MÜ'MİNİN YAŞAMINDA, ALLAH İNANCININ YANSIMASI

b- Ecel:

(Ölümün tek sebebi Allah'ın takdir ettiği eceldir ve ölüm bir yok oluş da değildir.)

İnsanın hayatta karşılaştığı en önemli sorunlardan birisi de bu dünya hayatının sonudur. Yani ölüm meselesidir. İnsanın bütün sorunları gibi bu soruna da İslâm çözüm ve izah getirmiştir. Bu mesele de aynen rızk meselesi gibidir. Öldüren ve dirilten ancak Allahu Teala'dır. Hayat ve ölüm Allahu Teala'nın elindedir. Sübutu ve delaleti kesin ayetlerde Allahu Teala ölüm sebebinin ecelin sona ermesi olduğunu, öldürenin de kendisi olduğunu bize haber vermiştir. Şu halde, ölüm ancak ecelin sona ermesi ile meydana gelir. Ecel ölümün sebebi ve öldüren de Allahu Teala'dır. Bu konuyla ilgili olarak bazı ayeti kerimelerde Allahu Teala şöyle buyuruyor:

وما كان لنفس أن تموت إلا بإذن الله كتابا مؤجلا "Yazılı bir ecele bağlı olarak Allah'ın izni olmadan hiçbir nefis ölecek değildir." (Ali İmran 145)

أينما تكونوا يدركم الموت ولو كنتم في بروج مشيدة "Nerede olursanız olun, ölüm size yetişir. İster ise sarp ve sağlam kalelerin içerisinde olsanız bile." (Nisa 78)

قل إن الموت الذي تفرون منه "De ki, kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm size ulaşacaktır." (Cuma 8)

Bu ayetlerden açıkça anlaşılıyor ki, eceli sona ermediği sürece insan ölmeyecektir. Ölümün sebebinin ancak Allahu Teala’nın takdir ettiği ecelin sona ermesi olduğuna, can verenin de öldürenin de Allah olduğuna inanmak farzdır. Böyle inanmayan kâfir olur.

Ölüm hadiselerine ve ölümün içinde meydana geldiği durumlara gelince: Bunlar ölüme sebep değil, kendilerinde ölümün meydana geldiği hallerden bir haldir. Bunlar hiçbir zaman ölümün sebebi değildir. Ölümün sebebi ancak Allahu Teala'nın takdir ettiği ecelin sona ermesidir.

Sebep ile hal ve durum arasındaki fark şudur: Sebep kesin olarak neticeye vardırır. Hal ve durumlar ise böyle değildir. Onlar bir olayın içinde bulunduğu vaziyet ve şarttır. Fakat o olayın o vaziyet içinde olması kesin değildir, olabilir de olmayabilir de. Ya da başka bir vaziyet içinde gelebilir. Sebep ile vaziyet ve hal arasındaki fark gayet açıktır.

Ölüm hadisenin içinde hasıl olduğu birçok meseleleri inceleyen ve ölüm olayını da araştıran kimse şu neticeye varır: Ölüm sebebi gibi görünen, hastalıklar, kurşunlanmalar, yanmalar aslında sebep değildirler. Bunlar olunca ölüm vuku bulabiliyor fakat bazen de vuku bulmuyor. Bazen de bunların hiçbirisi olmadan ölüm meydana gelebiliyor. Bu da gösteriyor ki, ölümün tek sebebi vardır o da Allahu Teala'nın takdir ettiği ecelin sona ermesinden başka bir şey değildir.

Çağdaş cahiliye toplumunda ecel ve rızk konusu çok istismar ediliyor. Meseleye özellikle İslâm’i açıdan bakmayan insanlar bu iki hususta yani öldürülmek ve rızksız bırakılmakla tehdit ediliyorlar. İnsanlar da genelde bu tehdit sahiplerinden -ki onlar genellikle yöneticiler olmaktadır- korkarak sanki onlara boyun büküyorlar. Zira o tağuti yöneticiler, iradelerine boyun bükmeyenleri işlerinden çıkartmak ya da hapishaneye atmakla hatta idamla cezalandırmakla tehdit ediyorlar. İslâm’i idrakten yoksun insanlar da onları sanki bir ilah gibi görüyorlar ve onlara mutlak itaatle itaat ediyorlar.

İnsanların birçoğunda ölüm hakkında varolan cahiliye anlayışı maalesef son zamanlarda Müslümanlara da sirayet etti. Ölüm geldiğinde her şey bitti zannediyorlar. Ölüm ve sebebi olan ecelin Allah Subhânehu Ve Teala'nın elinde olduğu, ölümden kaçışın olamayacağı, genci, yaşlısı, zengini, fakiri herkese geleceği düşünülmüyor.

Ölüm gelince her şey bitmez. Ölüm ahiret hayatına açılan kapıdır, adımdır. Allah Subhânehu Ve Teala yolunda şehit olunmuş ise bu, o kişi için bir mutluluk günüdür. Allah yolunda şehit olanların ölüler olmadığını Allahu Teala şöyle bildirmektedir:

ولا تقولوا لمن يقتل في سبيل الله أموات بل أحياء ولكن لا تشعرون "Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin, bilakis onlar diridirler. Lakin siz onu hissedemez anlayamazsınız." (Bakara 154)

Asıl önemli olan ölümden sonraki ahiret hayatıdır. Allahu Teala'nın da bildirdiği gibi asıl hayat da o hayattır:

وما هذه الحياة الدنيا إلا لهو ولعب وإن الدار الآخرة لهي الحيوان لو كانوا يعلمون "Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı." (Ankebut 64)

İşte, Müslüman ölüme bu açıdan baktığı zaman Allah Subhânehu Ve Teala'nın rızasını kazanmak ve onun yolunda ölmek için şevk ve cesaret sahibi olur. Şu halde kişinin nasıl öldüğü önem kazanıyor. Örneğin: Bir insan, Allahu Teala yolunda savaştan kaçarken ölürse, kötü bir ölümle ölmüş oluyor. Ahirette akıbeti perişanlık ve cehennem olacaktır. Ancak Allah Subhânehu Ve Teala yolunda savaşırken ölürse şehitlik mertebesini elde edecek ve akıbeti saadet ve cennet olacaktır.

Geçmişte Müslümanlar şehitlik makamına ulaşmak için çok çaba sarf ediyorlardı. Sahabelerden birisi Resulullah'a soruyor: "Ben mücadele esnasında ölürsem ne olacak?" Efendimiz cevap veriyor: "Allah yolunda mücadele ederken ölürsen şehit olup cennette en yüksek mevkie gideceksin." Sahabe bunun üzerine elindeki birkaç hurmayı yemeyi beklemeden atarak şehitliğe, Allah yolunda ölüme geç kalmayayım diye cepheye, Allahu Teala yolunda savaşa koşuyor.

Sahabeler zamanında ve onlardan sonra onlara ihsanla tabi olanlar zamanında cihadtan dönenlere Müslüman kardeşleri “başınız sağ olsun, üzülme, inşallah gelecek sefer şehit olursunuz” diyorlardı. Cihadta şehit olanları ve yakınlarını da tebrik ediyorlardı. Onlardaki bu iman ve Allahu Teala yolunda şehid olarak ölme aşkı onları hep aziz, hep kahraman kılmıştır. Elbette ki dünyada ve ahirette aziz olmak istiyorsak bu şekilde olmamız gerekir. Zira bir kimse ölümden korkmazsa Allah Subhânehu Ve Teala'dan başka hiç kimseden korkmaz. Eğer ölümden korkarsa, kendi gölgesinden bile korkar ve bu hayatta zelil ahirette ise hüsrana uğrayanlardan olur.

Kâfirler ölümü istemezler, ondan şiddetle kaçarlar. İslâm’i idrake sahip Müslüman ise Allah yolunda savaşa geç kaldım diye ölümün üzerine koşar. Ne var ki, günümüzdeki Müslümanlar bu coşkuyu kaybettiler. Ölümden nefret ve kaçış, dünyaya ise muhabbet ve koşuş onları dünyada zelil kıldı. Şehidlik mefhumunun anlamını, tadını ve de coşkusunu yitirdiler.

Sahabeler, Efendimize sadece "cennet" karşılığı olarak her şeylerini, mal ve canlarını feda ediyorlardı. Bir hadisi şerifte bildirildiğine göre; “Bir zaman gelir ki o zaman bir adam şehit olursa kırk sahabe şehidi mükâfatı vardır.” buyrulmuştur. Tek şehid sevabı verilen sahabe beş dakika bile yerinde duramıyor. Ya bizlere ne oluyor ki, kırk şehid sevabı verildiği halde yerimize çakılıp kalıyoruz? Allah için bir işe, koşarak değil de zorla itilerek gidiyoruz.

Kâfirler, yapmış oldukları hareket ve davranışlarından dolayı ölümü temenni etmezler. Allahu Teala şöyle buyuruyor:

ولا يتمنونه أبدا بما قدمت أيديهم والله عليم بالظالمين(7)قل إن الموت الذي تفرون منه فإنه ملاقيكم ثم تردون إلى عالم الغيب والشهادة فينبئكم بما كنتم تعملون "Onlar (Yahudiler) yaptıklarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah zalimleri çok iyi bilir. De ki; sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma 7-8)

ولتجدنهم أحرص الناس على حياة ومن الذين أشركوا يود أحدهم لو يعمر ألف سنة وما هو بمزحزحه من العذاب أن يعمر والله بصير بما يعملون "Muhakkak ki sen onları (Yahudileri) yaşamaya karşı insanların en harisi bulursun müşriklerden her biri de arzular ki bin sene yaşasın. Oysaki yaşatılması hiç kimseyi azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını birer birer görür.” (Bakara 96)

Herhalde mümin ile kâfir arasındaki en önemli farklardan birisi budur. Kâfir ve müşrikler dünyada ebedi kalmak isterler. Müminler ise dünya hayatını kerih görürler. Ahireti ve cenneti temenni ederler. Allah Subhânehu Ve Teala'nın şu emrine uyarak bu dünyayı Müslüman olarak terk etmeyi arzu ederler:

ياأيها الذين آمنوا اتقوا الله حق تقاته ولا تموتن إلا وأنتم مسلمون "Ey iman edenler! Allah'tan hakkı ile korkun ve ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Ali İmran 102)

كل نفس ذائقة الموت وإنما توفون أجوركم يوم القيامة فمن زحزح عن النار وأدخل الجنة فقد فاز وما الحياة الدنيا إلا متاع الغرور "Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir." (Ali İmran 185)

Mademki her nefis ölümü tadacaktır o halde, neden ölüm şeklimizin şehadet olmasını temenni etmeyelim ve şehit olmak için çalışmayalım? Neden amacımız cennete girmek olmasın? Muhakkak ki, cehennemden kurtulup cennete girmek büyük kurtuluşa ermektir. Fakat bu kurtuluşa ermek ancak Allah yolunda sabırla mücadele ve cihad etmekle mümkündür. Bu hususta Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

أم حسبتم أن تدخلوا الجنة ولما يعلم الله الذين جاهدوا منكم ويعلم الصابرين "Yoksa, Allah içinizden cihat edenleri belli etmeden, sabredenler ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Ali İmran 142)

Sahabeler Mekke'de mücadele esnasında ölümü temenni ediyorlardı. Onlar, "Rabbimiz ölüm bize gelirse şehit olmak isteriz" diye bir temenni ve kanaat sahibiydiler.

Günümüzdeki Müslümanlar ise; ‘biz nefsimizi temizlemek istiyoruz, büyük cihatla meşgulüz’ diyerek Allah yolunda cihattan ve Allahu Teala'nın dinini hakim kılmak için çalışmaktan geri duruyorlar. Halbuki insan, Allah yolunda ölüme koşarsa muzaffer olur. Ölümden korkarsa zelil olur. Nasıl olsa öleceğimize göre, hangi halde öleceğimiz önemlidir. O halde, Allah Subhânehu Ve Teala'nın razı olduğu bir hal içinde yani Allah'ın dinini hakim kılmak için çalışma ve de cihat etme halinde ölmemiz bizim için en hayırlı iş olur. Bu bilinç içinde olan Müslüman ölümden korkmamalı hatta ölümü temenni etmelidir ki, ölüm onun için bir sorun olmaktan çıksın. Zira Allahu Teala Allah yolunda ölenleri şöyle müjdeliyor:

ولا تحسبن الذين قتلوا في سبيل الله أمواتا بل أحياء عند ربهم يرزقون(169)فرحين بما آتاهم الله من فضله ويستبشرون بالذين لم يلحقوا بهم من خلفهم ألا خوف عليهم ولا هم يحزنون(170)يستبشرون بنعمة من الله وفضل وأن الله لا يضيع أجر المؤمنين "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın! Bilakis onlar diridirler. Allah lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin, Allah'ın müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içerisindedirler." (Ali İmran 169-171)

Müslümanlar bu ayetteki müjdeye müstahak olmak için çalışırlar yani Allah yolunda ölüme koşarlar. Bu ise onlarda cesaret ve kahramanlığı meydana getirir. Sahabelerde olduğu gibi. Şöyle ki:

Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem İslâm ordusu Bedir'de yerleştikten sonra şöyle dedi: 'Haydi genişliği göklerin ve yerin genişliği kadar olan cenneti kazanmaya kalkın.' Umeyr b. Hummam; 'Ya Rasulullah genişliği gökler ve yerin genişliği kadar olan bir cennet mi?' dedi. Peygamber efendimiz; 'Evet öyle bir cennet' dedi. Umeyr; 'Ne güzel, ne güzel' dedi. Efendimiz; 'Niçin, ne güzel ne güzel diyorsun' dedi. Umeyr; 'Ya Rasulullah beni sevindiren onu kazanacağımı ummamdan başka bir şey değildir.' dedi. Bunun üzerine Umeyr elindeki hurmaları yemeyi bitirmeden; 'Ben bu hurmaları yiyinceye kadar beklersem uzun bir zaman geçmiş olur' dedi ve hemen hurmaları atıp savaşa koştu. Şehit düşünceye kadar da savaştı." (Müslim, Ahmed b. Hanbel)

Bir başka rivayette ise Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: "Muhammed'in hayatı elinde olan Allah'a yemin ederim ki, kim bugün bunlarla sırf Allah rızası için savaşır ve arkasını onlara dönüp kaçarken değil, sabır ve metanet göstererek onlara doğru ilerlerse, öldürülürse Allah onu cennete götürür. Bunun üzerine Umeyr b. Hummam 'Ne güzel, ne güzel! Demek benimle cennete girmem arasında bunların beni öldürmesinden başka bir şey yoktur' dedi ve hemen elindeki hurmaları attığı gibi kılıcını alıp onlarla savaşmaya başladı. Sonunda da şehit oldu." (Hayatüs Sahabe c.1 s.525)

Hanzala Radiyallahu Anha'da Allahu Teala yolunda cihadı gerdek gecesi sabahı yatağında olmaya tercih etti. Cihad çağrısını duyunca yatağından fırlayıp gusül abdesti almak için bile beklemeden cihada katıldı ve şehit oldu. Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem onu hurilerin gaslettiğini haber verdi.

Dırar b. Ezver zayıf bünyeli cılızdı fakat çevik ve cesur bir kahraman sahabe idi. Ölüme meydan okurcasına zırh kullanmaz, bağrı açık bir şekilde düşman üzerine giderdi. Rivayetlere göre seksen Rum komutanı ve askerini öldürmüştü. Bu haliyle düşman komutanlarını dahi dehşete düşürüyordu.

Müslümanlar, bütün bu cesaretleri bugünkü Müslümanların çok ihtiyacı olan, dünya sevgisini terk edip ahiretin nimetlerini arzulamaları ve bunun için de Allah yolunda ölüme koşarak gitmeleri neticesinde kazanmışlar, dünyada aziz ve karaman, ahirette de saadetli olmuşlardır.

Sahabeler için ölüm bir mesele değildi. Onlar için mesele ölümün kendilerini hangi halde bulacağı idi. Onlar arasında şu hikaye meşhur olmuştu: “Bir adam savaştan kaçıp bir sığınağa girer. Girdiği o mağarada gizlenirken bir ok gelip tam önündeki toprağa saplanır. Oku çıkartmak ister ancak çok zorlanarak çıkartır. Bir de ne görsün! Ok bir yılanın başına saplanıp yılanı öldürmüştür. O kişi 'Ölüm toprağın altında saklanan yılanı bile buluyor. Demek ki ölümden kaçış hiç yoktur. Zamanı geldiğinde nerede olsan buluyor' diye düşünüp tekrar savaş meydanına döner."

Ölümden kaçış insanı ölümden kurtarmaz fakat ölümden korkmadan sebatla Allah yolunda savaşmak, mücadele etmek insanı dünya ve ahiret saadetine kavuşturur. Felaha kurtuluşa eriştirir.

Allahu Teala'nın Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki Allah yolunda ölüm, Allah'a isyan içinde bir yaşamdan hayırlıdır." (Ebu Naim)

Mademki, ölümün zamanını değiştiremiyoruz ve ondan kaçamıyoruz. O halde Allahu Teala'nın rızasının gereği işleri ölüm endişesi ile yapmaktan geri durmamalıyız. Zira Allahu Teala kendisine kavuşmak isteyenlerin salih amel işlemekten geri durmamalarını şöyle bildirmektedir:

فمن كان يرجوا لقاء ربه فليعمل عملا صالحا ولا يشرك بعبادة ربه أحدا "Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın." (Kehf 110)

Salih amel işleme yeri bu dünyadır. Burada salih amel işlemeyenlerin ahiretteki pişmanlıkları fayda vermeyecektir. Rabbimiz şöyle bildirdi:

ولو ترى إذ المجرمون ناكسوا رءوسهم عند ربهم ربنا أبصرنا وسمعنا فارجعنا نعمل صالحا إنا موقنون "O günahkarların, Rableri huzurunda başları öne eğik halde 'Rabbimiz, gördük, duyduk. Şimdi bizi (dünyaya) geri döndür de, salih amel işleyelim. Artık kesin olarak inandık', diyecekleri zamanı bir görsen." (Secde 12)

Şu halde İslâm akidesine göre ölüm Müslüman için bir sorun değilse -ki değildir- o halde ne diye ölümden korkarak Allah yolunda Allah Subhânehu Ve Teala'nın dinini hakim kılmak ve aleme taşımak için gerekli olan Hilâfet Devletini kurmak için çağdaş tağutlara karşı mücadele etmekten geri duruyoruz? Neden ölüm korkusu ile yere çakılıp kalıyoruz? Yoksa bu korkunun bizleri ölümden kurtaracağını mı zannediyoruz? Yani tağutlara karşı çıkmazsak, mücadele etmezsek ölmeyecek miyiz? Yoksa dünya hayatını ahiret saadetine tercih mi ediyoruz? Halbuki dünya hayatı çok kısa ve de İslâm'ın hakimiyetinden uzak olunca zelil bir hayattır. Müslüman hiç zilletten hoşnut olur mu? Mademki ölüm mukadderdir, onun sebebi Allahu Teala'nın takdir ettiği eceldir, o halde ondan korkarak zilleti sineye çekmek, Müslüman'a yakışır iş değildir. Haydin kalbimizden, bizim zelil olmamızın sebeplerinden birisi olarak Resulullah’ın gösterdiği "Dünya sevgisi ve ölümü kerih görme" duygusunun galabetini söküp atalım da Allah'ın dinini hakim kılıp, aleme nur ve hidayet olarak taşıyacak olan Raşidi Hilâfet Devletini Allah'ın nusretine dayanarak kurmak için kahramanca çalışalım. Çalışalım da dünyada ve ahirette aziz olalım. Rabbimizin rızasına nail olalım. Yoksa korkunun ecele asla bir faydası yoktur.

Bu konunun devamı;