Kıyas, lügatte takdir etmek demektir. Usulcülerin
ıstılahında ise birkaç şekilde tarif edilmiştir. Şöyle ki:
* Kıyas, tespit edenin yanındaki hükmün illetinde
ikisinin ortak olmalarından dolayı bir bilinenin hükmünü başka
bir bilinende tespit etmektir.
* İkisi için bir hüküm tespiti ya da ikisinden bir hükmün
nefyi hususunda bir bilineni bir bilinene hamletmek/yüklemektir.
* Aralarını bir birleştirenden dolayı zikredilenin
hükmünün aynısını zikredilmeyen bir husus için çıkartmaktır.
* Aslın hükmünden çıkartılmış illette asıl ve fer’i
arasındaki denklikten ibarettir. Zira o, müçtehidin yanındaki
hükmün illetinde ikisinin benzeşmesinden dolayı fer’i de
aynısını tespit etmek için aslın aldığı hükmü ortaya
çıkarmaktır.
Böylece kıyasın tariflerinin hepsi; benzeyenin, benzetilenin ve
benzeme şeklinin varlığını gerektirmektedir. Yani kıyas
edilenin, kendisine kıyas yapılanın ve kıyasın yönünün/şeklinin
varlığını gerektirmektedir. Zira tariflerden herhangi bir tarife
binaen, kıyası mevcut yapan şey; kıyas edilen ile kendisine
kıyas yapılanın bir tek hususta ortak olmalarıdır, yani
aralarını birleştirenin varlığıdır. Kıyas edilen ile kendisine
kıyas yapılanın arasını birleştiren bu tek husus hükme sevk
edendir, sebeptir.
Buna binaen aralarındaki benzerlikten dolayı bir hükmün bir
hükme kıyası, Şer’î anlamda kıyaslardan değildir. Çünkü her ne
kadar ikisinden birisi diğerine bir hususta benzese de bu husus,
o hükme sevk eden değildir, sadece bir benzeşmedir. Onun için o,
Şer’î kıyas değildir ve kıyasa delil olmaz. Bilakis fer’i ile
asıl arasını birleştiren hususun –ki o hükme sevk edendir-
olması kaçınılmazdır.
Bunun için bu tariflerin en dakik olanı birinci tariftir. Çünkü
kıyas edilen ile kendisine kıyas olunan arasını birleştiren
hükmün illeti yani hükme sevk eden olduğunu ancak o hakkıyla
belirlemiştir. Bazılarının yapmış olduğu şu tarif de bu tarifin
benzeridir:
* Kıyas, illet hususunda aralarında birliğin
olmasından dolayı yani onlardan her birinde hükme sevk eden
hususunda birliğin oluşmasından dolayı Şer’î hükümde bir hususu
diğerine katmaktır.
Kıyas, Şer’î hükümler hakkında bir Şer’î delildir. Zira o,
hükmün bir Şer’î hüküm olduğunu tespit emek için bir hüccettir.
Kıyasın Şer’î delil oluşu, katî delille ve zannî deliller ile
tespit edilmiştir.
Katî delil şudur: Kıyasın Şer’î delil sayılması konumunun,
kıyasın nâssın kendisine döndüğü halde olmasıdır. Zira Şeriat,
kendisine delâlet etmiş olmadıkça kıyastaki illete itibar
edilmez. Böylece kıyasa Şer’î delil olarak itibar etmek, kesin
bir husus olur. Kıyas gerçekte, nâssın kendisine dönen
olur/bağımlı olur. Onun için kıyasa; “nâssın akledileni/idrak
edileni” denir. Buna binaen bu kıyasın delili, illete yani hükme
sevk edene delâlet eden nâssın kendisidir. Eğer illetin delili
Kitap ise, bu kıyasın delili de Kitabın delilidir. Eğer illetin
delili Sünnet ise, bu kıyasın delili de Sünnetin delilidir. Eğer
illetin delili sahabelerin icmâ ise, bu kıyasın delili de
sahabelerin icmânın delilidir. Böylece bu kıyasın delili katî
delil olmaktadır. Çünkü o, hükme sevk edene delâlet eden nâssın
delilinin aynısıdır. Yani katî deliller olan Kitap, Sünnet,
sahabelerin icmânın delillerinin aynısıdır. Buna binaen kıyasın
Şer’î hüccet olduğuna dair Şer’î delil; Kitap, Sünnet ve
sahabelerin icmânın Şer’î hüccet olduklarına delâlet eden
delillerin toplamıdır. Onun için kıyasın delili kesin delildir.
Zannî deliller ise şunlardır: Onlar kıyas hakkında ve Şer’î
delil olarak itibar edilen kıyas çeşitleri hakkında delillerdir.
Nitekim kıyasın hüccet oluşu Sünnet ve sahabelerin icmâ ile de
tespit edilmiştir. Zira Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in kıyasa yönlendirdiği ve kıyası tasvip ettiği
sabit olmuştur. Buna şunlar örnektir:
* İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre: “Bir
kadın; ‘Ya Rasulullah, annem üzerinde adak orucu olduğu halde
öldü. Onun yerine ben oruç tutayım mı?’ dedi. Bunun üzerine
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:
أَرَأَيْتِ لَوْ كَانَ عَلَى
أُمِّكِ دَيْنٌ فَقَضَيْتِيهِ أَكَانَ يُؤَدِّي ذَلِكِ عَنْهَا
قَالَتْ نَعَمْ قَالَ فَصُومِي عَنْ أُمِّكِ “Ne
dersin, annenin borcu olsaydı da sen onu ödeseydin, o borç
annenin yerine ödenmiş olur mu?” Kadın; Evet, dedi. Rasul de
dedi ki; “O halde annenin yerine oruç tut.”
* Ahmed, Abdullah b. Zübeyr’den şunu rivayet etti: “Has’am
denilen yerden Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
bir adam gelip şöyle dedi: ‘Babam çok yaşlı iken İslâm’ı idrak
etti ve Müslüman oldu. Yolculuk yapamaz, üzerine de hacc
farzdır. Onun yerine ben hacc edeyim mi?’ Bunun üzerine
Rasulullah ona dedi ki: أَنْتَ
أَكْبَرُ وَلَدِهِ قَالَ نَعَمْ قَالَ أَرَأَيْتَ لَوْ كَانَ عَلَى
أَبِيكَ دَيْنٌ فَقَضَيْتَهُ عَنْهُ أَكَانَ ذَلِكَ يُجْزِئُ
عَنْهُ قَالَ نَعَمْ قَالَ فَاحْجُجْ عَنْهُ
“En büyük çocuğu sen misin?” O da; ‘Evet’,
dedi. Rasul de şöyle dedi: Ne dersin, babanın bir borcu
olsaydı da onu sen babanın yerine ödeseydin, o borç ödenmiş olur
muydu?” Adam; ‘Evet’, dedi. Rasul de dedi ki: O
halde onun yerine haccet.”
* Buhari, İbn Abbas’tan şunu rivayet etti: “Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e Cüheyne’den bir kadın gelip
dedi ki; ‘Annem haccetmeye nezretti/adakta bulundu. Fakat
haccetmeden öldü. Onun yerine ben haccedeyim mi?’ Bunun üzerine
Nebi dedi ki: نَعَمْ حُجِّي
عَنْهَا أَرَأَيْتِ لَوْ كَانَ عَلَى أُمِّكِ دَيْنٌ أَكُنْتِ
قَاضِيَةً اقْضُوا اللَّهَ فَاللَّهُ أَحَقُّ بِالْوَفَاءِ
“Evet, onun yerine haccet. Ne dersin, annenin bir
borcu olsaydı onu öder miydin? Allah’a borçları ödeyin. Zira
Allah borcu ödenmeye daha layıktır.”
* Dârektunî, İbn Abbas’tan şunu rivayet etti: “Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e bir adam gelip dedi ki;
‘Babam İslâm haccı borcu olduğu haldeyken öldü. Onu yerine
haccedeyim mi?’ Nebi şöyle dedi:
أَرَأَيْتَ لَوْ كَانَ عَلَى أَبِيكَ
دَيْنٌ فَقَضَيْتَهُ عَنْهُ أَكَانَ ذَلِكَ يُجْزِئُ عَنْهُ قَالَ
نَعَمْ قَالَ فَاحْجُجْ عَنْهُ “Ne dersin, baban
borç bırakmış olsaydı, onu öder miydin? Adam; ‘Evet’, dedi.
Nebi ise şöyle dedi: O halde onu yerine haccet.”
* Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
rivayet edildi ki; “Has’amlı cariye gelip şunu sordu: ‘Ya
Rasulullah, babam çok yaşlandığı bir zamanda hacc farz oldu.
Yolculuk yapmaya gücü yetmiyor. Onun yerine ben haccetsem olur
mu?’ Bunun üzerine Nebi ona şöyle dedi:
أَرَأَيْتِ لَوْ كَانَ عَلَيْهَا
دَيْنٌ أَكُنْتِ تَقْضِينَهُ قَالَتْ نَعَمْ قَالَ فَدَيْنُ
اللَّهِ أَحَقُّ بِالْقَضَاءِ
“Babanın borcu olsaydı da onu sen ödeseydin, olur muydu?
Kadın; ‘Evet’, dedi. Nebi de şöyle dedi: Allah’ın borcu,
ödenmeye daha layıktır.”
Bu hadislerin hepsi, kıyasın hüccet olduğuna dair delillerdir.
Bunlarla delil getirme şekli ise şöyledir:
Rasul, Allah’a olan borcu, ödenmesi farziyeti ve faydasının
dokunması hususunda beşere olan borca dâhil etti. Bu, kıyasın
kendisidir.
* Rivayet edildi ki; “Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem kendisine oruçlu olan kimsenin eşini
öpmesi hakkında sorduğunda Ömer’e şöyle demişti:
أَرَأَيْتَ لَوْ تَمَضْمَضْتَ
بِمَاءٍ وَأَنْتَ صَائِمٌ فَقُلْتُ لا بَأْسَ بِذَلِكَ فَقَالَ
رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَفِيمَ
“Oruçlu iken suya ağzını çalkalayıp sonra
tükürsen, (onun sana bir zararı olur mu), ne dersin?
(Ömer); ‘Hayır’, dedi. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem de şöyle dedi: O halde ne diye (zararı
olsun).”
Böylece Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
Ömer’i kıyasa yönlendirdi. Zira Ömer yutmaksızın mazmazanın
orucu bozmadığı gibi, boşalma olmaksızın öpmenin de orucu
bozmadığını anladı. Nitekim Rasul SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in; ارأيت
“ne dersin” sözü, takdiri ifade eder.
* El-Âmedî’nin El-İhkâm isimli kitabında şu geçmektedir;
“Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem Muaz ve Ebu
Musa’yı her birini ayrı bir bölgeye olmak üzere Yemen’e kadı
olarak gönderdi. Onlar giderken;
بم تقضيان؟ “Ne ile
hükmedeceksiniz?” dedi. Dediler ki; Kitab ve Sünnette
hüküm bulamadığımızda, bir meseleyi başka bir mesele ile kıyas
ederiz. Böylece hakka en yakın olanla amel ederiz. Bunun üzerine
Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki;
أصبتما
“İsabet
ettiniz.”
İşte böyle, Sünnette Kıyasa delalet eden husus geçmiştir.
İcmâya gelince; Sahabeler Rıdvanullahi Aleyhim
normalinde inkâr edilen/karşı çıkıp eleştirilen hususlardan
olmasına rağmen, hiçbir kimse inkâr etmeksizin kıyası Şer’î
delil kabul ederek kıyas sözünü sık sık tekrarlamışlardır. Bu
bir icmâdır.
* Rivayet edilir ki; “Ömer RadıyAllah’u Anhu,
Ebu Musa el-Eş’ari’yi Basra’ya vali tayin edince, ona içinde
kıyası emrettiği bir mektup yazdı. Şöyle dedi: ‘Kitap ve
Sünnette hükmünü bulamadığın ve bir kanaate varamadığın
hususlarda iyice düşün. Emsal olaylar araştır ve benzerlikler
bulmaya çalış. Sonra o benzerlikleri bulunca bunlar hakkında
kıyası uygula.”
* Ali RadıyAllah’u Anhu’dan şarap içen
hakkında şöyle dediği rivayet edildi: “Görüyorum ki o içtiğinde
hezeyan eder, hezeyan edince de iftira eder. Dolayısıyla ona
iftira edenin haddi uygulanır.”
Böylece şarap içeni, iftara atana kıyas etti.
* İbn Abbas RadıyAllah’u Anhuma’dan şöyle
dediği rivayet edildi: “Zeyd b. Sâbit, Allah’tan korkmaz mı ki,
oğlun oğlunu oğul kabul ediyor da babanın babasını baba kabul
etmiyor!” Onun “baba” olarak isimlendirmesi gerçek anlamda
değildir. Bunun anlamı şudur: Ölen kimseye nispetle oğlunun
derecesi ne ise babanın babasının/dedesinin derecesi de odur.
Böylece İbn Abbas, kardeşlerini mirasına engel olmakta dedeyi
oğulun oğluna kıyas etti.”
* Rivayet edilir ki; “Ebu Bekir, babanın annesine miras
vermeyip annenin annesine miras verdi. Bunun üzerine Ensardan
bazıları ona dediler ki; “Sen ölen kimseye öyle bir kadını varis
yaptın ki o kadın ölü olsaydı, kendisine varis yaptığın kimse
ona varis olmayacaktı. Öyle bir kadını da mirastan mahrum
bıraktın ki, o kadın ölü olsaydı kendisine varis yapmadığın
kimse onun bütün malına varis olacaktı!..” Bunun üzerine Ebu
Bekir, her ikisini de altıda birde ortak kıldığı görüşüne döndü.
Böylece yaşayanın kendisinden mirasında ölenin
yakınlığını, -tersi olsaydı- yaşayanın da mirasında
ölenin yakınlığına kıyas yaptı. Dolayısıyla Ebu Bekir’in,
babanın annesi ile annenin annesini altıda birde ortak kılması,
kıyasa binaendir.”
Rivayet edildi ki; “Ömer, öldürme olayına yedi kişinin katıldığı
bir katilin kısas gereği öldürülmesi hususunda tereddüt etti.
Ali ona dedi ki; ‘Ey mü’minlerin emiri! Bir gurup kesimlik bir
devenin çalınmasına katılsalar ve onlardan her birisi o devenin
bir uzvunu alsa, sen onların ellerini keser misin?’ O, ‘evet’
dedi. Bunun üzerine Ali, ‘işte bu da öyledir.’ dedi.”
Böylece öldürme olayını hırsızlığa kıyas etmiştir.
Bu tür kıyas olayları, normalinde inkâr edilecek hususlardan
olmasına rağmen ve sahabeler arasında meşhur oldukları halde,
onları inkâr eden/karşı çıkıp eleştiren olduğu bilinmemektedir.
Dolayısıyla bu olaylar normalinde sahabelerin hakkında sükût
etmedikleri hususlardan olduğu halde, onlara sükût etmeleri,
kıyası Şer’î hüccet olduğuna dair bir icmâ olmaktadır.
Ayrıca Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem,
hükümlerden birçoğunu illetlendirmiştir. İlletlendirme ise,
nerede olursa olsun illete tabi olmayı gerektirir. Bu ise,
kıyasın kendisidir. Buna örnek Rasulullah’ın şu sözleridir:
قَالُوا نَهَيْتَ أَنْ تُؤْكَلَ لُحُومُ
الضَّحَايَا بَعْدَ ثَلَاثٍ فَقَالَ إِنَّمَا نَهَيْتُكُمْ مِنْ
أَجْلِ الدَّافَّةِ الَّتِي دَفَّتْ فَكُلُوا وَادَّخِرُوا
وَتَصَدَّقُوا “Dediler ki; ‘Kurban
etlerinin üç günden sonra yenilmesini yasaklamıştınız.’ Bunun
üzerine dedi ki: “Ben size onu sırf (dışarıdan Medine’ye)
gelen yoksul kafileden ötürü yasaklamıştım. Artık yiyin,
saklayın, tasadduk edin.”
* كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ
عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ فَزُورُوهَا فأنها تزكرة الآخرة
“Sizi kabir ziyaretinden men etmiştim. Artık
kabirleri ziyaret ediniz. Zira onlar dünyada zühdü artırırlar ve
Ahireti hatırlatırlar.”
* Kuru hurma ile yaş hurma satışı kendisine sorulduğunda
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi
ki; أَيَنْقُصُ
الرُّطَبُ إِذَا يَبِسَ فَقَالُوا نَعَمْ فقال النبي فلا إذن
“Yaş hurma kuruduğunda noksanlaşır mı? Evet,
dediler. Bunun üzerine Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem;
Öyle ise hayır, dedi.”
* Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bir
ihramlı hakkında ona giysisini kıyas ederek şöyle dedi:
وَلَا
تُمِسُّوهُ طِيبًا وَلَا تُخَمِّرُوا رَأْسَهُ فَإِنَّ اللَّهَ
يَبْعَثُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مُلَبِّيًا “Ona
koku sürmeyin ve kafasını örtmeyin. Zira Allah onu Kıyamet günü
‘lebbeyk’ diyerek diriltecektir.”
* Rasulullah Uhud şehitleri hakkında şöyle dedi: زَمِّلُوهُمْ
بِدِمَائِهِمْ فَإِنَّهُ لَيْسَ
فِي اللَّهِ إِلَّا يَأْتِي
يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَدْمَى لَوْنُهُ لَوْنُ الدَّمِ وَرِيحُهُ
رِيحُ الْمِسْكِ
كَلْمٌ يُكْلَمُ
“Onları kanları ile gömün. Zira Allah yolunda yaralanan
bir kimse Kıyamet Günü, rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olan
kan şahdamarlarından akarken haşrolunacaktır.”
* Kedi hakkında sorulduğunda şöyle dedi:
إِنَّهَا لَيْسَتْ بِنَجَسٍ إِنَّمَا
هِيَ مِنَ الطَّوَّافِينَ عَلَيْكُمْ وَالطَّوَّافَاتِ
“O pis değildir. Onlar, etrafınızda çok
dolaşanlardandır.”
Hükümlerin bu şekilde illetlendirilmesi; hükmün
kendisinden dolayı konulduğu
şeyin beyanına dair delildir. Bu; nerede bulunursa
bulunsun illete tabi olmayı gerektirir. Bu ise kıyasın
kendisidir.
Bu açıklamalardan dolayı açığa çıkıyor ki; hadis, sahabelerin
icmâ ve Rasul’ün hükümlerinden birçoğunu illetlendirmesi;
kıyasla istinbat edilen hükmün Şer’î bir hüküm olduğuna dair
delildir. Bunlar aynı şekilde, Şer’î delil olarak itibar edilen
kıyasın çeşitlerini açıklamaktadır. Çünkü bunların hepsi de
nâssın getirdiği illete binaen olan kıyas hakkında gelmişlerdir.
Yani Sünnette ve sahabelerin icmânda geçen kıyasların tamamı da
böyledir. Kıyasta muteber olan, hükme sevk edici husus,
başkaları değil sadece nâssın getirdiği ile tahsis edilmiştir.
Bunun için bu deliller, kıyasın mutlaklığına/kayıtsızlığına
hüccet olmazlar. Bilakis içindeki illete Şeriattan bir delilin
delâlet etmiş olduğu kıyasa hüccet olurlar.
Şeriata göre muteber kıyas, işte budur. Kıyas böyle olmadığında,
Şer’î hükümlere delil getirmekte onun bir değeri yoktur, o Şer’î
delil sayılmaz. Zira hadisler, sahabelerin icmâ ve Rasul’ün
illetlendirmesi; hepsi de başkası hakkında değil, illetlerden
nâssın delâlet ettiği bir husus ile sabittir. Böylece konuları
hakkında hastırlar, her kıyas hakkında genel değildirler. Buna
binaen muteber kıyas, bizzat nâsstan kaynaklanan kıyastır,
başkası değil.
“Kıyas” derken kast edilen, Şer’î kıyastır, aklî kıyas değil.
Yani içerisinde onun itibar edilmesine delâlet eden Şeriattan
bir emarenin bulunduğu kıyastır. Yani içerisinde belirli bir
Şer’î nâss ile gelmiş Şer’î bir illetin bulunduğu kıyastır.
Aklî kıyas ise o; ortada kendisine delâlet eden belirli bir nâss
olmaksızın Şeriatın bütününden aklın anladığıdır. Ya da ortada,
hükme Şeriatın getirmiş olduğu bir sevk edici olmaksızın, sadece
aklen benzerlikten dolayı bir hükmün bir hükme kıyas
edilmesinden anlaşılandır. Bunun tamamı hiçbir şekilde caiz
değildir. Zira mantıkî idrak ile hüküm almak; benzerlikler
arasında hükümleri eşitlemeyi gerektirir. Onun için aralarında
bir benzerlik yönü olan her iki husus arasında kıyasın var
olmasını sağlar. Fakat Şeriat, çoğunlukla farklılıklar arasını
birleştirdiği gibi, çoğunlukla benzerlikler arasını ayırt
etmiştir. Bu ise, mantıkî idrak ve aklî kıyas meselesinden
farklı olmaktadır, hatta ona aykırı olmaktadır. Zira bu, bütün
benzerliklerde Şer’î kıyasın meydana gelmediğine ve
farklılıklarda meydana gelme imkânının olduğuna delâlet
etmektedir. Kıyasın ne zaman işleyeceğini açıklamak için, caiz
oluşunu açıklayan Şer’î bir husustur, idrak değil, sadece
benzerliğin olması da değil. Bundan dolayı, sadece benzerlik ve
benzeşme olduğu için kıyasın yapılması, kaçınılması gereken
hususlardandır. Bilakis, tek başına bulunan Şer’î illette
kıyasın varlığına delâlet eden bir Şer’î illetin olması
kaçınılmazdır. Şer’î illetten başkasına kesinlikle gidilmez.
Mantıkî idrak ile kıyasın caiz olmadığına yani aklî kıyasın caiz
olmadığına dair delil, Şer’î hükümleri getiren Şer’î nâsslardır.
Zira Şeriat koyucu, haklarında akıl için yer olmaksızın bir
takım hükümler tespit etti. Şer’î nâsslarda benzerliklerin
arasını ayırmış, farklıkları birleştirmiştir.
Benzerliklerin arasını ayırt etmenin açıklanması:
* Şeriat koyucu, saygınlık bakımından zamanlar arasında
ayırım yapmıştır. Zira Kadir Gecesini diğerlerinden faziletli
kılmıştır.
* Saygınlık bakımından mekânlar arasında da ayırım
yapmıştır. Mekke’yi Medine’den üstün kılması, Medine’yi
ikisinden başka diğer şehirlerden üstün kılması gibi.
* Kısaltmakta namazlar arasında ayırım yapmıştır. Zira
dört rekatlı namazları kısaltmaya ruhsat verirken, üç rekatlı
namazlara kısaltma ruhsatı vermemiştir.
* Her ikisi de aynı yerden çıktığı halde meniyi temiz,
meziyi necis kılmıştır. Meniden dolayı gusül etmeyi farz kılmış,
kasıtlı inzali durumunda ise orucu bozar saymış, fakat her ikisi
de aynı yerden çıktığı halde meziye aynı hükmü vermemiş.
* Kız çocuğun idrarından dolayı elbiseyi yıkamayı farz
kılarken erkek çocuğun idrarından dolayı elbiseye sadece su
serpmeyi farz kılmıştır.
* Hayızlı kadına, orucu kaza etmesini farz kılarken
namazı farz kılmamıştır.
* Üç dinarı çalanın elinin kesilmesini emrederken, kantar
kantar dinar da olsa gasb edenin elinin kesilmesini
emretmemiştir.
* Zina iftirasında bulunana sopa vurulmasını farz
kılarken, küfür iftirasında bulunana onu farz kılmamıştır.
* Boşanan kadına bekleme süresini üç kuru kılarken,
kocası ölmüş kadının bekleme süresini dört ay on gün kılmıştır.
Hâlbuki her ikisinde de rahimin durumu aynıdır.
İşte bunlar gibi, birbirleri ile bir hususta benzeşen ve
aralarını birleştiren olduğu birçok hüküm vardır. Şeriat gelip o
iki benzeşenden her birisi için diğerinin hükmünden farklı hüküm
vermiştir. Bu da bir hususta sadece birleştirenin olmasının
kıyas için yeterli olmadığına delâlet etmektedir. Bilakis bu
birleştirenin, Şeriatın belirlemiş olduğu bir Şer’î illet olması
zorunludur.
Farklıklar arasını birleştirmenin açıklanması:
* Şeriat, kendisi ile temizlenmenin caiz oluşu hususunda
su ile toprağı birleştirmiştir. Hâlbuki su, yıkayıp
güzelleştirir, toprak ise çirkinleştirir.
* İster kasten ister ise hata ile olsun, ihramlı iken
avda bir hayvan veya bir kuş öldüren kimseye tazminat ödemeyi
vacib kıldı. Hâlbuki, hata ile öldürme ile kasten öldürme
arasında fark vardır.
* Öldürmeyi, mürtet için ve evlilik yapmış zâni için
farklı keyfiyette de olsa ceza kıldı. Hâlbuki her ikisinin ameli
arasında fark var
İşte bunun gibi, aralarında herhangi bir birleştirici olmadığı
halde içlerinde vakıaların farklılaştığı birçok hüküm vardır.
Bununla birlikte Şeriat koyucu onlara bir tek hüküm koymuştur.
Haklarında akıl için bir yerin olmadığı hükümlerin açıklanması:
* Şeriat, saçı ve siması çirkin görünüşlü hür kadına
doğal olarak meyledilmediği halde iffetli olmayı yani bakışları
indirmeyi vacib kıldı. Doğal olarak kendisine meyledilen güzel
köle kadına bakışları indirmeyi vacib kılmadı.
* Ayrıca Allah’u Teâla, az bir şeyin çalınmasında el
kesilmesini farz kıldı. Çok miktarda bir şey de olsa gasb edenin
elinin kesilmesini farz kılmadı.
* Zina iftirasında bulunana sopa vurulmasını farz
kılarken, küfür iftirasında bulunmak gibi zinadan daha iğrenç
diğer iftiraları yapan kimselere sopa vurulmasını farz kılmadı.
* Zinanın şahitliğinde dört erkek şahidi şart koşarken,
ondan daha şiddetli suç olan öldürme suçu için iki şahidi
yeterli bulmuştur.
* Altın ve gümüşte zekâtı farz kılarken, elmas, yakut ve
diğer değerli madenler hakkında zekât koymadı.
* Alış-verişi helâl kıldı. Ribayı haram kıldı. Hâlbuki
onlardan her birisi de alış-veriştir ve ikisi birbirinin
benzeridir.
* Ric’a/boşandığı karısıyla tekrar evlenme şahitliğinde
şahidin Müslüman olmasını şart koşarken, vasiyette şahidin kâfir
olmasını caiz kılmıştır.
* Taşları kutsamayı nehyederken, Hacer-ül Esved’i öpmeyi
emretmiştir.
Bunlar gibi daha birçok hüküm vardır. Eğer Şeriatın bütününden
illet anlamak ya da nâssın zahirinden illet anlamak ya da iki
hüküm arasındaki sadece benzerlikten ikisi arasında kıyasın
varlığını anlamak akıla verilmiş olsaydı akıl, Allah’ın helâl
kıldığı birçok şeyi haram kılardı ve Allah’ın haram kıldığı
birçok şeyi de helâl kılardı.
Onun için nâssın getirdiği bir illet olmadıkça kıyasın yapılması
caiz olmaz. Bundan dolayı Efendimiz Ali RadıyAllah’u Anhu
şöyle diyor: “Din, kıyastan alınsaydı, mesin içini mes etmek
dışını mes etmekten daha evlâ olurdu.”
Bundan dolayı, ibadetlerde kıyas olmaz. Çünkü Şer’î
nâssların incelenmesinden açığa çıkıyor ki, onlarda illetle
tekrarlanan ve ona binaen kıyas edilen illetli bir nâss
geçmemiştir.
* Onun için, namazı tam bir şekilde yerine getirmekten
aciz oluşu, ikisinin arasını birleştiren olduğunu ileri sürerek,
ayakta durmaktan aciz olan hakkında oturarak namazı kılmasının
vacib oluşuna kıyas yaparak, namazı yerine getirmekten aciz olan
hakkında da ima ile namazı kılmak farz kılınmaz. Çünkü aciz
oluş, namazı oturarak kılmanın illeti değildir, hükme sevk eden
değildir. Çünkü hüküm namazdır, namazı ayakta kılmak değildir.
Ancak acizin oturarak namaz kılması, hakkında nâss geçtiğinden
dolayı caiz kılınmıştır. Dolayısıyla ona kıyas yapılmaz.
* Ramazanda orucu yiyerek bozmanın kefareti, cima yaparak
bozmanın kefaretine kıyas edilmez.
* Taşla istinca yöntemi ile necaseti gidermeye kıyasla
elbiseden necaseti gidermek caiz olmaz.
* Şeriat koyucunun küsufu/güneş tutulmasını küsuf namazı
için sebep kılmasına kıyasla, depremi bir namaz için sebep
kılmak doğru olmaz.
* Namazda abdestin şart oluşuna kıyasla oruç abdesti şart
koşulmaz.
İşte bütün ibadetler böyledir. Bunun gibi illetlenmemiş bir nâss
ile sabit olan her hükme kıyas yapılmaz. Bu hüküm ister
muamelattan olsun, ister ukubattan olsun, isterse başkasından
olsun fark etmez. Çünkü kıyas, sadece illeti Şer’î bir nâssla
gelmiş olan Şer’î kıyastır. Buna nâssın anlaşılanı da denildi.
Böylece kıyas ancak Şer’î nâssla gelen illetle illetlenmiş
hükümlerde caiz olmaktadır. Sadece bu Şer’î kıyastır. Bunu
yukarıda anlatılanlar teyid etmektedir. Kıyasa dair zannî
deliller, Şer’î delil olarak itibar edilen kıyas çeşidini
açıklamışlardır. Kıyası, Şer’î delil yapanın; Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in kıyasa tasvib etmesi, ona
yönlendirmesi ve hükümlerden bir çoğunu illetlendirmesidir. Dolayısıyla
Şer’î delil olmaya uygun kıyas bu kıyas olmaktadır,
başkası değil.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in kıyası
ikrar etmesi mutlak olarak
gelmiştir. Zira Muaz ve Ebu Musa dediler ki: “...Biz bir
hususu bir hususa kıyas ederiz. Böylece hakka en yakın olanla
amel ederiz.” Bu kıyasın her cinsini kapsar. Fakat
Rasul’ün Has’amlı kadını kıyasa yönlendirmesi, kıyası belirli
bir kıyasla
kayıtlandırmıştır. O da, içindeki birleştirenin hükmün teşri’ine
sevk eden olduğu kıyastır. Zira o kadına dedi ki:
أَرَأَيْتِ لَوْ كَانَ عَلَيْهَا
دَيْنٌ أَكُنْتِ تَقْضِينَهُ قَالَتْ نَعَمْ قَالَ فَدَيْنُ
اللَّهِ أَحَقُّ بِالْقَضَاءِ
“Babanın borcu olsaydı da onu sen ödeseydin, olur muydu?
Kadın; ‘Evet’, dedi. Nebi de şöyle dedi: Allah’ın borcu,
ödenmeye daha layıktır.”
Böylece babasının yerine haccetmesinin caiz olmasına sevk
eden, bir borcun ödeniyor oluşudur. Onun için kıyas caiz oldu.
Ancak hacc ibadettir, borç para vermek ise muameledir. İkisinden
her biri diğerinden farklıdır. Fakat borç paranın ödenmesi, her
ikisinin de “borç olması” bakımından hacc farzının eda
edilmesine benzemektedir. O ikisinden her birisinin “borç”
olması, hükme sevk edendir. Hüküm ise, mal sahibinden malı
yeniden istemesinin düşmesi, Allah’tan da o ibadeti yeniden
istemesinin düşmesidir.
Aynı şekilde, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
illetlendirdiği hükümler incelendiğinde görülür ki, onların
hepsi de hükme sevk eden ile illetlendirilmişlerdir.
Bunlara örnek Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözleridir: إِنَّمَا
نَهَيْتُكُمْ مِنْ أَجْلِ الدافة “Ben size onu
sırf (dışarıdan Medine’ye) gelen yoksul kafileden ötürü
yasaklamıştım.”
كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ عَنْ
زِيَارَةِ الْقُبُورِ فَزُورُوهَا فأنها تزكرة الآخرة
“Sizi kabir ziyaretinden men etmiştim. Artık
kabirleri ziyaret ediniz. Zira onlar dünyada zühdü artırırlar ve
Ahireti hatırlatırlar.”
إِذَا اسْتَيْقَظَ أَحَدُكُمْ مِنْ نَوْمِهِ فَلا يَغْمِسْ يَدَهُ
فِي الْوَضُوءِ حَتَّى يَغْسِلَهَا ثَلاثًا فانه لا يدري أين بانت
يده “Biriniz gece
uykusundan uyandığında, elini üç defa yıkayıncaya kadar kaba
daldırmasın. Zira o elinin nereden geldiğini bilemez.”
Bunların hepsi de hükme sevk edenle illetlenmişlerdir. Hükme
sevk eden ise, hakkında kıyasın yapıldığı husustur. Bu da
kıyası, içerisinde hükmün konulmasına sevk edenin mevcut olduğu
durumda hükme kıyas yapmakla sınırlandırmıştır. O hükme sevk
eden ise Şer’î illettir.
Buna binaen, kıyas edilen ile kendisine kıyas yapılan arasında
sadece bir birleştirenin olmasından dolayı kesinlikle kıyas
yapılmaz. Bilakis kendisine kıyas yapılan hükme ait, o hükmün
konulmasına sevk eden bir Şer’î illetin olması kaçınılmazdır ki
kendisine kıyas yapmak doğru olsun ve o, bir Şer’î kıyas yani
Şer’î delil sayılsın.
Bütün bunlardan açığa çıkıyor ki; kıyas, içerisinde Şer’î bir
illetin olduğu hususlarla olmakla sınırlıdır ve kıyas edilen ile
kendisine kıyas yapılan arasını birleştiren sadece Şer’î
illettir, başkası değil. Buna binaen, sırf aralarındaki
benzerlikten dolayı ya da Şer’î illetten başka bir hususta
aralarında bir ortaklıktan dolayı bir hüküm bir hükme kıyas
edilmez.
İki işlev arasındaki güçlü benzerlikten dolayı vakfı üstlenenle
ilgili hükümleri vasi hükümlerine kıyas edildiğini söylemelerine
gelince; bu söz doğru değildir. Çünkü iki işlev arasındaki
benzerlik, hakkında Şer’î bir nâss gelmedikçe ikisinin hükmünü
bir yapmaz. O iki işlev, ister birbirlerine benzesin ister ise
farklı olsunlar fark etmez. Dolayısıyla o iki iş arasında sadece
benzerlik olması, birisini diğerine kıyas edip hükmünü ona
vermeyi caiz kılmaz. Vasilik ve vakıf hakkında bir tek hadis
delil getirilmiştir. O da şudur:
Buhari, Müslim ve Ahmed, Enes’den Ebu Talha’nın şöyle dediğini
rivayet ettiler: “Ya Rasulullah, Allah’u Teâla şöyle
diyor: لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ
حَتَّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ “Sevdiğiniz şeylerden
(Allah yolunda) harcamadıkça birre/iyiliğe eremezsiniz.”
Bana mallarımın en sevimlisi Beyrihai denilen yerdir. Şimdi
orası sadakadır. Allah katında onunla birrini ve hazinesini
umuyorum. Onu Allah’ın sana gösterdiği biçimde kullan, ya
Rasulullah.” Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem şöyle dedi:
بَخٍ ذَلِكَ مَالٌ رَابِحٌ ذَلِكَ مَالٌ رَابِحٌ وَقَدْ سَمِعْتُ
مَا قُلْتَ وَإِنِّي أَرَى أَنْ تَجْعَلَهَا فِي الْأَقْرَبِينَ
“Aferin bu, senin söylediğinden işitmiş olduğum ne
kazançlı bir maldır, ne kazançlı bir maldır. Söylediğini
işittim. Görüyorum ki onu akrabalara veriyorsun.”
Bunun üzerine Ebu Talha şöyle dedi: “Öyle yapıyorum, ya
Rasulullah.” Sonra da Ebu Talha onu akrabalarına ve amcasının
çocuklarına taksim etti.”
Bu hadisle, vakıfta bulunmanın caiz olduğuna delil getirildi. Bu
hadisle, vasiyette bulunan kimsenin Allah’ın vasiyetle ilgili
gösterdiği gibi malının üçte birisini ayırıp vasiyet ederse,
vasiyetinin sahih olduğuna delil getirildi. Ölüm döşeğinde
olmayan kimsenin, hayattayken malının üçte birisinden fazlasını
sadaka olarak vermesinin caiz olduğuna delil getirildi. Çünkü
Rasul, Ebu Talha’ya sadaka ettiği malın miktarı hakkında uyarıda
bulunmadı. Dolayısıyla burada mesele kıyastan bir mesele değil,
sadece delilden hüküm çıkartma meselesidir.
Şu sözlerine gelince: “Ölüm döşeğinde olan kimsenin,
varislerinin izni olmaksızın malın üçte birinden fazlasını
vakfetmesi; ölüm döşeğinde olan kimsenin varislerinin izni
olmaksızın malının üçte birinden fazlasını vasiyet etmesinin
caiz olmayışına kıyas yapılarak caiz olmaz. Çünkü vakfetmek de
vasiyet etmek de teberrudur.”
Bu söz doğru değildir. Zira bu iki hüküm şu hadisten istinbat
edilmiştir:
Müslim, İmran b. Husayn’dan rivayet ettiğine göre: “Bir
adam, ölümü anında altı kölesini azad etti, onlardan başka malı
da yoktu. Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem onları çağırdı. Onları üç kısma ayırdı. Sonra
aralarında kura çekip ikisini serbest bıraktı. Dördüne
nezaketle, şefkatle konuşup, onları serbest bırakana da sert
konuştu.”
Bu hadis ile, hastanın malı ile ilgili bütün tasarruflarının,
-ölümden sonraya bağlı kalınmayıp hemen uygulamaya konulmuş olsa
da- ancak üçte birinin uygulandığına dair delil getirildi. Bu
vasiyete hâss değildir. Aralarında vakfın da bulunduğu bütün
tasarruflarını kapsayan genel bir hükümdür.
Şu sözlerine gelince: “Vekâlet caiz sözleşmelerden olmasına
rağmen, ücretle vekâlet, icareye kıyasla zorunlu sözleşme
yapılır. Çünkü ikisi de ücret ödenmesi hususunda ortaktırlar.”
Bu, iki vazife/işlevin arasında benzerlikten dolayı bir hükmün
bir hükme kıyas edilmesi değildir. Bu ancak, hükmün illetinde
ikisinin ortak olmasından dolayı bir hükmün bir hükme kıyasıdır.
Zira icareyi zorunlu sözleşmelerden yapan sadece ücrettir.
Dolayısıyla, vekâlette ücret olduğunda, sözleşmeyi zorunlu
yapmaya sevk eden bulunmuş olur. Böylece ücretle vekâlet,
zorunlu sözleşmelerden olur. Belirli bir ücret üzerine vekâlet
yapıldığında bu vekâlet, icareye kıyas yapılarak zorunlu
sözleşmelerden olur. Çünkü kiralayanın ücret ödemesi,
kiralananın ise belirli işi yapması zorunluluğu, icare
sözleşmesinin zorunlu sözleşmelerden olduğuna iltizam/zorunluluk
delâleti olarak delâlet etmiştir. Dolayısıyla buna, bu
gereklilik kendisinde olduğunda vekâlet kıyas edilir. Bu ise,
hakkında nâssın geçtiği Şer’î bir illet ile illetlenmiş hükme
bir hükmün kıyasıdır, iki vazife arasındaki benzerlikten dolayı
bir hükmün bir hükme kıyası değildir.
Şu sözlerine gelince: “Gasp hükümlerinden birisi; gasp edenin
zorunluluğu, duruyorsa gasp edilenin kendisini geri vermesidir,
telef edildiğinde ise gasp edilenin benzerini veya değerini geri
vermesidir. Gasp edilenin tahrib veya yok edilmesine, ilk
durumundan başka bir şey yaparak kendisinin tamamen
değiştirilmesi kıyas edilir. Gasp edilen buğdayın un olması,
çelik parçanın kılıç yapılması gibi. Çünkü o, malın ilk halinin
ortadan kalkması hususunda telef edilmesine benzemektedir.”
Bu hükmün kıyasından değil, sadece illetin kıyasındandır. Zira
telef, geri iade etme illetidir. Bu illete, içerisinde kendisini
illet yapan hususlardan gerçekleşen her husus kıyas yapılır. Onu
illet yapan, aslının ortadan yok olmasıdır. Dolayısıyla kendisi
ile aslın değiştiği her husus, telefe kıyas yaparak illet
sayılır. Onun için kendisi ile aslın üzerinde bulunduğu halin
yok edilmesinden dolayı, aslın değiştirilmesi, telef gibi
illettir. Bu, kadı’nın sinirli iken hüküm vermemesi gibidir.
Zira sinirliliğe, karıştırmanın bulunduğu her husus kıyas
edilir. Mesela; kadı aç iken de hüküm vermez.
İşte böyle, bir hükmün bir hükme kıyası olan bütün hususlara
bakılır, eğer o, sırf iki işlev arasındaki benzerlikten dolayı
bir kıyas ise, o kıyas sahih olmaz ve itibar edilmez. Çünkü o,
Şer’î delil olarak itibar edilen Şer’î kıyas değildir. Eğer o,
hükmün Şeriatın getirmiş olduğu illetindeki ortaklıklarından
dolayı bir hükmün bir hükme kıyası ise, sahih olur. Çünkü bu,
Şer’î delil olarak itibar edilen Şer’î kıyastır.
Kıyas, ancak fer’i asıla ilhak etmektir. Zira kıyas, genel
nâssın ibaresindeki genellik demek değildir ve bu kıyastan
sayılmaz. Çünkü genel nâss, sadece mefhumuna dâhil olan
fertlerin tamamını kapsar. Nitekim Allah’u Teâla şöyle diyor:
فَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ
“Onlara ücretlerini verin.”
Bu, genel bir lafızdır. Çocuğu emziren kadın, işçi, ev, araba
v.b. icaresini/kiralamasını kapsar. “İşçi kiralaması, çocuk
emziren kadın kiralamasına kıyas edildi, ya da araba kiralaması,
işçi kiralamasına kıyas edildi” denilmez. Bilakis bunlar
yukarıda geçen ayetteki genel lafzın kapsamındadırlar ve onun
fertlerinden bir ferttirler.
Allah’u Teâla’nın şu sözü de genel bir lafızdır:
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ
وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنزِيرِ ... “Leş/ölü hayvan eti,
kan, domuz eti .... size haram kılındı.”
Bu söz, ister konserve yapılmış olsun, ister ise
olmasın, ölü hayvan etinin bütün çeşitlerini kapsayan genel bir
lafızdır. Dolayısıyla, “Hayvanın Şer’î usule uygun kesilmemiş
konserve etinin haram olması, ölü hayvan etine kıyas ile
olmaktadır” denilmez. Bilakis bu konserve eti, ölü hayvan
etidir. Zira o, ayette geçen “ölü hayvan” lafzının kapsamındadır
ve onun fertlerindendir.
Kıyas ise; nâssları, akledilenlerine olayların çeşitlerinden ya
da fertlerinden dâhil olanı, illette ortak oluştan dolayı ilhak
etme yolu ile kapsar kılmaktadır. Mesela; Şer’î hükümlerde
icarenin zorunlu sözleşmelerden olmasından dolayı kiralananın,
hakkında kiralandığı hususu yapmak için kiralandığı sabittir. Bu
nâss, vekili kapsamaz. Çünkü vekâlet caiz sözleşmelerdendir.
Fakat vekil, ücret ile vekil kılındığında, o zaman ücretliye
kıyas edilir. Çünkü ücretli vekil, her birinde de ücret
bulunduğu için ücretle kiralanan gibidir. Vekil ücret alması
halinde vekil kılındığı hususu yapmaya mecbur sayılmaktadır.
Çünkü o, ücretin gereği olarak kiralanan gibi oldu. Çünkü ücret,
kiralamadaki zorunluluk hükmüne sevk edicidir. Aynı şekilde
vekâlet de zorunluluk hükmüne sevk eden olur. O, karşılık
olmaksızın vekil olsaydı böyle olmazdı. Zira kiralanmamış
olurdu, kiralananda mevcut olan ücret olmadığı için, kiralanana
kıyas yapılmaz.
Bunun için kıyas; genellik demek değildir. Sadece nâssı;
lafzıyla değil fakat hakkında geldiği hususla birlikte illette
ortaklıkları nedeni ile ilhak yoluyla olaylardan diğer çeşitleri
ya da fertleri kapsar hale getirmek demektir. Buradan açığa
çıkıyor ki; kıyasın yapılabilir olması için rükünlerinin olması
zorunlu bir husustur. Zira onlardan bir tek rükün olmadığında
kıyas sahih olmaz. Onun için kıyasın rükünlerinin bilinmesi
kaçınılmazdır.
Kıyas, dakik hususlardandır. Şu bilinmelidir ki; bu kıyas,
sadece nâssları, hükümleri ve olayları anlayan akılların
sahiplerine ait bir iştir. İnsanlardan heva ve heveslerine göre
kıyas yapan her ferde ait bir iş değildir. Bilakis kıyasın,
Allah’ın kendilerine basiret ve anlayış verdiği kimselere ait
olması zorunludur. Aksi halde kıyas, Allah’ın hükmünün
hakikatinden uzaklaşmaya ve yıkıma vesilelerden bir vesile olur.
İmam Şâfi dedi ki: “Kıyası ancak şu vasıflara sahip kimse
yapabilir; kendisinden önce geçen sünnetleri, selefin sözlerini,
Arapçayı bilmesi, benzeşenler arasını ayırt edebilen doğru akıl
sahibi olması, söz söylemekte aceleci olmaması, kendisine
muhalif olanı işitmekten kendisini alıkoymaması. Çünkü onda onun
için belki kendisine gafil kaldığı bir hususu farkettirmek
vardır, ya da doğru sandığı saçmalıklarına dikkati çekmek
vardır.”
Böylece kıyas, dakik anlayışa gereksinim duyar. Müçtehid ya da
mesele müçtehidi olmadıkça hüküm istinbad etmek için kıyas
yapmak caiz olmaz. Tabi olan kimse ise, mukallidlerden sayılır,
müçtehidlerden değil. Tabi olana kıyas ile hüküm istinbat etmesi
caiz olmaz. Çünkü mukallidin kıyasla istinbad yapması caiz
olmaz.