Lügatte iki bakımdan “icmâ” ismi
kullanılır: Birincisi, “bir şeye azmedip onda karar kılmaktır”.
Buna örnek olarak bir kimse bir şeye azmettiğinde, “filanca
kimse falancaya icmâ etti” denilir. Buna Allah’u Teâla’nın şu
sözü işaret eder:
فَأَجْمِعُوا
أَمْرَكُمْ
“O halde işinizi kararlaştırın.”
Yani “azmedin” demektir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in şu sözü de buna işaret eder:
لا صِيَامَ لِمَنْ لَمْ يَجمع الصيام
مِنَ اللَّيْلِ “Geceden
oruca icmâ etmeyenin orucu yoktur.”
Yani “niyetlenmeyin” demektir.
İkincisi ise, “ittifak etmektir”. Buna örnek olarak, bir
topluluk bir hususta ittifak ettiklerinde “topluluk falanca
hususta icmâ etti” denilir. Buna binaen her topluluğun ne olursa
olsun bir husus üzerinde ittifak etmelerine “icmâ” denir.
Usulcülerin ıstılahında ise; icmâ, bir vakıaya ait hükmün
Şer’î hüküm olduğuna dair ittifaktır.
Fakat icmâları Şer’î delil olanların kimler olduğu hususunda
ihtilaf çıkmıştır.
Bir grup; “ümmetin icmâsı Şer’î delil” demiştir. Buna binaen
icmâsı şöyle tarif etmişlerdir: “Muhammed ümmetinin dini bir
meselede özel olarak ittifak etmesinden ibarettir.”
Bir başka grup da; “Hal ve akd ehlinin icmâsı, Şer’î delildir”
demiştir. Buna binaen şöyle demişlerdir: “İcmâ, Muhammed
ümmetinden hal ve akd ehlinin bir asırda bir vakıanın hükmü
üzerinde ittifak etmesinden ibarettir.”
Bir başka grup; “Müçtehitlerin icmâsı, Şer’î delildir.”
demiştir. Şöyle demişlerdir: “İcmâ; dinin içtihadî bir meselesi
üzerinde bir asırdaki müçtehitlerin ittifakından ibarettir.”
Bir başka grup; “Medine ehlinin icmâsı, Şer’î delildir.”
demiştir.
Bir başka grup; “Rasul’ün ailesinin/ehli beytinin icmâsı, Şer’î
delildir.” demiştir.
Bir başka grup; “Raşid halifelerin icmâsı, Şer’î delildir.”
demiştir.
Bir başka grup da; “Sahabelerin icmâsı, Şer’î delildir.”
demiştir. İşte hak olan budur. Zira Şer’î delil olarak itibar
edilen icmâ, ancak sahabelerin icmâsıdır, başkası değil.
Başkalarının icmâsı ise, Şer’î delil olmaz. Şer’î delil olarak
itibar edilen icmânın, sahabelerin icmâsı olduğuna dair delil
aşağıdaki hususlardır:
1-Sahabeler hakkında, Kur'an’da ve hadiste övgü
gelmiştir.
Kur'an’da Allah’u Teâla şöyle demiştir:
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ
وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ
بَيْنَهُمْ “Muhammed Allah’ın elçisidir.
Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi
aralarında merhametlidirler.”
وَالسَّابِقُونَ الآوَّلُونَ مِنْ
الْمُهَاجِرِينَ وَالآنصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ
بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَأَعَدَّ
لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الآنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا
أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “Öne geçen
ilk muhacirler ve ensar ile onlara ihsan ile tabi olanlar var
ya, işte Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı
olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zeminden
ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük
kurtuluştur.”
لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ
الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيارِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ
فَضْلاً مِنْ اللَّهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللَّهَ
وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ هُمْ الصَّادِقُونَ (8) وَالَّذِينَ
تَبَوَّءُوا الدَّارَ وَالآيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ
هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلاَ يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً
مِمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ
بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمْ
الْمُفْلِحُونَ “(Ganimet malları)
yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir
lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve Rasulü’ne yardım eden
fakir muhacirlerindir. İşte sadık olanlar bunlardır. Daha
önceden Medine’yi yurt edinmiş olan kimseler, kendilerine göç
edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde
bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde
bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin
cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
Hadislere gelince; Ebu said el-Hudri’den Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet
edildi: يَأْتِي عَلَى النَّاسِ
زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ فَيَقُولُونَ فِيكُمْ
مَنْ صَاحَبَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
فَيَقُولُونَ نَعَمْ فَيُفْتَحُ لَهُمْ ثُمَّ يَأْتِي عَلَى
النَّاسِ زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ فَيُقَالُ هَلْ
فِيكُمْ مَنْ صَاحَبَ أَصْحَابَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَقُولُونَ نَعَمْ فَيُفْتَحُ لَهُمْ ثُمَّ
يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ
فَيُقَالُ هَلْ فِيكُمْ مَنْ صَاحَبَ مَنْ صَاحَبَ أَصْحَابَ
رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَقُولُونَ
نَعَمْ فَيُفْتَحُ لَهُمْ “İnsanlar üzerine
bir zaman gelecek, insanlardan bir grup gazve yapacak. Onlara;
aranızda Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
’in sahabesinden olan var mı? denilecek. Onlar; evet,
dediklerinde onlara kapılar açılacak/fetih onların olacak. Daha
sonra insanlar üzerine bir zaman gelecek, insanlardan bir grup
gazve operasyonu yapacak. Aranızda Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ashabının ashabından
var mı? denilecek. Evet, dediklerinde fetih onlar için olacak.
Daha sonra insanlar üzerine bir zaman gelecek, insanlardan bir
grup gazve yapacak. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in ashabının ashabının ashabından var mı?
denilecek. Evet, dediklerinde fetih onların olacaktır.”
Bu hadiste Rasulullah’ın ashabına övgü gayet açık görülmektedir.
Zira fetih onlara, onların ashabına ve onların ashabının
ashabına ikram olarak verilmiştir.
Bir başka hadiste de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem şöyle diyor:
إن الله اختار أصحابي على العالمين سوى النبيين والمرسلين
“Allah,
ashabımı nebiler ve Rasuller
dışında alemlere tercih etti.”
Bir başka hadiste de şöyle dedi:
اهتديتم
أصحابي
كالنجوم بأيهم اقتديتم “Ashabım yıldızlar
gibidir, hangisine uyarsınız doğru yolu bulusunuz.”
Allah’u Teâla’nın ve Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in bu övgüsü, onların sözüne itibar edilmesine
delâlet eder ve onların doğruluklarının kesinleşmiş bir husus
olduğuna delâlet eder. Zira sadece övgü tek başına, onların
icmâlarının Şer’î delil olduğuna dair delil olmasa da onların
doğruluklarının kesinleşmiş bir husus olduğuna delildir. Böylece
onların sözlerine itibar etmek, kesinleşmiş bir husus olur.
Dolayısıyla onlar bir hususta icmâ ettiklerinde, icmâları
doğruluğu kesinleşmiş bir icmâ olur, onlardan sonrakilerin
icmâları öyle değildir.
Şöyle denilmez: “Allah tabiileri de övmüştür. Dolayısıyla
onların sözlerinin doğruluğu da kesinleşmiş olur.”
Böyle denilmez. Çünkü tabiiler hakkındaki övgü, sahabelerde
olduğu gibi değildir. Çünkü tabiiler hakkındaki övgü, hepsi için
mutlak bir övgü olarak geçmemiştir. O övgü ancak sahabelere
“ihsan ile” tabii olanlar hakkında geçmiştir. Dolayısıyla
tabiilerin “ihsan ile” sınırlandırılması, övgünün tabiiler için
mutlak olmadığını gösterir. Onun için tabiilerin tamamının
sözlerinin doğruluğu kesinleşmiş olmaz. Bunun için tabiiler bu
hususta icmâ ettiklerinde, icmâlarının doğruluğu kesinleşmiş
sayılmaz.
Denilebilir ki; “Allah’u Teâla sahabelerden belirli fertleri
övdü, Raşid halifeleri övdü, Ebu Bekir’i, Ömer’i, Ali’yi,
Aişe’yi, Fatıma’yı, Zübeyr’i, Saad b. Ebu Vakkas’ı övdü, Ensarı
övdü, İslâm ümmetini övdü. Dolayısıyla övgüyü sahabeye has
kılmadı. O halde neden sahabelerin icmâsının doğruluğu
kesinleşmiş oluyor da başkalarının ki kesinleşmiş olmuyor?”
Buna cevap şöyledir: Sahabelerden belirli şahıslara övgü,
katî delille değil zannî delil
ile geldi. Allah’ın kendisini övdüğü kimsenin sözünün doğruluğu
kesinleşmiş olması için, o övgünün katî delil ile gelmesi
zorunludur. İslâm ümmetine övgü, sahabelerden bir takım fertlere
övgü, ahad hadislerle geldi, mütevatir hadislerle gelmedi. Bu
övgüler Kur'an’da ve mütevatir hadiste geçmedi. Onun için ahad
haberlerde geçen bu övgü, övülen kimsenin sözünün doğruluğunu
kesinleştirmez. Sahabe vasfı ile sahabelerin durumu böyle
değildir. Onlara övgü, Kur'an ile gelmiştir. Kur'an ise katî
delildir. Onun için sahabenin icmâsının doğruluğu
kesinleşmiştir.
Denilebilir ki; “Ehl-i Beyt’e övgü katî delille gelmiştir. Zira
o, Kur'an ile gelmiştir. Allah’u Teâla şöyle demiştir:
إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ
عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
“Ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden ricsi/günahı gidermek ve
sizi tertemiz yapmak istiyor.”
Ehl-i Beyt hakkındaki övgü işte böyledir. Dolayısıyla onların
sözlerinin doğruluğu kesinleşmiştir. Böylelikle de icmâlarının
doğruluğu da kesinleşmiş olur”
Buna cevap ise şöyledir: Ayetin sübutu katîdir, fakat delâleti
katî değildir. Zira bir kısım insanlar Ehl-i Beyt’in; Ali,
Fatıma ve onların çocukları Rıdvanullahi Aleyhim
olduğunu, çünkü bu ayet indiğinde Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem onlara yönelerek,
هؤلاء أهل بيتي
اللهم
“Allah’ım
ِİşte onlar ehli
beytimdir.” dediğini söylüyorlar.
Bir kısım insanlar da Ehl-i Beyt’in Nebi SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in eşleriyle birlikte Ali, Fatıma ve
çocuklarıdır, diyorlar. Zira bu ayetin öncesinde ve sonrasındaki
ayetler buna delâlet etmektedir, diyorlar. Önceki ayet
şöyledir: يَانِسَاءَ
النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِنْ النِّسَاءِ إِنْ اتَّقَيْتُنَّ
فَلاَ تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ
مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفًا (32) وَقَرْنَ فِي
بُيُوتِكُنَّ وَلاَ تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الآولَى
وَأَقِمْنَ الصَّلاَةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ
وَرَسُولَهُ “Ey nebi
hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer
takva sahibi iseniz, çekici bir eda ile konuşmayın, sonra
kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Maruf söz
söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliyye âdetinde olduğu
gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah ve
Rasulü’ne itaat edin.”
sonraki ayet de şöyledir:
وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ
وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا
“Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmetini
hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her
şeyden haberi olandır.”
Buna binaen Ahzab suresi 33. ayetinin, delâleti katî değil,
delâleti zannî olmaktadır. Dolayısıyla her iki tefsire göre Ehl-i
Beyt olanların icmâsının doğruluğunun kesinleşmiş olduğuna dair
delil olmaz. Zira “Ehl-i Beyt” kelimesi, Şeriatın kendisi için
lügat manasından başka bir mana koymuş olduğuna dair Şer’î bir
delil gelmediğinden dolayı sadece lügat manası ile tefsir
edilseydi, o zaman delâleti katî olurdu. “Ehl-i Beyt”
kelimesinin dil bakımından kendilerine uygun düştüğü kimselerin
–ki onlar; Rasul’ün eşleri, evlatları ve onların evlatlarıdır-
icmâsı olurdu. Zira o zaman delâlet katî olurdu. Fakat madem ki
“Ehl-i Beyt” kelimesinin tefsirinde;
أهل “ehl” kelimesinin
Şer’î bir manası olduğuna dair Şer’î bir delil rivayet edilerek,
ihtilaf çıktı, o zaman ayetin, delâleti zannî olmaktadır,
delâleti katî olmamaktadır.
Bütün bunlardan açığa çıkıyor ki; haklarında övgünün katî
delille geldiği kimseler sadece sahabelerdir. Dolayısıyla sadece
onların icmâsının doğruluğu kesinleşmiş olmaktadır.
2-Sahabeler;
Kur'an’ı cem edenler, hıfz edenler, bize nakledenlerdir. Allah’u
Teâla şöyle diyor:
إِنَّا نَحْنُ
نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
“Zikri kesinlikle Biz
indirdik. Elbette onu yine Biz koruyacağız.”
Onların naklettiği bu Kur'an,
Allah’ın koruduğunun bizzat kendisidir. Dolayısıyla ayet,
Kur'an’ın nakli hususunda onların icmâlarının doğruluğuna
delâlet etmektedir. Çünkü Allah Kur'an’ın hıfzını vaadetti.
Kur'an’ı indirildiği gibi cem edenler, hıfz edenler ve
nakledenler de onlardır. Dolayısıyla bu, onların icmâlarının
doğruluğuna dair delil olmaktadır. Zira ayette geçen, “Kur'an’ın
hıfz edilmesi” tabiri, onu
yok olmaktan korumak demektir. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
vefatından sonra Kur'an’ı yok olmaktan koruyanlar sahabelerdir.
Zira onlar onu, hıfz ettiler, cem ettiler, katî yolla bize
naklettiler. Böylece onlar, Allah’ın Kur'an’ın hıfzı ile ilgili
vaadini yerine getirenler olmaktadırlar. Kur'an’ın hıfzı, cem
edilmesi ve nakli sadece onların icmâsı ile olmuştur.
Dolayısıyla ayet, onların icmâsının doğruluğuna dair delil
olmaktadır.
3-Sahabelerin,
bir hata üzerinde icmâ etmeleri, aklen imkânsızdır. Onlar masum
değillerdir. Dolayısıyla onların fertler ve gruplar halinde hata
yapmaları mümkündür. Fakat hata üzerinde icmâ etmeleri aklen
mümkün değildir, Şer’an da mümkün değildir.
Çünkü onların icmâlarında hata mümkün
olsaydı, dinde hata da mümkün olurdu. Zira bu dini; Muhammed
SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem
’in getirdiği din olduğuna dair
icmâları ile bize nakledenler onlardır. Böylece biz dinimizi
onlardan aldık.
Onların icmâsında hata mümkün olsaydı, Kur'an’da hata da mümkün
olurdu. Çünkü bu Kur'an’ı; Muhammed SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’e indirilenin Kur'an’ın bizzat kendisi olduğuna
dair icmâları ile bize nakledenler onlardır. Böylece biz
Kur'an’ı onlardan aldık.
O halde, dinde hata imkânsızdır. Zira onun sıhhati hakkında
katî delil getirilmiştir.
Kur'an’da hata imkânsızdır. Zira onun önünden ve arkasından ona,
batılın girmeyeceğine dair kesin delil getirilmiştir. Allah’u
Teâla şöyle demiştir: لاَ
يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلاَ مِنْ خَلْفِهِ
“Ona önünden de arkasından/sonrasından da batıl gelmez.”
Dolayısıyla sahabelerin hatada icmâ etmeleri Şer’an imkânsız
olmaktadır. İşte bu, onların icmâlarının Şer’î bir delil
olduğuna dair katî bir
delildir.
Ayrıca onların, bu dinin Muhammed SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem ’in getirdiği din olduğuna dair icmâları ve
Kur'an’ın Allah’ın katından vahiyle Muhammed’e indirilenin
bizzat kendisi olduğuna dair icmâları; bu dinin sıhhatine dair
katî delil getirilmesi ile ve Kur'an’a önünden de ardından da
batılın gelmediğine dair katî delil getirilmesi ile bu icmânın
sıhhatine dair katî delil getirilmiş olmaktadır. Dolayısıyla
sahabelerin icmâsının Şer’î hüccet olduğuna dair de kesin delil
getirilmiş olmaktadır.
Buna binaen, dinde hatanın olmasının imkânsız oluşundan dolayı
ve Kur'an’da hatanın olmasının imkânsız oluşundan dolayı
sahabelerin icmâlarında hatanın olmasının Şer’an imkânsız oluşu,
onların icmâlarının Şer’î delil olduğuna dair
katî delildir. Dinin naklinde ve Kur'an’ın naklinde
icmâlarının sıhhatine dair katî delilin getirilmiş olması,
onların icmâlarının sıhhatine dair ve o icmânın Şer’î hüccet
oluşuna dair katî delildir.
Bu ise, sahabelerden başkalarının icmâsında kesinlikle mevcut
değildir, ne zamanlarında ne de onlardan sonra mevcut
olmamıştır. Dolayısıyla sadece sahabelerin icmâsı Şer’î delil
olmaktadır.
4-Sahabelerin icmâsı, Şer’î nâssın kendisinden
kaynaklanmaktadır. Zira onlar, bir hüküm üzerinde, ancak
Rasul’ün –ona isnad etmiş oldukları- sözü, fiili ve takririnden
bir Şer’î delilleri olduğunda icmâ ediyorlardı. Dolayısıyla
onların icmâları, bir delili keşfeder/gösterir. Bu ise, sahabe
olmayanlar için söz konusu olmaz. Çünkü Rasul SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’e şahid olanlar sahabelerdir ve dinimizi
biz onlardan aldık. Dolayısıyla onların icmâları hüccet olandır.
Bu icmâdan başka icmâlar hüccet değildirler.
Zira sahabeler, bir şey üzerinde ancak onun hakkında yanlarında
rivayet etmedikleri bir Şer’î delil olunca icmâ ediyorlardı.
Böylece sahabelerin icmâsı, bir delili keşfediyor olması vasfı
ile Şer’î delil olmaktadır, sahabelere ait bir görüş olması
vasfı ile değil. Zira sahabelerin görüşlerinin bir hususta
ittifak etmesi Şer’î delil sayılmaz. Görüşlerinden bir görüş
üzerindeki icmâları Şer’î delil sayılmaz. Bilakis, filanca
hükmün Şer’î hüküm olduğuna ya da filanca vakıa hakkında Şer’î
hüküm falan olduğuna ya da falan vakıanın hükmünün
Şeriata göre filan olduğuna
icmâları Şer’î delildir. Böylece sahabelerin muteber icmâsı,
hükümlerden bir hükmün Şer’î hüküm olduğuna dair icmâsıdır. Zira
o icmâ, o hüküm için Şer’î bir delilin olduğunu delil rivayet
edilmeden hükmün rivayet edildiğini gösterir.
Denilebilir ki; “Cumhura (âlimlerin çoğuna) göre, ümmetin icmâsı
da mutlaka nâsstan veya kıyastan bir şeye dayanır. Yani Şer’î
bir delile dayanır. Dolayısıyla onun da bir delili
keşfettiği/gösterdiği söylenebilir.”
Buna cevap şöyledir: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’i görmeyenlerin sözlerinin bir delili keşfediyor
olması söz konusu değildir. Çünkü bir delili keşfetmek;
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in sözü,
fiili ve sükûtu Şer’î delil olup, onun dışındakilerin delil
olmamasından dolayı ancak, Rasul’ü işiten veya gören kimse ile
söz konusu olabilir. Zira delili keşfetmek, onu nakleden kimse
ile olabilir, onu rivayet eden kimse ile değil. Nakletmek, nâssı
sahibinden almaktır. Rivayet etmek ise, nâssı rivayet edenden
almaktır. Dolayısıyla bir delili keşfetmek, ancak nakleden
tarafından olabilir, rivayet eden tarafından olamaz. Bu ise,
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e şahid
olanlar onlar olduğu için ancak sahabelerde mevcuttur. Onun için
ümmetin icmâsı bir delile dayanır denilir. O zaman da onların
dayandığı delil hüccet olur, onların icmâsı değil.
Denilebilir ki; “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
ailesinin icmâsı bir delili keşfeder. Onlar Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e şahid olmuşlardır.
Dolayısıyla icmâları hüccet olur.”
Buna cevap şöyledir: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem ailesinden kastedilen eğer Ali, Fatıma ve
onların çocukları ise, onların Rasulullah’a şahid oldukları ve
sahabe oldukları doğrudur. Onların sahabeden olduklarına dair
söz doğrudur ve uygun düşmektedir. Fakat onlar sahabelerin
tamamı değillerdir. Böylece sahabelere uygun düşen onlara da
uygun düşer. Dolayısıyla delili rivayet etmeden hükmü rivayet
etmeleri caizdir. Fakat o Şer’î hüccet olmaz. Çünkü icmâlarında
hatanın imkânsız olduğuna dair katî delil, sahabelerin icmâsı
hakkında getirilmiştir. Rasulullah’ın ailesinin icmâsı hakkında
getirilmemiştir. Onu için
“delili keşfeder” sözünde muteber olan ancak sahabenin icmâsıdır,
sahabelerin bireyleri değil. Dolayısıyla Rasul’ün ailesi,
Rasul’e şahid ve sahabe olsalar da, onların icmâsı Şer’î delil
olmaz.
Eğer, Rasul’ün ailesinden kast edilen, onlardan sonra Hasan ve
Hüseyin’in zürriyetlerinde gelenler ise, onların sözleri
hakkında “bir delili keşfeder” denilmesi doğru olmaz. Çünkü
onlar, Rasul’e şahit olmadılar ve onlardan nakil de
bulunmadılar. Onlar bir delili varsa, onlar onu, Rasul’den
başkasından alıp rivayet olarak rivayet etmiş olurlar.
Dolayısıyla onların sözleri bir delili keşfetmez.
İşte bu hususlar, sahabelerin icmâsının Şer’î bir delil olduğuna
dair katî delildir. Sahabelerin icmâlarında hataya düşmelerinin
Şeriata göre imkânsız oluşundan
dolayı onların icmâlarının Şer’î hüccet olduğuna dair delil
olarak yeterlidir. Ve bu, onların icmâlarının Şer’î delil
olduğuna katî delildir. Başkalarının icmâsı hakkında böyle katî
delil yoktur. Böylelikle sahabelerin icmâsının Şer’î delil
olduğuna dair katî delil getirilmiş olmaktadır.