ÜÇÜNCÜ DELİL: İCMÂ


Lügatte iki bakımdan “icmâ” ismi kullanılır: Birincisi, “bir şeye azmedip onda karar kılmaktır”. Buna örnek olarak bir kimse bir şeye azmettiğinde, “filanca kimse falancaya icmâ etti” denilir. Buna Allah’u Teâla’nın şu sözü işaret eder:  فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ  “O halde işinizi kararlaştırın.”[1] Yani “azmedin” demektir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözü de buna işaret eder:    لا صِيَامَ لِمَنْ لَمْ يَجمع الصيام مِنَ اللَّيْلِ “Geceden oruca icmâ etmeyenin orucu yoktur.”[2] Yani “niyetlenmeyin” demektir.

İkincisi ise, “ittifak etmektir”. Buna örnek olarak, bir topluluk bir hususta ittifak ettiklerinde “topluluk falanca hususta icmâ etti” denilir. Buna binaen her topluluğun ne olursa olsun bir husus üzerinde ittifak etmelerine “icmâ” denir.

Usulcülerin ıstılahında ise; icmâ, bir vakıaya ait hükmün Şer’î hüküm olduğuna dair ittifaktır.

Fakat icmâları Şer’î delil olanların kimler olduğu hususunda ihtilaf çıkmıştır.

Bir grup; “ümmetin icmâsı Şer’î delil” demiştir. Buna binaen icmâsı şöyle tarif etmişlerdir: “Muhammed ümmetinin dini bir meselede özel olarak ittifak etmesinden ibarettir.”

Bir başka grup da; “Hal ve akd ehlinin icmâsı, Şer’î delildir” demiştir. Buna binaen şöyle demişlerdir: “İcmâ, Muhammed ümmetinden hal ve akd ehlinin bir asırda bir vakıanın hükmü üzerinde ittifak etmesinden ibarettir.”

Bir başka grup; “Müçtehitlerin icmâsı, Şer’î delildir.” demiştir. Şöyle demişlerdir: “İcmâ; dinin içtihadî bir meselesi üzerinde bir asırdaki müçtehitlerin ittifakından ibarettir.”

Bir başka grup; “Medine ehlinin icmâsı, Şer’î delildir.” demiştir.

Bir başka grup; “Rasul’ün ailesinin/ehli beytinin icmâsı, Şer’î delildir.” demiştir.

Bir başka grup; “Raşid halifelerin icmâsı, Şer’î delildir.” demiştir.

Bir başka grup da; “Sahabelerin icmâsı, Şer’î delildir.” demiştir. İşte hak olan budur. Zira Şer’î delil olarak itibar edilen icmâ, ancak sahabelerin icmâsıdır, başkası değil. Başkalarının icmâsı ise, Şer’î delil olmaz. Şer’î delil olarak itibar edilen icmânın, sahabelerin icmâsı olduğuna dair delil aşağıdaki hususlardır:

1-Sahabeler hakkında, Kur'an’da ve hadiste övgü gelmiştir.

Kur'an’da Allah’u Teâla şöyle demiştir: مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ   “Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.”[3] وَالسَّابِقُونَ الآوَّلُونَ مِنْ الْمُهَاجِرِينَ وَالآنصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الآنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ   “Öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara ihsan ile tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zeminden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”[4] لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيارِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنْ اللَّهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ هُمْ الصَّادِقُونَ (8) وَالَّذِينَ تَبَوَّءُوا الدَّارَ وَالآيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلاَ يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْمُفْلِحُونَ   (Ganimet malları) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve Rasulü’ne yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte sadık olanlar bunlardır. Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[5]

Hadislere gelince; Ebu said el-Hudri’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edildi: يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ فَيَقُولُونَ فِيكُمْ مَنْ صَاحَبَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَقُولُونَ نَعَمْ فَيُفْتَحُ لَهُمْ ثُمَّ يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ فَيُقَالُ هَلْ فِيكُمْ مَنْ صَاحَبَ أَصْحَابَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَقُولُونَ نَعَمْ فَيُفْتَحُ لَهُمْ ثُمَّ يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ فَيَغْزُو فِئَامٌ مِنَ النَّاسِ فَيُقَالُ هَلْ فِيكُمْ مَنْ صَاحَبَ مَنْ صَاحَبَ أَصْحَابَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَقُولُونَ نَعَمْ فَيُفْتَحُ لَهُمْ        “İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, insanlardan bir grup gazve yapacak. Onlara; aranızda Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ’in sahabesinden olan var mı? denilecek. Onlar; evet, dediklerinde onlara kapılar açılacak/fetih onların olacak. Daha sonra insanlar üzerine bir zaman gelecek, insanlardan bir grup gazve operasyonu yapacak. Aranızda Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ashabının ashabından var mı? denilecek. Evet, dediklerinde fetih onlar için olacak. Daha sonra insanlar üzerine bir zaman gelecek, insanlardan bir grup gazve yapacak. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ashabının ashabının ashabından var mı? denilecek. Evet, dediklerinde fetih onların olacaktır.”[6]

Bu hadiste Rasulullah’ın ashabına övgü gayet açık görülmektedir. Zira fetih onlara, onların ashabına ve onların ashabının ashabına ikram olarak verilmiştir.

Bir başka hadiste de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle diyor:   إن الله اختار أصحابي على العالمين سوى النبيين والمرسلين     “Allah, ashabımı nebiler  ve Rasuller dışında alemlere tercih etti.”[7]

 Bir başka hadiste de şöyle dedi: اهتديتم  أصحابي كالنجوم بأيهم  اقتديتم   “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsınız doğru yolu bulusunuz.”[8]

Allah’u Teâla’nın ve Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in bu övgüsü, onların sözüne itibar edilmesine delâlet eder ve onların doğruluklarının kesinleşmiş bir husus olduğuna delâlet eder. Zira sadece övgü tek başına, onların icmâlarının Şer’î delil olduğuna dair delil olmasa da onların doğruluklarının kesinleşmiş bir husus olduğuna delildir. Böylece onların sözlerine itibar etmek, kesinleşmiş bir husus olur. Dolayısıyla onlar bir hususta icmâ ettiklerinde, icmâları doğruluğu kesinleşmiş bir icmâ olur, onlardan sonrakilerin icmâları öyle değildir.

Şöyle denilmez: “Allah tabiileri de övmüştür. Dolayısıyla onların sözlerinin doğruluğu da kesinleşmiş olur.”

Böyle denilmez. Çünkü tabiiler hakkındaki övgü, sahabelerde olduğu gibi değildir. Çünkü tabiiler hakkındaki övgü, hepsi için mutlak bir övgü olarak geçmemiştir. O övgü ancak sahabelere “ihsan ile” tabii olanlar hakkında geçmiştir. Dolayısıyla tabiilerin “ihsan ile” sınırlandırılması, övgünün tabiiler için mutlak olmadığını gösterir. Onun için tabiilerin tamamının sözlerinin doğruluğu kesinleşmiş olmaz. Bunun için tabiiler bu hususta icmâ ettiklerinde, icmâlarının doğruluğu kesinleşmiş sayılmaz.

Denilebilir ki; “Allah’u Teâla sahabelerden belirli fertleri övdü, Raşid halifeleri övdü, Ebu Bekir’i, Ömer’i, Ali’yi, Aişe’yi, Fatıma’yı, Zübeyr’i, Saad b. Ebu Vakkas’ı övdü, Ensarı övdü, İslâm ümmetini övdü. Dolayısıyla övgüyü sahabeye has kılmadı. O halde neden sahabelerin icmâsının doğruluğu kesinleşmiş oluyor da başkalarının ki kesinleşmiş olmuyor?”

Buna cevap şöyledir: Sahabelerden belirli şahıslara övgü, katî delille değil zannî delil ile geldi. Allah’ın kendisini övdüğü kimsenin sözünün doğruluğu kesinleşmiş olması için, o övgünün katî delil ile gelmesi zorunludur. İslâm ümmetine övgü, sahabelerden bir takım fertlere övgü, ahad hadislerle geldi, mütevatir hadislerle gelmedi. Bu övgüler Kur'an’da ve mütevatir hadiste geçmedi. Onun için ahad haberlerde geçen bu övgü, övülen kimsenin sözünün doğruluğunu kesinleştirmez. Sahabe vasfı ile sahabelerin durumu böyle değildir. Onlara övgü, Kur'an ile gelmiştir. Kur'an ise katî delildir. Onun için sahabenin icmâsının doğruluğu kesinleşmiştir.

Denilebilir ki; “Ehl-i Beyt’e övgü katî delille gelmiştir. Zira o, Kur'an ile gelmiştir. Allah’u Teâla şöyle demiştir:   إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا “Ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden ricsi/günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[9] Ehl-i Beyt hakkındaki övgü işte böyledir. Dolayısıyla onların sözlerinin doğruluğu kesinleşmiştir. Böylelikle de icmâlarının doğruluğu da kesinleşmiş olur”

Buna cevap ise şöyledir: Ayetin sübutu katîdir, fakat delâleti katî değildir. Zira bir kısım insanlar Ehl-i Beyt’in; Ali, Fatıma ve onların çocukları Rıdvanullahi Aleyhim olduğunu, çünkü bu ayet indiğinde Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem onlara yönelerek, هؤلاء أهل بيتي اللهم  “Allah’ım ِİşte onlar ehli beytimdir.”  dediğini söylüyorlar.[10]

Bir kısım insanlar da Ehl-i Beyt’in Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in eşleriyle birlikte Ali, Fatıma ve çocuklarıdır, diyorlar. Zira bu ayetin öncesinde ve sonrasındaki ayetler buna delâlet etmektedir, diyorlar. Önceki ayet şöyledir:   يَانِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِنْ النِّسَاءِ إِنْ اتَّقَيْتُنَّ فَلاَ تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفًا (32) وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلاَ تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الآولَى وَأَقِمْنَ الصَّلاَةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ “Ey nebi hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi iseniz, çekici bir eda ile konuşmayın, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Maruf söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliyye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah ve Rasulü’ne itaat edin.”[11]      sonraki ayet de şöyledir:    وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا  “Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmetini hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.”[12]

Buna binaen Ahzab suresi 33. ayetinin, delâleti katî değil, delâleti zannî olmaktadır. Dolayısıyla her iki tefsire göre Ehl-i Beyt olanların icmâsının doğruluğunun kesinleşmiş olduğuna dair delil olmaz. Zira  “Ehl-i Beyt” kelimesi, Şeriatın kendisi için lügat manasından başka bir mana koymuş olduğuna dair Şer’î bir delil gelmediğinden dolayı sadece lügat manası ile tefsir edilseydi, o zaman delâleti katî olurdu. “Ehl-i Beyt” kelimesinin dil bakımından kendilerine uygun düştüğü kimselerin –ki onlar; Rasul’ün eşleri, evlatları ve onların evlatlarıdır- icmâsı olurdu. Zira o zaman delâlet katî olurdu. Fakat madem ki “Ehl-i Beyt” kelimesinin tefsirinde; أهل “ehl” kelimesinin Şer’î bir manası olduğuna dair Şer’î bir delil rivayet edilerek, ihtilaf çıktı, o zaman ayetin, delâleti zannî olmaktadır, delâleti katî olmamaktadır.

Bütün bunlardan açığa çıkıyor ki; haklarında övgünün katî delille geldiği kimseler sadece sahabelerdir. Dolayısıyla sadece onların icmâsının doğruluğu kesinleşmiş olmaktadır.

2-Sahabeler; Kur'an’ı cem edenler, hıfz edenler, bize nakledenlerdir. Allah’u Teâla şöyle diyor:  إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ “Zikri kesinlikle Biz indirdik. Elbette onu yine Biz koruyacağız.”[13] Onların naklettiği bu Kur'an, Allah’ın koruduğunun bizzat kendisidir. Dolayısıyla ayet, Kur'an’ın nakli hususunda onların icmâlarının doğruluğuna delâlet etmektedir. Çünkü Allah Kur'an’ın hıfzını vaadetti. Kur'an’ı indirildiği gibi cem edenler, hıfz edenler ve nakledenler de onlardır. Dolayısıyla bu, onların icmâlarının doğruluğuna dair delil olmaktadır. Zira ayette geçen, “Kur'an’ın hıfz edilmesi” tabiri, onu yok olmaktan korumak demektir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in vefatından sonra Kur'an’ı yok olmaktan koruyanlar sahabelerdir. Zira onlar onu, hıfz ettiler, cem ettiler, katî yolla bize naklettiler. Böylece onlar, Allah’ın Kur'an’ın hıfzı ile ilgili vaadini yerine getirenler olmaktadırlar. Kur'an’ın hıfzı, cem edilmesi ve nakli sadece onların icmâsı ile olmuştur. Dolayısıyla ayet, onların icmâsının doğruluğuna dair delil olmaktadır.

3-Sahabelerin, bir hata üzerinde icmâ etmeleri, aklen imkânsızdır. Onlar masum değillerdir. Dolayısıyla onların fertler ve gruplar halinde hata yapmaları mümkündür. Fakat hata üzerinde icmâ etmeleri aklen mümkün değildir, Şer’an da mümkün değildir.

Çünkü onların icmâlarında hata mümkün olsaydı, dinde hata da mümkün olurdu. Zira bu dini; Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ’in getirdiği din olduğuna dair icmâları ile bize nakledenler onlardır. Böylece biz dinimizi onlardan aldık.

Onların icmâsında hata mümkün olsaydı, Kur'an’da hata da mümkün olurdu. Çünkü bu Kur'an’ı; Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e indirilenin Kur'an’ın bizzat kendisi olduğuna dair icmâları ile bize nakledenler onlardır. Böylece biz Kur'an’ı onlardan aldık.

O halde, dinde hata imkânsızdır. Zira onun sıhhati hakkında katî delil getirilmiştir. Kur'an’da hata imkânsızdır. Zira onun önünden ve arkasından ona, batılın girmeyeceğine dair kesin delil getirilmiştir. Allah’u Teâla şöyle demiştir: لاَ يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلاَ مِنْ خَلْفِهِ “Ona önünden de arkasından/sonrasından da batıl gelmez.”[14]

Dolayısıyla sahabelerin hatada icmâ etmeleri Şer’an imkânsız olmaktadır. İşte bu, onların icmâlarının Şer’î bir delil olduğuna dair katî bir delildir.

Ayrıca onların, bu dinin Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ’in getirdiği din olduğuna dair icmâları ve Kur'an’ın Allah’ın katından vahiyle Muhammed’e indirilenin bizzat kendisi olduğuna dair icmâları; bu dinin sıhhatine dair katî delil getirilmesi ile ve Kur'an’a önünden de ardından da batılın gelmediğine dair katî delil getirilmesi ile bu icmânın sıhhatine dair katî delil getirilmiş olmaktadır. Dolayısıyla sahabelerin icmâsının Şer’î hüccet olduğuna dair de kesin delil getirilmiş olmaktadır.

Buna binaen, dinde hatanın olmasının imkânsız oluşundan dolayı ve Kur'an’da hatanın olmasının imkânsız oluşundan dolayı sahabelerin icmâlarında hatanın olmasının Şer’an imkânsız oluşu, onların icmâlarının Şer’î delil olduğuna dair katî delildir. Dinin naklinde ve Kur'an’ın naklinde icmâlarının sıhhatine dair katî delilin getirilmiş olması, onların icmâlarının sıhhatine dair ve o icmânın Şer’î hüccet oluşuna dair katî delildir.

Bu ise, sahabelerden başkalarının icmâsında kesinlikle mevcut değildir, ne zamanlarında ne de onlardan sonra mevcut olmamıştır. Dolayısıyla sadece sahabelerin icmâsı Şer’î delil olmaktadır.

4-Sahabelerin icmâsı, Şer’î nâssın kendisinden kaynaklanmaktadır. Zira onlar, bir hüküm üzerinde, ancak Rasul’ün –ona isnad etmiş oldukları- sözü, fiili ve takririnden bir Şer’î delilleri olduğunda icmâ ediyorlardı. Dolayısıyla onların icmâları, bir delili keşfeder/gösterir. Bu ise, sahabe olmayanlar için söz konusu olmaz. Çünkü Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e şahid olanlar sahabelerdir ve dinimizi biz onlardan aldık. Dolayısıyla onların icmâları hüccet olandır. Bu icmâdan başka icmâlar hüccet değildirler.

Zira sahabeler, bir şey üzerinde ancak onun hakkında yanlarında rivayet etmedikleri bir Şer’î delil olunca icmâ ediyorlardı. Böylece sahabelerin icmâsı, bir delili keşfediyor olması vasfı ile Şer’î delil olmaktadır, sahabelere ait bir görüş olması vasfı ile değil. Zira sahabelerin görüşlerinin bir hususta ittifak etmesi Şer’î delil sayılmaz. Görüşlerinden bir görüş üzerindeki icmâları Şer’î delil sayılmaz. Bilakis, filanca hükmün Şer’î hüküm olduğuna ya da filanca vakıa hakkında Şer’î hüküm falan olduğuna ya da falan vakıanın hükmünün Şeriata göre filan olduğuna icmâları Şer’î delildir. Böylece sahabelerin muteber icmâsı, hükümlerden bir hükmün Şer’î hüküm olduğuna dair icmâsıdır. Zira o icmâ, o hüküm için Şer’î bir delilin olduğunu delil rivayet edilmeden hükmün rivayet edildiğini gösterir.

Denilebilir ki; “Cumhura (âlimlerin çoğuna) göre, ümmetin icmâsı da mutlaka nâsstan veya kıyastan bir şeye dayanır. Yani Şer’î bir delile dayanır. Dolayısıyla onun da bir delili keşfettiği/gösterdiği söylenebilir.”

Buna cevap şöyledir: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’i görmeyenlerin sözlerinin bir delili keşfediyor olması söz konusu değildir. Çünkü bir delili keşfetmek; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in sözü, fiili ve sükûtu Şer’î delil olup, onun dışındakilerin delil olmamasından dolayı ancak, Rasul’ü işiten veya gören kimse ile söz konusu olabilir. Zira delili keşfetmek, onu nakleden kimse ile olabilir, onu rivayet eden kimse ile değil. Nakletmek, nâssı sahibinden almaktır. Rivayet etmek ise, nâssı rivayet edenden almaktır. Dolayısıyla bir delili keşfetmek, ancak nakleden tarafından olabilir, rivayet eden tarafından olamaz. Bu ise, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e şahid olanlar onlar olduğu için ancak sahabelerde mevcuttur. Onun için ümmetin icmâsı bir delile dayanır denilir. O zaman da onların dayandığı delil hüccet olur, onların icmâsı değil.

Denilebilir ki; “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ailesinin icmâsı bir delili keşfeder. Onlar Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e şahid olmuşlardır. Dolayısıyla icmâları hüccet olur.”

Buna cevap şöyledir: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ailesinden kastedilen eğer Ali, Fatıma ve onların çocukları ise, onların Rasulullah’a şahid oldukları ve sahabe oldukları doğrudur. Onların sahabeden olduklarına dair söz doğrudur ve uygun düşmektedir. Fakat onlar sahabelerin tamamı değillerdir. Böylece sahabelere uygun düşen onlara da uygun düşer. Dolayısıyla delili rivayet etmeden hükmü rivayet etmeleri caizdir. Fakat o Şer’î hüccet olmaz. Çünkü icmâlarında hatanın imkânsız olduğuna dair katî delil, sahabelerin icmâsı hakkında getirilmiştir. Rasulullah’ın ailesinin icmâsı hakkında getirilmemiştir. Onu için “delili keşfeder” sözünde muteber olan ancak sahabenin icmâsıdır, sahabelerin bireyleri değil. Dolayısıyla Rasul’ün ailesi, Rasul’e şahid ve sahabe olsalar da, onların icmâsı Şer’î delil olmaz.

Eğer, Rasul’ün ailesinden kast edilen, onlardan sonra Hasan ve Hüseyin’in zürriyetlerinde gelenler ise, onların sözleri hakkında “bir delili keşfeder” denilmesi doğru olmaz. Çünkü onlar, Rasul’e şahit olmadılar ve onlardan nakil de bulunmadılar. Onlar bir delili varsa, onlar onu, Rasul’den başkasından alıp rivayet olarak rivayet etmiş olurlar. Dolayısıyla onların sözleri bir delili keşfetmez.

İşte bu hususlar, sahabelerin icmâsının Şer’î bir delil olduğuna dair katî delildir. Sahabelerin icmâlarında hataya düşmelerinin Şeriata göre imkânsız oluşundan dolayı onların icmâlarının Şer’î hüccet olduğuna dair delil olarak yeterlidir. Ve bu, onların icmâlarının Şer’î delil olduğuna katî delildir. Başkalarının icmâsı hakkında böyle katî delil yoktur. Böylelikle sahabelerin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair katî delil getirilmiş olmaktadır.


[1] Yunus: 71

[2] İbni Mace, K. Sıyâm, 1690

[3] Fetih: 29

[4] Tevbe: 100

[5] Haşr: 8-9

[6] Buhari, K. Menâkıb, 3376

[7] El-Bezzâr tahriç etti

[8] Razîn tahriç etti

[9] Ahzab: 33

[10] Tirmizi

[11] Ahzab: 32-33

[12] Ahzab: 34

[13] Hicr: 9

[14] Fussilet: 42