ona “meşhur” ismi verilmiştir. Fakat kesin ifade etmediğinden ahad haber ile aynı hükme haizdir.

 

Mütevatir:
 

Tevatür”; lügatta, aralarındaki bir süre ile birisinin ardından birisi gelmek sureti ile eşyaların ardı arda birbirisini takip etmesine denir.

Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:  ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَى    “Sonra Rasullerimizi birbiri ardınca gönderdik.”[1]

Yani bir mühletle birinden sonra başka birisini gönderdik, demektir. “Mütevatir” ardı ardınalıktır.

Mütevatir haber” usulcülerin ıstılahında şöyledir: “Sözleri ilim oluşturacak birçokluğa ulaşmış bir topluluğun verdiği habere denir.” Haber verdikleri hususu zanneden değil de kesin bilen kimseler olmadıkça bu topluluğun sözleri ilim oluşturmaz ve mütevatir de olmaz. Onların ilmi ise bir delilden sonuç çıkarmaya, çıkarsamaya değil de işitme ve görmeye dayalı olmalıdır. Bu topluluk sahabe, tabiin ve tabii tabiin asrında da bu şartları bünyesinde taşımalı ve naklettikleri haber, başı sonu ve ortası itibarı ile aynı düzeyde olmalıdır.

Buna binaen mütevatir haber; yalan üzerinde birleşmeleri normalde imkânsız olan çok sayıdaki bir topluluğun üç dönemde rivayet ettiği haberdir. Üç dönemden kasıt; sahabe dönemi, tabiin dönemi ve tabii tabiin dönemidir. Zira Hadis rivayetinde bu üç dönemin dışında kalanlara kesinlikle itibar edilmez.

Mütevatir Hadis, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den alındığı kesin olan hadistir. Dolayısıyla kesin ilim ifade eder, her hususta onunla amel etmek vacib olur. İster kavli, ister fiili, ister takriri Sünnetten olsun fark etmez.

Mütevatir kavli hadislere örnek; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür: مَنْ كَذَبَ عَلَيَّ مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ “Kim bilerek bana yalan isnad ederse, cehennemde yerini hazırlasın.”[2]

Mütevatir fiili Sünnete örnek ise, beş vakit namazın rekâtlarının adetleridir. Namaz, oruç, haccın keyfiyeti hakkında gelenler de böyledir.

 

 Kendisi İle İlmin Hâsıl Olduğu Sayı:
 

Kendisi ile ilmin hâsıl olduğu en az sayı hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazıları bu sayı beştir derken bir diğerleri 12 olduğunu söylemişlerdir. En az sayının 20 olduğunu söyleyenler var olduğu gibi, 40, 70, 313 vb. diyenler de olmuştur. Bu sözlerin tamamının ne nakilden ne de akıldan bir senedi yoktur. Zira belirlenmiş bir sayıyı gösteren bir nâss gelmediği gibi aklın da belirlenmiş bir sayıyı tercihi söz konusu değildir.

Mütevatir haberde muayyen bir sayının rivayetine değil, kesin ilmin hâsıl olmasına itibar edilir. Sayı bulunmakla beraber haberin kuvvetliliğine veya zayıflılığına delâlet eden karineler bulunabilir. Zira bir haber muayyen bir sayı tarafından rivayet edilmesine rağmen o rivayetle kesin ilim hâsıl olmayabilir. Bazen de aynı sayıdaki başka bir topluluğun rivayet etmeleriyle bir haber, kesin ilim oluşturabilir. Çünkü sayının eşit olmasına rağmen karinelerin farklı olması ile habere itibar da farklı olur.

Buna binaen kendisi ile kesin ilim hâsıl olan mütevatir hadis için şu şartlar bulunmalıdır:

1- Belirli bir sayı değil, bir topluluk rivayet etmelidir.

2- Bu topluluğun sayısı, konumlarının ve mekânlarının uzaklığı yalanda birleşmelerine imkân vermeyecek şekilde olmalıdır. Sayıda dikkate alınan husus, yalan üzerinde birleşmelerini imkânsız kılmasıdır.

Böylece Hadis, bir topluluk tarafından rivayet edilmelidir ve onların sayısı yalan üzerinde birleşmelerini engelleyecek bir boyutta olmalıdır. Bu ise haber verenlerin, vakıanın ve karinelerin farklı olması ile farklı olur.

 

Meşhur:
 

Meşhur Hadis; tevatür derecesine ulaşmamış sayıda sahabelerin rivayet ettiği, daha sonra tabiin ve tabii tabiin zamanında ravilerin sayısının tevatüre ulaştığı hadistir. Meşhur Hadis, yakin ifade etmez. Ancak zan ifade eder, bu bakımdan ahad haberlerden herhangi birisi gibidir.

Bazıları; “Meşhur Hadis, yakine yakın zan ifade eder, çünkü ümmet onu tabiin zamanında hüsnü kabulle benimseyerek almış ve sahabeden sübutu da kesindir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in sahabesi hakkında tercih edilen ise onların yalandan uzak olmalarıdır” demişlerdir.

Bu söz, Meşhur Hadise herhangi bir ahad haberden daha fazlasını kazandırmaz. Çünkü “kesine yakın bir zan ifade eder” sözünün bir anlamı yoktur. Zira bir şey ya zan ya da kesin ifade eder, bir üçüncüsü söz konusu olamaz. Zan ile kesin arasında bir şey yoktur. Bir şeyi buna yaklaştırıp şundan uzaklaştıran da yoktur. Bu nedenle de bu söz anlamsızdır. Böylece meşhur, zan ifade eder. “Sahabeden sübutu katidir” sözünün de bir değeri yoktur. Çünkü matlup olan, sahabeden değil, Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den alınmasının sübutunun katî olmasıdır. Bahis konusu olan sahabenin sözleri değil, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in sözleridir. Bu nedenle bu sözün de herhangi bir değeri yoktur. Buna göre Meşhur Hadis, ahad haberden daha öteye gidemez.

Ancak Meşhur Hadis ile ahad haber arasındaki fark şudur: Ahad haber ancak rivayetinin doğruluğu araştırıldıktan sonra alınır. Çünkü onda sahabe dışında ahad konumunda raviler vardır. Meşhur Hadis ise, rivayetinin doğruluğu araştırılmaksızın alınır. Çünkü ondaki ahad konumundaki raviler sahabelerdir. Sahabeler ise uduldürler, haklarında ravilik soruşturulması yapılmaz.

Hadisteki meşhurluk, tabiin ve tabii tabiin dönemindeki şöhretinden kaynaklanmaktadır. Bu iki asırdan sonra meşhur olursa buna itibar edilmez. Bunun içindir ki bu iki asırdan sonra insanlar arasında şöhret bulmuş ahad haberler hakkında “Meşhur Hadistir” denilmez. Bilakis ona, ne kadar meşhur olursa olsun ahad haber denir.

Meşhur Hadislere bir örnek; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu hadisidir:  إِنَّمَا الأعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ     “Ameller niyetlere göredir.”[3]

 

Ahad Haber:
 

Üç asırda da ravilerin sayısı tevatür derecesine ulaşmayan hadistir. Üç asırdan sonrasına itibar edilmez. Ahad haber zan ifade eder, kesinlik ifade etmez. Hükümlerin istinbatında mütevatir hadise ve meşhur hadise istinat edildiği gibi ahad habere de hükümler istinat edilir/dayandırılır.

Ahad haber konusu, usulle ilgili meselelerin en önemlilerindendir. Çünkü mütevatir Sünnetin azlığından dolayı hükümlerin çoğu ahad habere dayanmaktadır.

Ahad haberin kabulü ile ilgili rivayet ve dirayet şartları tahakkuk ettiği zaman, ahad haber ile amel etmek vacibtir. Nitekim Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem sahabeleri bireyler halinde çeşitli ülkelere gönderiyor, onları İslâm’a davet ediyorlar, hükümleri öğretiyorlar ve hadisleri rivayet ediyorlardı. Tıpkı; Muaz RadıyAllah’u Anhu Yemen’e göndermesi gibi. Eğer bir kişinin haberi ile amel etmek Müslümanlara vacib olmasaydı, Rasulullah sahabeden bireyler göndermekle yetinmez, onları topluluk halinde gönderirdi.

Bir kişinin verdiği haberle amel edilmesinde sahabelerin icmâsı hâsıl olmuştur. Sahabe Rıdvanullahi Anh bu hususta sayılamayacak kadar çok çeşitli olay nakledilmiştir. Bir kişinin haberi ile amel edilmesinde ve amel etmenin vacib oluşunda ittifak vardır. Buna örnek;

-Ebu Bekir RadıyAllah’u Anh, Mugire ve Muhammed  b. Mesleme’nin, ninenin mirası hakkındaki meselede Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in, nineye altıda bir hisse verdiğine dair haberi ile amel etmiştir.

-Ömer İbn el-Hattab RadıyAllah’u Anh, mecusilerden cizye almak hususunda Abdurrahman b. Avf’ın şu haberi ile amel etmiştir.

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle buyurmaktadır: سنوا بهم سنة أهل الكتاب  “Onlara ehli kitapla ilgili hukuku uygulayınız.”[4]

-Osman ve Ali RadıyAllah’u Anhuma,  kocası ölen kadının iddetini kocasının evinde doldurması hususunda Fürey’a bint Malik’in şu haberi ile amel etmişlerdir: Dedi ki; Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e geldim ve iddeti geçireceğim yer konusunda ondan izin istedim.

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:   َ امْكُثِي فِي بَيْتِكِ حَتَّى يَبْلُغَ الْكِتَابُ أَجَلَهُ    “İddetin bitinceye kadar, evinde (kocanın evinde) kal.”[5]

-Ali RadıyAllah’u Anha’nın bir kişinin haberi ile amel ettiği meşhurdur. Şöyle demiştir: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den bir hadis duyduğumda Allah ondan dilediği ile beni faydalandırdı. Bir başkası bana hadis söylediğinde ise ona yemin ettiririm, yemin ettiğinde ise onu tasdik ederim.”[6]

-İbn Abbas RadıyAllah’u Anha, nesîe (veresiye alış-veriş) dışında faizle hüküm vermezken, Ebu Said el-Hudri’nin nakit (parasal) işlemlerde de faiz olduğuna dair haberi ile amel etmiştir.[7]

-Zeyd b. Sabit RadıyAllah’u Anh, ensardan hayızlı bir kadının veda etmeksizin hacdan ayrılmasına -yani veda tavafı yapmadan yurduna dönebileceğine- dair verdiği haberle amel etmiştir.

-Enes b. Malik’ten şu rivayet edilmiştir: “Ben, Ebu Talha, Ebu Ubeyde ve Ubeyd b. Ka’b’e ‘fâdih’ denilen içkiden dağıtıyordum. Bir anda bize birisi geldi ve dedi ki; ‘Şüphesiz ki içki haram kılındı.’ Bunun üzerine Ebu Talha şöyle dedi: ‘Ey Enes, kalk ve şu testileri kır.’ Kalkıp dibeği aldım ve onun altı ile testiler kırılıncaya kadar vurdum.”[8]

Kûba’ halkı, kıblenin değiştirilmesi hususunda bir kişinin “Kıble nesh olunmuştur, Kâbe’ye dönün” haberi ile Kâbe’ye yönelmişlerdir.[9]

 Bunlar ve benzerleri ahad haberle amel etmenin vacib olduğuna dair sahabenin icmâsı olduğuna delâlet etmektedirler.

 

Hadis Ravileri:
 

Hadis ravileri; sahabeler, tabiin ve tabii tabiinden meydana gelir. Bunların dışında kalanlar kesinlikle hadis ravilerinden sayılmaz.

Ahmed ve Tirmizi’nin, İbn Ömer’den rivayet ettikleri şu hadis buna işaret etmektedir: Dedi ki; Ömer, Cebiye’de bize hitap etti: Ey insanlar Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem benim bu şekilde size hitap ettiğim gibi bize hitap ederek şöyle dedi: أُوصِيكُمْ بِأَصْحَابِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ يَفْشُو الْكَذِبُ “Size ashabımı tavsiye ediyorum. Sonra onların ardından gelenleri, sonra da onların ardından gelenleri. Daha sonra yalan yaygınlaşacaktır.”[10]

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem yalanın yaygınlaşmasını, üçüncü neslin sona ermesinden sonraki sıraya koymuştur. Üçüncü guruptan sonra ve onlardan sonra kıyamete kadar gelecek olanların arasında yalanın yaygınlaşacağı bu nâss ile belirtilmektedir.

Buhari, Ubeyde’den, o da Abdullah’tan rivayet ediyor ki; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle buyurmuştur: خَيْرُ النَّاسِ قَرْنِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ يَجِيءُ أَقْوَامٌ تَسْبِقُ شَهَادَةُ أَحَدِهِمْ يَمِينَهُ وَيَمِينُهُ شَهَادَتَهُ      “İnsanların en hayırlısı, benim çağımda yaşayanlardır, sonra onların ardından gelenler, sonra onların ardından gelenlerdir. Sonra yemin etmeden önce şahitlikte bulunacak, şahitlikte bulunmadan önce yemin edecek bir topluluk gelecek.”[11]

İmran b. Hüseyn RadıyAllah’u Anh’dan Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle buyurduğu rivayet edildi: خَيْرُ أُمَّتِي قَرْنِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ قَالَ عِمْرَانُ فَلا أَدْرِي أَذَكَرَ بَعْدَ قَرْنِهِ قَرْنَيْنِ أَوْ ثَلاثًا ثُمَّ إِنَّ بَعْدَكُمْ قَوْمًا يَشْهَدُونَ وَلا يُسْتَشْهَدُونَ وَيَخُونُونَ وَلا يُؤْتَمَنُونَ وَيَنْذُرُونَ وَلا يَفُونَ وَيَظْهَرُ فِيهِمُ السِّمَنُ “Ümmetimin en hayırlısı, benim dönemimde yaşayanlardır, sonra onların ardından gelenler, sonra onların ardından gelenlerdir. -İmran dedi ki: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem kendi döneminden sonra iki mi yoksa üç dönem mi zikretti bilemiyorum.- Sonra sizin ardınızdan şahitlik etmesi istenmeden şahitlik yapan, kendisine güvenilmeyen, ihanet eden, adakta bulunup yerine getirmeyen ve aralarında şişmanlık yaygınlaşan bir toplum gelecektir.”[12]

Bu hadisler bu üç asırdan sonra gelenlerin sözlerinin töhmet konumunda olduğuna yani rivayetlerinin kabul edilmeyeceğine işaret etmektedir. Üç dönem; sahabe, tabiin ve tabii tabiin asrıdır. Bu hadisler, her ne kadar hadis rivayetlerinin bu üç asırla sınırlandırılacağına dair bir nâss değilseler de, ona işaret etmektedirler. Ancak bu üç asırdakilerin hadis ravileri olarak tayin edilmesi, hadislerin kitaplara geçmesinden sonra hadis rivayetlerinin sona ermiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Hadislerin kayda geçirilmesi asrı olan Buhari, Müslim ve Sünen sahiplerinin asrından sonra hadis rivayeti yoktur. Çünkü rivayet, nakli ifade eder, bu nakil de sona ermiştir. Bunun içindir ki hadis ravileri; sahabeler, tabiin ve tabii tabiinden meydana gelmektedir. Çünkü hadislerin tescilinden/kayda geçirilmesinden sonra rivayet onlarla birlikte son bulmuştur.

Hadis ravilerinin sahabe, tabiin ve onların dışındakiler olduğunu söyleyenler vardır. Bu söz doğrudur. Çünkü Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem hadisinin rivayetini engelleyen herhangi bir nâss geçmemiştir. Ancak vakıa şudur ki; Hadislerin tescilinden ve rivayetin sona ermesinden sonra rivayete ve ravilere yer kalmamıştır. Böylece rivayet ve raviler dönemi, tescil asrından sonra yani tabii tabiin asrında sonra pratik olarak sona ermiştir. Bundan dolayı hadis rivayeti vakıası bu üç asır olan sahabe, tabiin, tabii tabiin asrı ile sınırlı olmuştur.

Hadis ravilerinin tarihi yazılmış ve onlardan her biri tanıtılmıştır. Onlar hatadan masum değildirler. Ancak sahabenin rivayeti doğrudan kabul edilir.

Kitapta ve Sünnette haklarında yer alan övgüden dolayı ve Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünden dolayı ta’dile/adil olduklarının tespitine muhtaç değildirler:  أصحابي كالنجوم بأيهم اقتديتم اهتدينم    “Ashabım yıldızlar gibidir. Onlardan hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz.”[13]

Bu hadis, âlimlerin kabul edip fakihlerin genelinin delil olarak kullandıkları hasen bir hadistir. Hadis türlerinden olan hasen hadis, hadis ıstılahları âlimlerinin belirlediklerindendir. Bunun içindir ki ta’dile gerek kalmadan sahabenin rivayeti kabul edilir.

Sahabe dışındakilerin rivayetlerinin hüccet olabilmesi için, rivayet edenin rivayet ettiğini zabt etmesi ve adl sıfatına sahip olması şartı aranır.

 

Ahad Haberin Çeşitleri:
 

Hadis, hadisçilere göre; sahih, hasen ve zayıf olmak üzere üç kısma ayrılır.

Sahih Hadis: Adil ve zaptı tam ravilerin adil ve zaptı tam ravilerden, şâz ve muallel olmaksızın başından sonuna kadar muttasıl bir senetle rivayet ettikleri hadistir. Hadisçiler nezdinde ihtilaf edilmeden sıhhatine hükmedilen sahih hadis işte budur.

Bundan dolayı “munkatı” ve “mu’dal/belirsiz” gibi senedinde kopukluk olan hadis sahih hadis sayılmaz. Açık ve gizli hali meçhul olanın veya kendisi meçhul olan ya da zayıflığı ile bilinen bir kimsenin rivayet ettiği hadis sahih hadis sayılmaz. Naklettiklerinden gafil olan, zabt ehliyetine sahip olmayan ve uyanık olmayan gafleti nedeni ile çok hata yaptığından dolayı, böylesi kimsenin rivayet ettiği hadis de sahih sayılmaz. Sika/güvenilir insanların (ravilerin) rivayetlerine muhalif olarak rivayet edilen hadis de sahih sayılmaz. Çünkü bu durumda şâz sayılır. İçinde sıhhati zedeleyen gizli sebepler bulunan hadis –ki bu durumda muallel olur- de sahih sayılmaz.

Sahih Hadisi tanıma işi, imamların çıkardıkları hadisleri kendi içinde sınıflandırma ile son buldu. Burada imamlardan kast olunan meşhur hadis imamlarıdır.

Sahih; Sahiheyinde/iki Sahihten birisinde ya da meşhur güvenilir hadis imamlarının kitaplarının birisinde sahihliği belirlenmiş olarak bulunan hadistir.

Sahihin kısımları şunlardır:

1- Buhari ve Müslim’in birlikte çıkardıkları sahih,

2- Müslim’den ayrı olarak yalnızca Buhari’nin çıkardığı sahih,

3- Buhari’den ayrı olarak yalnızca Müslim’in çıkardığı sahih,

4- Buhari ve Müslim’in çıkartmayıp ikisinin ortak şartlarına uygun olan sahih,

5- Buhari’nin çıkartmadığı ancak Buhari’nin şartına uygun olan Hadis,

6- Müslim’in çıkartmadığı ancak Müslim’in şartına uygun sahih,

7- İkisinden birisinin şartlarına uygun olmayıp her ikisi dışında kalanların katındaki sahih.

Sahihin ana kısımları bunlardır. Bunların en üstünü birinci sıradaki sahihtir. Hadisçiler ona genellikle “muttefikun aleyh” derler.

Hasen Hadis ise; tahric edeni bilinen, ravileri meşhur olan ve minvalinde birçok hadis olan hadistir. Âlimlerin çoğunun kabul ettiği ve fakihlerin genelinin kullandığı hadistir. Rivayet edildiğine göre Ebu İsa et-Tirmizi Rahimehullah hasen hadis ile şunu kast etmektedir: “Senedinde yalanla itham edilen olmayan ve şâz olmayan hadistir.” Rivayetindeki hüsnü zandan dolayı “hasen” olarak isimlendirilmiştir. Hasen Hadis iki kısma ayrılmıştır:

1- Senedindeki ravilerin bazı bilinmeyen yönleri bulunup, ravisinin ehliyeti gerçekleşmemiş olan hadistir. Ancak bu ravi rivayet ettiği hususta fazla hata yapan gafil birisi değildir ve hadiste yalanla itham olunmamış birisidir.

2- Ravisi, doğruluk ve emanet bakımından meşhur olmakla birlikte, sahih hadis ravileri seviyesine ulaşmamış hadistir.

Hasen Hadis; sahih hadisin delil olarak alınması gibi fark etmeksizin delil olarak alınır. İmamların, öğrencilerinin ve onların dışındaki âlim ve fakihlerin kitaplarında hasen hadis olarak yer alan hadisler delil olarak alınır. Çünkü onlar onu bir hükme delil olarak getirmişler veya ondan bir hüküm istinbat etmişlerdir. İster usulü fıkıh kitaplarında yer alsın ister ise fıkıh kitaplarında yer alsın; el-Mebsut,     el-Ümm, el-Müdevvenet ül-Kübra, v.b. gibi muteber kitaplarda bulunması şartı ile o, hasen hadistir. El-Bacuri, el-Şensuri, v.b. kitaplarda yer alanlar hasen hadis olarak itibar edilmezler.

Tefsir kitaplarında geçen hadislere itibar edilmez. Velev ki müfessir, müçtehit bir imam olsa bile, o hadisler delil olarak alınmaz. Çünkü onlar bir hüküm istinbat etmek için değil bir ayetin tefsiri için oraya alınmıştır. İkisi arasında ise fark vardır. Çünkü müfessirler genellikle; delil olarak kullandıkları Hadislerin sıhhatine pek fazla önem vermezler. Bu nedenledir ki imamların ve âlimlerin fıkıh kitaplarında yer alan hadislerde olduğu gibi sadece tefsirde yer almasından dolayı bu hadislere itibar edilmez. Bilakis tefsirde yer alan hadis hakkında hadis ehline sorarak ya da muteber hadis kitaplarından birisine müracaat ederek taklit yoluyla da olsa araştırma yapmak mutlaka gereklidir.

Zayıf Hadise gelince; kendisinde yukarıda belirtilen sahih hadis şartlarını ve hasen hadis şartlarını bulundurmayan bir hadistir. Yani ravilerin tamamı veya bir kısmının, durumları hakkındaki bilgisizlikten veya doğrulukları hakkında zedeleyici bir durumun varlığından dolayı, adaletin ve güvenirliğinin nefyini gerekli kılan benzeri durumlardan dolayı güvenirliği sabit olmamış hadistir.

Zayıf Hadis ile delil getirilmez ve Şer’î hükümler hakkında zayıf hadis delil olarak alınmaz.

 

Ahad Haberin Kabul Şartları:
 

Ahad haber, rivayet ve dirayet açısından şartlarını tamamladığında kabul edilir.

Rivayet açısından hadisin kabulünün şartı şudur: Hadis ravisinin; Müslüman, baliğ, akıl sahibi, adl sahibi, sadık, işittiğini zabt eden, hadisi aldığı vakitten eda ettiği vakte kadar hatırlayabilir olmasıdır.

Usul âlimleri ve mustalahul hadis âlimleri, rivayet şartlarını tafsilatıyla açıklamışlardır. Hadis ricali ile ilgili tarih, kendilerinde bu sıfatların tahakkuk ettiği bir ravinin tarihi, detaylarıyla açıklanmıştır.

Dirayet açısından ahad haberi kabul şartları ise şudur: Bir ayet veya mütevatir bir hadis veya meşhur bir hadis gibi kendisinden daha kuvvetli bir delile ters düşmemelidir. Fatıma bint el-Kayıs’tan rivayet edilen şu hadis gibi: Dedi ki; Kocam beni üç talak ile boşadı. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem  Kocamın bana nafaka ve evde oturma izni vermesine hüküm vermedi.[14]         

Bu hadis, şu ayete muhaliftir: أَسْكِنُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ سَكَنتُمْ مِنْ وُجْدِكُمْ  “O kadınları gücünüz yettiğince kaldığınız yerin bir kısmında iskan ettirin/oturmalarına izin verin.”[15]

Bu nedenle bu tür hadis reddedilir, onunla amel etmek/delil getirmek caiz olmaz.

Ahad haber kıyasla çelişince, Hadis kıyasın önüne geçer. Hadis kabul edilir ve kıyas reddedilir. Ancak bu şu durumda geçerlidir: Kıyasın illeti, istinbat edilmiş ya da nâsstan delâlet yoluyla alınmışsa veya bir başka Şer’î illete kıyas edilmişse, bu tür hallerin tümünde hadis kıyasın önüne geçer.

Fakat kıyasın illeti, ayet veya mütevatir hadis gibi kesin bir nâssta açıkça belirlenmiş durumdaysa illetle amel etmek gerekir. Çünkü bu illeti gösteren nâss illetin hükmü hakkındaki nâss gibidir. Bu durumda ahad hadis kıyasla değil, kendisinden daha kuvvetli olan bir ayetle veya mütevatir bir hadis ile çelişmiş gibi olur.

Özetle; ahad haber, Kur'an’da bir ayetle veya mütevatir bir hadisle veya meşhur bir hadisle veya Kur'an’ın ya da mütevatirin ya da meşhurun açıkça belirlemiş olduğu bir illetle çelişirse, hadis dirayet açısından kabul edilmez. Eğer böyle bir çelişki yoksa kabul edilir. Hadis kıyasla çelişse bile hadis kabul edilir, kıyas reddedilir.


[1] Mü’minun: 44

[2] Buhari,   Müslim-K. Mukaddime, 4

[3] Buhari, Müslim

[4] Buhari

[5] Ebu Davud, Mâlik

[6] Ahmed b.Hanbel

[7] Buhari, Müslim

[8] Buhari, Müslim

[9] Buhari

[10] Tirmizi, K. Fitne, 2091

[11] Buhari, K. Şehâdât, 2458

[12] Buhari, K. Menâkıb, 3377

[13] Razîn tahriç  etmiştir.

[14] Müslim

[15] Talak: 6