FİKİR ANCAK SİYASİ ORTAMDA HAYAT BULUR

Hayattan kopuk, toplumdan uzak bir hayat tarzı, üzerine fikir beyan bulunulmamış bir nesne, varlık aleminde söz konusu değildir. Yine donuk bir yaşam, başıboş insan toplulukları, sorumsuz bir kitle, ilkesiz alakalar insanın yaşamında yer edinemez. Allahu Teala ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

أيحسب الإنسان أن يترك سدى “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (Kıyamet 36)

Ayetle de açıklandığı gibi başıboş bir insan ve toplumdan söz etmek mümkün değildir. Mücahid, Şafii ve Abdurrahman İbn Zeyd İbn Eslem bunun, kendisine emir ve yasaklar konmayacağını mı sanır? demek olduğunu bildirirler. Yani dünyada başıboş bırakılıp hiçbir emir ve yasak verilmeyeceğini mi sanır? Aksine o, hem emir hem nehiylere muhataptır. Her şeyin hakimi olan Allahu Teala hiçbir şeyi boşuna yaratmadığı gibi insanı da başıboş olarak haşretmemiştir.

Ömer İbn Abdülaziz son okuduğu hutbede Allah’a hamd etti, senada bulundu sonra şöyle dedi: “Muhakkak siz boş yere yaratılmış değilsiniz ve asla başıboş bırakılacak değilsiniz. Sizin için bir dönüş vardır ki, Allahu Teala orada aranızda hükmetmek ve aranızı ayırmak için inecektir.” (İbn Kesir c11)

İnsanların hayatlarında, birbirleriyle alakalarında mutlak olarak bir tanzim ve kurallar yumağı bulunmaktadır. Buna isterseniz alakalar zinciri deyin veya başka bir tabirle siyaset deyin; her iki şekilde de insanların dahili ve harici tüm işlerini bir fikir etrafında yürütmesidir. Bütün alakalar mutlak olarak bir fikre mebni kılınır ve o fikir insanların hayatlarını yönlendirmede ana döngü olur.

Fikirler mücerret bilgiler değildir. Onlar ya bir şeyin tarifi için veyahut hayatta tatbik edilmeleri için vardır. Onu tatbik edecek olan da elbette ki insandır. Bundan dolayı fikirleri benimsemek; onu hayatta yaşatmak ve canlı kılmak anlamına gelir. Kitle için ise benimsenen fikirler bir araştırma, inceleme konusu değil siyasete yani hayat sahasına inmesi gereken birer esaslar olarak ele alınır. Kitlenin işi İslami fikirlerle donatılmış müçtehitler, başka bir tabirle araştırmacılar, zengin kültür elemanları veya akademik çalışma alanı olmamalıdır. Her ne kadar kitlede müçtehit, kültürlü şahsiyetler olsa da. Fikirler aksiyonel hale gelmesi için uygulanabilirlik sahası oluşturulmalı ki hayatta izlerini görebilsin. Siyasi fikirlerin, siyasi faaliyetlerin hayat bulduğu alan ise siyasi ortamdan başka bir yer değildir.

İnsanın hayatına yönelik veya hitap eden fikirler insanların alakalarını düzenlemek için vazedilmişlerdir. Aksi takdirde hayatta tesirleri görülmez, yalın felsefi, hikayevi bir şekilde kalırlar.

Bu gün ne yazık ki Müslümanlar, İslamî fikirleri anlarken veya öğrenirken tatbik edilmesi gerektiğini ve hayatlarını düzenleyici birer esaslar şeklinde kavramıyorlar. Adeta beyinlerini ansiklopedik bir bilgi yığını merkezi haline getirmişler, ne bulunulmuşsa anlamadan, düşünmeden, ne için olduğunu dahi sorgulamadan kafatasının içerisine doldurmuşlardır. Bu zümrenin ne hayatta varlığını görebilirsiniz ne de etkisini. Toplumda sadece falanca kişinin çok bilgili olmasından bahsedilir. İslam bir bilgi yığını olarak algılansın diye vazedilmemiştir. Bunlar bir nevi fikirleri hapseden konumundadır. İslam’ın bütün içeriklerini bilgi olarak depolayan insanların bundan dolayı hayatta pek etkileri görülmez ve bu tip bir anlayışı İslam reddeder. Allahu Teala bu kişileri Kur’anı Kerimde lanetlemektedir:

إن الذين يكتمون ما أنزلنا من البينات والهدى من بعد ما بيناه للناس في الكتاب أولئك يلعنهم الله ويلعنهم اللاعنون “İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” (Bakara 159)

Bugün yeryüzünde İslam ve İslam ümmetinden bahsedilse de İslam’ın tatbik edildiği hiçbir siyasi ortam ve yer yoktur. İslam nizamının gerekli kıldığı bir hayat tarzına, alakaları o nizamla tanzim etmeye ilk adım Allahu Teala’ya iman etmekle atılmış olunur. İnsanlara ve özelde Müslümanlara İslam’ın fikri temelleri üzerine mebni kılınmamış bir yaşantı tarzı sergilemeleri haram kılınmıştır. Müslümanlar İslami hayatı asırlar boyu yaşamışlar, hayatlarında tatbik etmişler ve taşımışlardır. Ta ki; 1924’te Hilafet kaldırılana kadar Müslümanların hayatlarında tek hakim olan nizam İslam nizamı idi. Bu nizamın hayattan kaldırılmasından sonra bir boşluk doğmuş, bu boşluğu da anında başka nizamlar doldurmuş. Akabinde Müslümanların hayatlarında diğer nizamların hâkimiyetinin izleri görünmeye başlamıştır. Daha sonra bu ortamdan kurtulup yeniden İslâm’i hayatı hakim kılma çalışmaları başlamıştır ki; bunların çalışma alanları ve hedefleri çok farklı olmuştur. Bu farklılıklar Müslümanları farklı alanlara taşıyarak asıl yapılması gereken mücadelenin yani fikri çatışmanın çok çok uzağına götürmüş ve hayatta tesiri olmayan işlerle meşgul etmiştir. Hatta birçok kıymetli şahsiyetler yetişmiş olsa da bunların etkisi daima sınırlı kalmıştır. İslam’ın yeniden hayat sahasına inmesi ise, ancak siyasi ortamın değiştirilmesine bağımlıdır. Bundan dolayı da düşünceler dava elemanları yolu ile fikirlerin hayat bulduğu siyasi ortama taşınmak zorundadır.

Fikirlerin hayat bulduğu, tatbik keyfiyetlerinin tartışıldığı, dünya devletleri ile olan siyasi alakaların belirginleştirildiği, gelişen olayların ele alınıp analiz edilerek hakkında fikirler yürütüldüğü, insanların ve toplulukların bir nevi beyni olarak telakki edildiği siyasi ortam, siyasilerin yoğun olduğu merkezi yerlerdir.

Toplumun yaşam tarzını şekillendirme köklü fikirlerle gerçekleştirilir. Bunu gerçekleştirecekler siyasilerdir, alanları ise siyasi ortamlardır. Siyasi tabaka dünyadaki bütün gelişmeleri yakından takip eden, toplumlara veya dünyanın gidişatına yön veren beyin tabakasıdır. Bunlar ister yönetimde olsunlar, ister olmasınlar, büyük veya küçüklüğüne bakmadan siyasetle uğraşan kişilerden teşekkül eder. Siyasi ortam her dönem mevcut olmuştur ve her devletin mutlaka siyasi bir ortamının mevcudiyeti söz konusudur. Otoritenin merkezleştiği yerler siyasi ortamın alanı olan yerlerdir. İslam gelmeden önce müşrik düzenin siyasi merkezi olan Mekke gibi. Ankara küfür hükümleri ile hükmeden siyasi ortamın hakim olduğu yerdir. Fakat Siirt’te ki konum Ankara’dakine benzemez ve de orada siyasi ortam bulunmaz. Bu gün kapitalist vahşetin siyasi ortamı Amerika’dır.

Siyasi ortamın nüfuz ettiği, odaklaştığı, siyasetin konuşulduğu, siyasilerin yoğunlaştığı, otoriteye etki eden kişilerin veya kitlelerin yer aldığı yer siyasi ortamın, otoritenin, yönetimin bulunduğu alandır. Siyasiler, siyasete soyunanlar, fikirlerini hayata hakim kılmak isteyenler bu alanda yer edinebilmek için çok yoğun gayret sarf ederler. Çünkü burada yönetim ve yönetimle ilgili işler tezahür eder ve buradan topluma bu hususlarla ilgili düşünce akışı gerçekleşir. Örneğin; Fransa’nın siyasi çevresi Paris’te odaklaşmıştır. Eğer bir kişi siyasetle uğraşacak veya siyasi çevrede etkili olacaksa Paris’te siyasilerin odaklaştığı merkezlere inmek zorundadır.

Siyasi ortamın ana malzemesi insandır. İnsan amelleri fikirlerle donatılmıştır. Belli bir fikir çerçevesinde yaşayan, siyasi ortamı oluşturan insanlar da değişmeye mahkûmdur. İnsanların hayatlarına ölçü aldıkları fikirlerin değişmesiyle siyasi ortam değişir. Bunu gerçekleştirense elbette siyasi çevredir. Siyasi çevreye etki eden ise, hayatta etkin kılınması istenilen fikirlerin sahibi olan kitlelerin bu çevrede düşüncelerini dile getirmeleridir. Siyasi ortam ve siyasi çevrede mutlak şekilde yerleşik fikirler bulunur. Buna nazaran dıştan gelen siyasi fikirlerin etkisinden de uzak kalmaları mümkün değildir. Bu noktada hangi otorite olursa olsun o otoritenin oturduğu zemine dışarından fikri ve siyasi baskı mutlaka hücum edecektir. Bundan dolayı da hiçbir siyasi çevre dışarıdan gelen fikirleri yok sayamaz, basite alamaz, ona karşı tepkisiz olamaz ve seyirci konumunu üstlenemez. Çünkü toplumların bu fikirlere ulaşmasını engellemek oldukça zordur, bundan dolayı da yönetimlerin hayatiyetleri ön plana çıkar. Bu hususta varlıklarını korumak için yönetimler ve siyasi ortamın önde gelen kişileri dıştan gelen fikirlere karşı alternatif, daha kuvvetli fikirler üretmek zorundadırlar.

Bugün devletler başka devletlere nüfuz etmek istediklerinde bu siyasi çevrede etkin olmanın yollarını araştırarak o alana kendi zihniyetine sahip olan insanları yerleştirip, o toplum üzerinde etkin olmanın yollarını araştırır. Bu girişim değişimin, eğer başarılamazsa işgalin ilk adımlarıdır.

Siyasi ortamda bulunan ve fikir üreten kişiler üniversitedeki siyasi bilimciler gibi değillerdir. Onlar hayatın işlevliğine daha yakın ve olayları yakından takip etme imkânlarına sahip olduklarından bu çevre daima etkindirler. Toplumlar o çevrenin (beyin tabakasının) elinde yoğrulurlar. Dışa karşı kendi otorite ve siyasi ortamlarını korumak için de yoğun gayret sarf ederler. Bunların dayanma güçlerini maddi güçle ölçmek yanlıştır. Eğer siyasi çevre köklü bir fikir etrafında odaklaşmamışsa dayanma gücüde sınırlıdır. Siyasi çevre genelde ilk etapta maddi gücün dışında etkenler arar. Maddi güç ancak son aşamadır ve de otoriteyi elinde bulunduran kişilerin başvuracakları tek çaredir. Her ne kadar siyasi ortamda siyasi çözümlerden bahsedilse de tek güvence güç göstergesidir. Bu da fikrin zayıflığından kaynaklanan, güven ölçüsünün yanlış temeller üzerine oturmasından doğar. Siyasi çevre fikri, üretken bir yapıya sahip olduğu için doğru veya yanlışta olsa dengeli hareket etmeye yeltenir.

Mekke’de siyasi otoritede yer alan birçok kişiler, dışarıdan siyasi ortama hükmetmek isteyen İslam düşüncesinin ortaya çıkmasıyla şaşkına dönmüşlerdi. Mekke’de başlayan İslam’ın hayata nüfuz etme çalışması İslam’ın fikri hâkimiyetini ortaya koyarak Müşrik düzenin köşeye sıkışmasını sağladı. Fikir hem siyasi ortamda hem de siyasi çevrede etkisini gösteriyordu. Siyasi çevreye girmeyi başaran İslami düşünceler neticesi, siyasi çevrede sayılı kişilerden olan şahsiyetler etkilenerek İslam’ı seçmişlerdir. Hz. Ebu Bekir Radiyallahu Anha, Hz Ömer Radiyallahu Anha bunlardan bir kaçıdır. Medine’de de aynı konum söz konusudur. Bununla beraber müşrik düzenin siyasi çevresi de boş durmamış, üzerlerinde etkin olan bu düşünceyi siyasi ortamdan uzaklaştırmak için her türlü yöntemi denenmiştir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in fikri çıkışları karşısında acze düşenler üretebildikleri yalan ve iftiralarla bu düşüncenin önünü kesmek istemişlerdi. Ayrıca Hz Ebu Bekir Radiyallahu Anha’nın siyasi çevreden uzak kalması için Kâbe’de namaz kılmasını dahi yasaklamışlardı. Ayrıca o siyasi çevre ve siyasi ortamda bu düşünceye karşı koyacak hiçbir kuvvetli fikir mevcut değildi. Siyasi çevre fikri alanda en son gayretlerini deneyerek İslam düşüncesini dışlamak için mücadele vermedi de değil. Siyasi çevre kendi zihniyetlerinden olan kişileri hac dolayısı ile veya değişik durumlarda bir araya getirerek gelen vahiyler karşısında fikir üretmeye çalışıyorlardı. Ünlü şairlerinin ayetlere karşı ona benzer bir şeyler ortaya atmaları gibi. Allahu Teala bu siyasi çevrenin vahiyden üstün hiçbir şey getirmeye güçlerinin yetmeyeceğini, bu konuda aciz olduklarını Kur’anı Kerimde şöyle beyan buyuruyor:

أم يقولون افتراه قل فأتوا بسورة مثله وادعوا من استطعتم من دون الله إن كنتم صادقين “Yoksa, onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da onun benzeri bir sûre getirin.” (Yunus 38)

Mekke’de Siyasi çevre fikren zayıf düştüklerini anlayınca maddi güç üzerinde fikir üretmeye başlamışlardır. Şunu daha açıklıkla söyleyebiliriz ki; bu çaresizlikleri neticesi siyasi çevrede fikri alanda çok büyük bir dehliz açılmıştır ve var olanlarda zaten insanların problemlerini çözmekten acizdi. Mekke’deki siyasi çevre İslam’ı tanıdıkça İslam’ın etkinliğini kabul etmiyor da değillerdi. Örneğin; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Mekke’ye gelen kabilelerin bir anlamda siyasilerin bulundukları yerlere, panayırlara, çadırlara giderek İslam’ı onların siyasi gündemlerine almaları ve ona güç vermeleri için çalışmalar yaptığında müşrik düzenin siyasi elemanlarından olan Velid bin Mugire’nin etrafında toplanan siyasi çevre fikri üretkenlik yerine zorbalık ve dışlama gibi uygunsuz işler yapıyordu. Artık ne yaparlarsa yapsınlar toplum bu fikirlerden haberdar olmuş, siyasi çevre etkilenmiş ve değişime adım atılmıştı.

Siyasi çevre olayları en yakından izleyen kesimdir. Bu çevre hiçbir zaman aktifliğini kaybetmeden güncel konularda aktif faaliyet içerisindedir. Toplum genel olarak bu kesimin tavırlarına bakar ve ona göre yönlenir. Hatta bu çevrede dönen fikirler sahih, insan fıtratına uygun olmayan, yüzeysel bakıştan kaynaklanan düşünceler çerçevesinde olsa dahi. Toplumun beyni olan bu tabaka üretken olduğu müddetçe toplumu o denli canlı ve aktif kılar.

Her siyasi ortamda birçok fikirlerden bahsedilebilir, fakat siyasi ortama hakim olan ise belli bir ideolojinin fikirleridir. Siyasi çevrede de mutlaka belirli ölçüler bulunmak zorundadır. Bunun manası; siyasi çevre belli fikirlerin etkisi altındadır.

Kapitalist siyasi ortamda, bu fikrin tesiri altında bulunan siyasi çevrenin yoğunluğu görülür. Siyasi çevre bu fikirler doğrultusunda üretkendir ve bu bakış açısı çerçevesinde bütün konular netleştirilir. Komünizmde farklı bir siyasi ortam olduğu gibi, İslam’ın hakim olduğu dönemlerde de siyasi ortam bu günkü Müslümanların yaşadığı siyasi ortamdan farklı bir yapıya sahipti.

Hadaret ve kültürün etkinliği siyasi çevre üzerinde ağırlık basmasıyla kalmaz, toplumu bu esaslara göre yaşamaları için yönlendirici pozisyon üstlenir. Hadaret ve kültürden yoksun olan ülkelerde veya bağımlı olan ülkelerde siyasi ortam ve siyasi çevre daha farklıdır. Buradaki siyasi ortam bağımlı olduğu devletin güdümündedir. Siyasi çevre ise kısıtlı hareket etmek zorunda veya sınırlandırılması gereklidir. Bunun nedeni de tabi olduğu devlete muhalif fikir ve düşünceler orada maya tutmasın.

Devletlerarasında siyasi ortam ve siyasi çevre farklılıklar arz eder. Şöyle ki; ideolojik bazda hareket eden siyasi ortama sahip olan devlet ideolojisinin gereklerine göre şekillenmiştir. Siyasi çevre hadaratı korumak ve taşımak için bu işle meşguldür. Dışarıda bu düşüncelerinin mayalanması için uygun ortamlar arar.

Bu gün İslamî fikirlerin siyasi ortam veya siyasi çevreye girmesi, İslam beldeleri ve batı ülkeleri için farklılıklar arzeder. Bu ancak Batı devletlerinde siyasi çevreye İslâm’ı tanıtma, onlardaki ön yargıyı kırma, İslam’ın güzelliklerini onlara gösterme amaçlı olurken İslam beldelerinde böyle değildir. İslam beldelerinde fikirler siyasi çevreye sunulurken otoritenin bu fikirleri uygulaması veya uygulayacak (otoriteye talip olan) kişilere yönetimi devretmesi şeklinde tezahür eder ve ümmete de fikirleri uygulamaya koymaları için otorite üzerinde etkin olmaya çağrılır. Bu arada otorite ile yapılan çatışma ümmete aksettirilir.

Siyasi ortam dünya yüzeyindeki gelişmeleri, haberleri, olayları takip edip fikirler ve görüşler açısından insanın işlerini gütmekle ilgili bir metot benimseyen siyasi kişiler çevresinden ibaret olduğunu söylemiştik. ABD gibi yerlerde odaklaşan siyasi çevre kapitalist fikirlerin etkisinde kaldığı için bu çevrede en ağırlıklı basan konular, menfaatin nasıl kazanılacağı, hürriyet, demokrasi, diyalog gibi konulardır. O siyasi çevrenin derdi ferdi ilerlemeye göre siyasi ortam oluşturmaktır. Bundan dolayı bu çevrede muhalif yetiştirmek, siyasi yöneticileri eleştirmek bir hak olarak ele alınır. Hatta bu noktada siyasi çevre bu yolla büyük rantlar elde eder. Bu çevre bir gurubu yükseltirken diğer gurup veya şahsiyeti alçaltabilir. Aslında kapitalist fikirler onlarda hakim olsa da siyasi çevre menfaat açısından iki zıt kutup oluşturur. Menfaatlerinin birleştiği noktalarda da tek kutupmuş gibi hareket ederler. Aynen bu gün olduğu gibi; İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıkta hemfikirdirler. Bunların ne zaman nerede nasıl hareket edeceklerini kestirmekte bazen zorlaşır. Yani bu siyasi çevre kaypak bir zemin üzerindedir. Bunu kapitalist olan dünya devletlerinin yapılarında, ortamlarında ve siyasi çevresinde daha açık bir şekilde görmek mümkündür. Bundan dolayıdır ki; ABD ve batı devletlerinde yöneticilere komplolar kurmak pek yaygındır. Aynı şekilde bu ülkelerin diğer ülkelerde de çeşitli komplolar düzenlemekle uğraştıklarını görürüz. ABD’nin İngiliz sömürgelerini eline geçirmek istemesi gibi.

Burada şu noktaya değinmek istiyoruz: ABD belki de siyasi çevre konusunda tarihte şu ana kadar yapılmamış bir kurumlaşmayı gerçekleştirmiştir. Şöyle ki; dünya siyasetini ellerinin içine alacak siyasi ortamı oluşturmuştur. Devletlerarası birçok teşkilatları ve kurumları (BM, İMF) bünyesinde toplayarak, o devletlerin siyasilerini etkileyecek siyasi çevreyi avucunun içine almıştır. Yani bir nevi global siyasi çevreyi oluşturmuştur. Gerçi bugünkü gelinen noktada Amerikanın buna da pek ihtiyacı kalmamıştır. Çünkü, ABD artık firavunlaşmıştır. Kendisini ilah gören, hiç bir fikre (kapitalist fikirlerden demokrasi, insan hakları gibi fikirlere dahi) müsamahalı yaklaşmayan, vurup-kıran, hiçbir kural tanımayan vahşi bir kovboy olmuştur. Siyasi çevre noktasında böyle bir yapılanmayı diğer devletlerde görmek mümkün değildir. Buna belki süper güç olmanın verdiği avantajda denilebilir. Osmanlı ve İngiltere de dahil olmak üzere bunu tarihte süper güç olmuş olan diğer devletlerde görmek mümkün değildir. Ayrıca ABD bunun önemini çok iyi kavramış olacak ki, bu hususta milyarlarca dolar sarf ederek siyasi tabakayı kendisine çekip onları kendi siyasi çevresinde tutmaya çalışmaktadır. Bundan dolayı ABD politikası dünya yüzeyinde şu an için çok aktif gözükmektedir. Gerçi bu cümleyi siyasi bir devlet için sarfetmek gerekir. Bugün Amerika siyasi olmaktan öte saldırgan bir devlettir. Saldırganlık fikri bazda değil güç bazındadır ki bu da; kapitalist ideolojisinin ve fikirlerinin çöktüğünün delilidir. Saldıracağı ülkeler, sömürgesi altına alacağı yerler, bu hususlarda atılacak adamlar, en ince detaylar yine bu siyasi çevrede gündem konusu olur ve bütün detaylarıyla ele alınır. 11 Eylül olaylarının ortaya konuluş şekli bunun açık bir örneğini teşkil eder. Fikri bazda çöken kapitalizm her tarafta birden Müslümanlara saldırıyı meşru göstermeye, onlara terörist damgası vurulmasının işlenmesi ve arkasından acımasız saldırıların ortaya konması perde arkası bu siyasi çevrenin işlerindendir.

İslamî siyasi ortam ise bunlardan tamamen farklıdır. Orada hakim olan ideolojinin kendisidir. Siyasi ortam bu ideolojinin esasları çerçevesinde hareket eder. Siyasi çevre dünyadaki siyasi gelişmeleri izler, tahlil eder, bunlar hakkında Şer’i hükümler çerçevesinde düşüncelerini ortaya koyarak siyasi ortamı ve toplumu doğru düşüncelere kanalize eder. Siyasi ortamda yabancı fikir ve düşüncelere yer olmadığı gibi siyasi çevrede hakim olan yapı yalnızca İslam ölçüleridir. Siyasi çevrede kâfirlerin etkinliği önlenir ve de onların bu ortamda etkin olmalarına müsaade edilmez. Yabancı fikirler siyasi çevrede etkin olma imkânı bulabilir. Yabancı fikirler karşısında savunulan fikirler toplumda köklü olarak hakim değilse bütün kapılar kapatılmalı, toplum tümüyle İslami fikirler doğrultusunda karantinaya alınmalıdır. Hint, Yunan ve İran felsefelerinin o günkü siyasi çevreyi etkilediği malumdur. Bu noktada kelamcılar doğmuş, ümmet çok büyük bir enerjisini bu alanda harcamıştır. İslam Devleti Hilafetin yıkılışı da siyasi çevrede İslam dışı fikirlerin tesirlerinin görülmesinden sonra olmuştur. Siyasi çevrede fikirlere kapı kapatılmaması gerekirse de bu demek değildir ki; bütün zararlı fikirler ve Müslüman olmayan şahsiyetlere müsaade edilir. Bu anlamı taşımaz. Bu akideye bağımlı olan kişilerin İslami noktada etkin olması, yabancı fikirlerin etkisini kırması, dünya düzeyinde yeni tezahür eden her tür gelişmeleri İslami fikirler ışığında değerlendirme anlamını taşır. Ayrıca siyasi çevrenin korunması gerekir. Bundan dolayıdır ki siyasi çevre İslam’ın ilk dönemlerinde etkin olan sahabelerin (Hz. Osman Radiyallahu Anha zamanına kadar) Medine dışına çıkmaları engellenmiştir. İslam’ın ilk döneminde olduğu gibi son dönemlere kadar siyasi ortam ve siyasi çevre mevcuttu. 17. asırda büyük yara alan siyasi çevre dışarıdan gelen fikirlerin tesiri altında kalarak, hayata bakışlarında batı hadaratını ölçü aldılar. Bu siyasi çevrede bakışlar köreldiği için de İslam Devleti beyin tabakasını kaybetti. Abdulhamid’te siyasi adam (kaht-ı rical) yokluğundan bahsederken aslında bunu kastetmiştir. Siyasi elemanın yokluğundan değil İslami esaslara göre siyaset edecek elemanların yokluğu söz konusu idi.

İslam’ın bütün fikirleri siyasidir. Hatta akideye ait fikirler dahi. Bundan dolayı İslam’ın bütün alanı siyasi ortamı teşkil eder. İslam’la idare olunan belde ümmeti ve siyasi çevresini İslam’la donatmak zorundadır. İslami siyasi ortamda kapitalist yapıda olduğu gibi muhalif diye bir grup olmaz ve de müsaade edilemez. Yani İslam karşıtı veya Hilafet karşıtı siyasi çevre oluşturulmaz ve bu doğrultudaki çalışmalar engellenir. Siyasi çevrede kim yer alırsa alsın Şer’i hükümler çerçevesinde hareket eder, toplumu bu doğrultuda besler, hükümlerin uygulanmasında titiz olur ve yönetimi her türlü sapmalar karşısında doğruyu göstererek etkilemeye çalışır. Hz. Ömer Radiyallahu Anha’ya hutbede iken bir meseleden dolayı karşı çıkan kadın örneğinde olduğu gibi. İslam devleti bu kadar uzun ömürlü olabilmişse siyasi çevresinin etkin fikirlerle donanmış olması ve bu siyasi çevrenin ümmetin üzerinde güven sağlamasından kaynaklanmıştır. Halife seçimlerinde siyasi çevrenin görüşleri daima ön plana çıkardı ve her dönem bu siyasi çevre varlığını korumuştu. İlk dönemlerde öne çıkan siyasi çevrenin etkili kişilerinden bazıları şunlardı: Ubeyde b. El-cerrah, Ali b. Ebu Talip, Osman b. Affan, Sa’d b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, ez-Zübeyr b. Avvam, Talha b. Ubeydullah ve Abdullah b. Ömer.

Bugün siyasi ortamda birçok Müslüman kişilerin bulunmasına rağmen onların etkilendiği fikirler İslami fikirler değildir. Demokratik, kapitalist, laik fikirlerden etkilenmişler, İslamî bir hayat nizamı olarak anlamaktan çok sadece ruhani bir din anlayışına sahip olduklarından, bu gün İslami fikirlerin siyasi çevreye girmesi yine Müslümanların elleri ve amelleriyle önlenmektedir.

Günümüzde ne yazık ki, İslami siyasi bir ortam yoktur. Bundan dolayı da bir asra yakın geçen süre içerisinde İslam beldelerinde küfür olan siyasi bir ortam ve bu noktada odaklaşmış siyasi çevre bulunmaktadır. Hatta batı hiç durmadan siyasiler ve siyasi ortamı etkileyecek kişiler yetiştirerek Müslümanların başlarına dikmekte ve hain yönetimlere pompalamaktadırlar. Ümmet bunları kabul etmese de, getirdikleri fikir ve düşüncelere pek rağbet göstermese de, bir hedefe sahip olmamalarından, tepkisiz kalmalarından dolayı batı bugün bunları zorla dayatmaktadır. Bundan dolayı bugün Müslümanlar perişan, kendilerinden olmayan otoriteler altında ezilmekte, belirli bir kesimde kokuşmuş siyasi ortamın hizmetçileri konumundadırlar. Onlar ancak güdümlü siyasetle kâfirlerin işlerini yürütmek için siyasi ortamda bulunuyor ve hizmet ediyorlar. Batı güdümlü siyasi çevrede bulunan insanların sayısı sınırlı olduğu gibi yine bunlar bu alana her türlü etki edecek siyasi yapılanmalara, fikri çatışmalara karşı korunur ve teşebbüs eden kişiler halkın nezdinde çeşitli saptırmalarla kötü gösterilir.

Yaptıkları işler kendileri açısından doğruluk payına sahip olabilir. Çünkü onlar İslam’ın etkileyici gücünü çok iyi bilmektedirler. Bu gücün Müslümanlar üzerinde etkili olabileceği gibi siyasi çevrede çok çabuk etkili olacağından, İslami fikirlerin yeniden Müslümanların arasında can bulacağından, Hilafettin yeniden kurulmasından korkuyorlar. Bu korkularında kendi çaplarında haklıdırlar. Hilafetin gelişi onların sahip oldukları bütün halleri boşa çıkaracaktır. Makam ve mevkilerini kaybedecek, toplumda sözleri geçerli olmayan birer asalak olarak dolaşacaklardır. Fakat bunların sinsi hareket etmesinden korkulur. Aynen Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem döneminde olduğu gibi, münafıkların durumuna benzer bir konum yeniden tekerrür edebilir. Bundan dolayı İslam siyasetiyle yoğrulmuş kişilerin bu gibi insanlara çok dikkat etmeleri ve mümkün olduğu kadar onları siyasi ortam ve siyasi çevreden uzak tutmaları kaçınılmazdır.

İslamî fikirlerin hakim olduğu siyasi ortamın olabilmesi ancak Hilafetin yeniden ikamesine bağımlıdır. Bundan dolayı da bugünün en elzem meselesi siyasi çevreye bu doğrultuda fikirlerin akıtılmasıdır. Bunun içinde; İslam zihniyetiyle donanmış, İslam şahsiyetine sahip siyasi eleman yetiştirmek için çalışmak gereklidir. Bu kişiler aydın düşünceye sahip, uyanık kişiler olarak toplumda, siyasiler arasında, siyasi çevrede etkin olmanın yollarını aramalıdırlar. Siyasi çevrede sahip oldukları düşünceleri açık ve sarih bir şekilde ortaya koyarak, bugün İslam ümmeti üzerine çöreklenmiş batı zihniyetine sahip siyasi ortamda hareket eden siyasi çevreyi etkilemeye yönelmelidirler. Çünkü toplumlar bu beyin kadrosunun elinde yapılanmaktadır. Siyaseti takip etmeyen, siyasi çevreden uzak kalan kişiler her ne kadar kuvvetli fikirlere sahip olursa olsunlar etkin olamazlar. İnsanlara İslami fikirler kabul ettirile bilir, fakat bu fikirlerin yaşama geçme sahası siyasi ortam, filizlenme noktası ise siyasi çevredir. Açık bir ifade ile fikirlerin hayat bulması siyasete soyunmak, bu alanda etkin olmak ve siyasi çatışmayı gerekli kılar. Otorite ile ve onu besleyen siyasi çevre ile bu çatışma gerçekleşmeden topluma İslam’ın fikirlerini, siyasi hayat yapısını göstermek mümkün olmayacaktır. İslamî fikirlerden haberdar olmak yeterli değildir. Ümmet bu çalışmayı yapanları ancak otorite ile yapılan çatışmalar sonucu daha kolay keşfedebilir. Ancak bu şekilde fikirler arası çatışma görülebilecek, İslam fikrinin gücü ortaya çıkacak, bu yönde çalışacak kitleye güven artacak, bugün kâfirlerin baskısından yeise kapılmışlık ve umutsuzluklar ortadan kalkacak, tereddütler yok olup, Müslümanlar sahip oldukları İslami fikirlerin etkinliğini yeniden görerek canlılık kazanacaklardır. Böylece hedefte netlik hasıl olacaktır.

İslam’ın güçlü fikri yapısı karşısında hiçbir düşünce ayakta durma imkânına sahip değildir. Bu fikir bugün siyasi ortamda hakim olmadığı halde düzenlerin o kadar acımasız tavırları ve bütün engellemelere rağmen yine de insanları etkisi altına alabilmektedir. Devletler içerisinde Müslümanların bulunduğu, kendi zihniyetlerini taşıyan partilere müsaade edip onlara her türlü imkânları sağlamalarına, ümmetle sahih parti arasına duvarlar örmelerine rağmen İslamî fikirlerin önünü kesmeye güçleri yetmemektedir. Düşünün!.. Bir de bu engellerin ortadan kalkıp, İslam ideolojisini esas almış bir partinin ümmetle kucaklaşmasını... Öylesi bir ortamda İslami fikirler yeniden hayat bulmak için ümmetin bağrında alev olup parlayacak, ümmeti bir çırpıda ayağa kaldıracaktır. Halen akidenin köklerini bünyesinde taşıyan o insanlar bu misyonla yeniden siyasi ortamda izzet bulacaklardır. Aynen Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve ashabının bu işi en güzel bir şekilde yerine getirdiği gibi.

Günümüzde bu gerçeği kavrayan ve kitlesel faaliyet yapanlar her nerede olurlarsa olsunlar siyasi ortama girmek ve siyasi çevrede bulunmanın yollarını aramak zorundadırlar. Bu demek değildir ki, onların taşıdığı zihniyetten kısmen bir parça kabul ederek, onların arasında yer alalım. Asla! Gerçek anlamda davayı yüklenenler ve İslamî kitlenin elemanları hiç tavizsiz bir şekilde fikri ve bu fikirlerden kaynaklanan siyasi etkiyi İslam’ın yüklediği yükümlülükler çerçevesinde göstermek zorundayız. Aynen Habeşistan’a hicret eden sahabeler gibi.

Bu günkü var olan yapmacık ve köksüz o siyasi çevrenin oturduğu çürük zemini, siyasi ortamlarının içerisine düştüğü acziyeti, kaos dolu yaşantıyı göstermez isek onları ve toplumu nasıl etkileye biliriz ki? Eğer İslamî fikirleri siyasi alana indirmiyor, onları etkilemeye kalkışmıyorsak etkileyen değil etkilenen konuma düşmüyor muyuz?!. Allah bu noktada ümmeti korusun. Çünkü onların ümmeti etkilemeye çalıştığı fikirler gayri İslamî fikirlerdir. Daha açık bir ifade ile küfür fikirleridir.

Davayı yüklenenler ve İslamî kitleler, önlerine çıkan her zorluk ve güçlüğe rağmen siyasi çevrelerde etkin olmak için son gayretlerini göstermek zorundadırlar. Şunu da biliyoruz ki, her gün korku dolu rüya gören düzenler kendi çaresizliklerini, düzenlerinin hiçbir işe yaramadığını itiraf etmelerine rağmen İslamî fikirleri ve dava elemanlarını bu çevreye yaklaştırmak istememektedirler. Her ne olursa olsun İslam bir gün onların yuvalarını yıkacaktır. Musa Aleyhisselam Firavunu nasıl ki, korkuttu ise, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Mekke’de nasıl müşrikleri çaresiz bıraktı ise bu günde ümmet küfür sistemlerini aynı şekilde İslamî fikirlerle tedirgin etmeye ve de çökertmeye muktedirdir. Allahu Teala şöyle buyurdu:

وقل اعملوا فسيرى الله عملكم ورسوله والمؤمنون وستردون إلى عالم الغيب والشهادة فينبئكم بما كنتم تعملون “De ki: (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Resûlü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Tevbe 105)