MÜ'MİNİN YAŞAMINDA, ALLAH İNANCININ YANSIMASI

c- İstikbal:

Evet, istikbal İslâm'ındır. Hakikat bu olmasına rağmen ne yazık ki bilhassa günümüzde, Müslümanların ekserisinde istikbalden bir ümütsüzlük hali hakimdir. İslâm'ın bir daha hakim olamayacağı, Müslümanların bir daha kalkınıp izzet bulamayacakları gibi ümitsizlik tohumları Müslümanların nefislerinde yerleşmiştir. Nitekim; "Efendim İslâm’i hayat elbette ki güzel ve doğru olanıdır. Ancak ona bir daha dönemeyiz. Hilâfet olsa iyi amma bir daha tekrar kurulması mümkün değildir. Müslümanlar, bu parçalanmış, zayıf ve perişan haldeyken bir daha hilâfet nasıl kurulsun? Hem kâfirler buna zaten fırsat vermezler. Çünkü onların güçlü devletleri, silahları, malları, askerleri ve ekonomik paktları var. Bu ortamda daha hala nasıl hilâfetin kurulmasından, İslâm'ın tekrar hakim olmasından bahsedersiniz? Biraz fazla idealist olmuyor musunuz...?" ve benzeri sözlerin, fikirlerin Müslümanların ağızlarında ve yazılarında terennüm edip durduğuna şahit oluyoruz.

İşte onların nefislerinde yerleşik yeisin yani ümitsizliğin ifadelerinden bir kısmı olan bu ve benzeri sözler ve fikirler onları gevşemeye, çalışmaktan geri durmaya, tembelliğe, pısırıklığa ve mevcut şartlara teslim olmaya, böylelikle zillete duçar olmalarına itmektedir. Hakikatleri gördükleri halde, o hakikatleri hayata geçirme uğrunda çalışmaktan, mal ve canlarıyla fedakârlıkta bulunmaktan geri kalmaktadırlar. Yani yerlerinde çakılıp kalmaktadırlar. Zira onlarda istikbale dair ümit kalmadığından, çalışmalarının ve fedakârlıklarının sanki boşa gideceğini, heder olacağını zannediyorlar.

Onun için ümmetin birçoğunun nefislerinde yerleşik bu istikbalden ümit kesme kanaatinin yanlışlığını, ne derece çürük olduğunu göstererek o umursamaz ümitsizleri, İslâm davasını yüklenmeleri için harekete geçirir ve davayı yüklenenlerin de azimlerini ve gayretlerini daha da kamçılar umuduyla, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ışığında "İstikbal'in İslâm'ın olduğunu", “İstikbalde İslâm'ın hakim olacağını” ve bunun “İlahi vaat” olduğunu göstermeye çalışalım inşaAllah. Allahu Teala buyuruyor ki;

"Sizden iman edip de salih amel işleyenlere Allah şöyle vaat buyurdu; Andolsun ki, onlardan evvelkileri (kâfirlerin) yerine geçirdiği gibi (güçlü ve iktidar sahibi kıldığı gibi) kendilerini de muhakkak (müşrik ve kâfirlerin) yerine geçirecek (güçlü ve iktidar sahibi kılacak) ve elbette ki kendileri için razı olduğu dinlerini (İslâm'ı) mutlaka yerleşik kılıp sağlamlaştırarak hakim kılacak ve elbette onları (müminleri) korkularının ardından kesinlikle güvenliğe erdirecektir. Onlar, hiçbir şeyi bana ortak koşmaksızın yalnızca bana ibadet ederler." (Nur 55)

Bu ayeti kerimenin ifadesi umumidir. Ayetteki; "başkasının yerine hakim kılmak", "dini yerleştirip hakim kılmak" ve "güvene erdirmek" hakkındaki Allahu Teala’nın vaadi sadece sahabelere (Allah onlardan razı olsun) mahsus değildir. Bu vaat, ibarenin genel oluşundan dolayı; iman edip salih amel işleyenler, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yalnızca Allahu Teala'ya ibadet eden her cemaate ve ümmete şamildir. Bu vasıfta olan cemaat veya ümmeti, yeryüzünde kâfirlerin yerine hakim kılacağına, onların işlerini yürütücü kılacağına, Müslümanlar için razı olduğu dini/İslâm'ı, yeryüzünde pekiştirip yerleştireceğine, yeryüzündeki İslâm dışındaki bütün dinler, fikirler ve ideolojiler üzerine hakimiyeti onlara vereceğine ve zalimlerin, tağutların onlar üzerindeki korkularını, zulümlerini üzerlerinden kaldırarak zaferi tahakkuk ettirmek ve düşmanlara galip kılmak sureti ile güvenle değiştireceğine dair Allahu Teala'nın vaadi umumi bir vaattir. Başka bir ayeti kerime de Allahu Teala buyuruyor ki;

هو الذي أرسل رسوله بالهدى ودين الحق "Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen O'dur.” (Saf 9)

هو الذي أرسل رسوله بالهدى ودين الحق ليظهره على الدين كله ولو كره المشركون Öyle ki; müşrikler hoşlanmasalar da onu (hak din olan İslâm'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır." (Tevbe 33)

Bu ayeti kerime bize; bütün dinler üzerine hükmü, üstünlüğü ve egemenliği ile istikbalin İslâm'ın olduğunu müjdelemektedir. Bazı insanlar, bunun Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, Raşit hâlifeler ve onlardan sonra gelen hâlifeler zamanında gerçekleştiğini zannediyorlar. Fakat hakikat öyle değildir. Zira gerçekleşen bu sadık vaatten, ancak bir cüzdür. Nitekim Nebî Sallallahu Aleyhi Vesellem'de buna şöyle işaret etmekte:

Aişe Radıyallahu Anhuma Nebî Sallallahu Aleyhi Vesellem'in şöyle dediğini rivayet etti: "Lat ve Uzza'ya tapılmadıkça gece ve gündüz gitmeyecektir." Yani kıyamet kopmayacaktır. Bunun üzerine Aişe Radıyallahu Anhuma soruyor ki; "Ya Rasulullah, ben zannediyorum ki Allahu Teala’dan (yukarıda zikredilen) Tevbe suresi 33. ayet indirilince bu iş tamam olmuştur." Bunun üzerine Rasul şöyle buyurdu:"Şüphesiz ki ondan Allah'ın dilediği olacaktır." (Müslim)

Bu demektir ki; hak din İslâm bütün dinler üzerine hakim olacaktır. Ayetlerde geçen İslâm'ın zuhuru haberini (yani üstünlüğünün hakimiyetinin açığa çıkmasının haberini) ve hâkimiyetin yeryüzüne yayılmasının boyutlarını açıklayan başka ayet ve hadisler de vardır.

Allahu Teala, Bakara suresi 191. ayette, kâfirlerin, Müslümanları Allahu Teala'ya kulluktan vazgeçirmek için nasıl çalıştıklarını zikrettikten sonra onların işlerini "fitne" olarak vasıflandırıp, bu fitnenin katilden, yani insanları öldürmekten beter olduğunu vurguluyor. Daha sonra 193. Ayette, Müslümanlara hitaben, bu fitneyi ortadan kaldırıp, dinin tamamen Allah'ın için olması, yani, kulluğun yalnız Allah Subhânehu Ve Teala için olması gayesiyle, o kâfirlerle savaşmalarını emrediyor. Allahu Teala Enfal suresinde 30. ile 40. ayetler arasında da kâfirlerin yeryüzünde sadece Allah'a kulluk yapmaya nasıl mani olduklarını ve insanları Allah yolundan saptırmak için nasıl çalıştıklarını ve hatta çalışacaklarını zikrettikten sonra, onların bu yaptıklarını "fitne" olarak vasıflandırarak, Müslümanlardan bu fitneyi ortadan kaldırmak, kulluğun tamamen Allah için olmasını sağlamak için kâfir ve müşriklerle savaşmalarını emretmektedir. Bu hususta Allahu Teala şöyle buyurdu:

إن الذين كفروا ينفقون أموالهم ليصدوا عن سبيل الله فسينفقونها ثم تكون عليهم حسرة ثم يغلبون والذين كفروا إلى جهنم يحشرون "Gerçek şu ki, küfre sapanlar, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Bundan böyle de harcayacaklardır. Sonra bu onlara pişmanlık ve yürek acısı olacak, sonunda da mağlup olacaklardır." (Enfal 36)

وقاتلوهم حتى لا تكون فتنة ويكون الدين كله لله فإن انتهوا فإن الله بما يعملون بصير "(Yeryüzünde) fitne kalmayıp din (kulluk sistemi) tamamıyla Allah için oluncaya kadar onlarla (Allah'a kulluktan alıkoyan ve Allah yolundan saptıran o kafirlerle) savaşın." (Enfal 39)

Görüldüğü gibi Allahu Teala kâfirlerin, insanları Allah'a kulluktan, Allah yolundan saptıran varlıklarını yani devletlerini (Kur’an'ın ifadesi ile fitneyi) tamamen kaldırmaları için o kâfirlerle savaşmalarını Müslümanlara yüklüyor ve yeryüzünde dinin (kulluğun) tamamıyla Allah için olmasını da Müslümanlara bir gaye kılıyor. Allahu Teala'nın bu emri demektir ki; bu gayenin gerçekleşmesi mümkündür ve gerçekleşecektir. Allahu Teala bunu da şu ayeti kerimede şöyle vurguluyor:

لا يكلف الله نفسا إلا وسعها "Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez." (Bakara 286)

Allahu Teala’nın fitneyi yani kâfirlerin siyasi, ekonomik ve askeri varlıklarını, devletlerini ortadan kaldırıp kulluğun tamamen Allah için olmasını gerçekleştirmek gayesi ile savaşı Müslümanlara yüklemesi, bu gayenin gerçekleşmesinin mümkünattan olduğunu ve aynı zamanda gerçekleşeceğini gösterir. Bunun gerçekleşeceğini yani Allahu Teala'ya kulluk sistemi olan İslâm'ın yeryüzünün tamamına kuvvet ve izzetle hakim olacağını ve küfrün (kula kulluk sistemlerinin) de zelil olacağını, daha önce zikrettiğimiz ayetlerin müjdelediği gibi birçok sahih hadisi şerifler de müjdelemektedir. Şöyle ki;

"Gerçekten Allah, benim için yeri topladı da (gözümün önüne serdi de) onun doğusunu ve batısını gördüm. Muhakkak ki, ümmetimin mülkü bana gösterilene (yani arzın doğusu ve batısına) ulaşacaktır." (Müslim, K. Fiten)

Yine Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

"Muhakkak ki, bu iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür." (Ahmet b. Hanbel - Taberani - İbni Hibban)

İşaret edilen ve müjdelenen bu hakikatlerin gerçekleşmesi mutlaka küfrün kuvvetlerine ve taşkınlıklarına galip gelebilmeleri için Müslümanların madden ve manen, iktisadi ve askeri olarak güçlü olmalarını gerekli kılar. Nitekim bunun da gerçekleşeceğine hadisi şerifler şöyle işaret edip müjdelemektedir:

İmam Ahmet ve Daremi, İbni Kubeyl'den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Biz Abdullah b. Ömer, İbn el-As'ın yanındaydık, şöyle soruldu: “İlk önce hangi şehir fethedilecek, Kostantiniyye mi? Roma mı?” Abdullah, kilitli bir sandığın getirilmesini istedi, ondan yazılı bir kağıt çıkardı ve şöyle dedi; “Biz Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in etrafında yazıyorken; “hangi şehir önce feth olunacak, Kostantiniyye mi? Roma mı?” diye soruldu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, Heraklin'in şehrinin yani Kostantiniyye'nin fethedileceğini söyledi."

Bu hadisin ifadesine göre Roma Kostantiniyye'den sonra fethedilecek şehirdir. Mu'cem'ul Buldan'da geçtiğine göre Roma, İtalya'nın başkentidir.

Yine Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Yahudiler sizinle harp edecek ve onlara üstün geleceksiniz. Hatta taş, ey Müslüman şu arkamdaki Yahudi'dir onu öldürüver, diyecektir." (Müslim, K. Fiten)

İşte Yahudiler, İsrail varlığının kurulmasıyla, Müslümanlarla savaşa başlamışlardır!...

Başka bir hadiste Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "Müslümanlar Yahudilerle harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Müslümanlar onları öldürecekler. Hatta Yahudi taş ve ağacın arkasına saklanacak. Taş veya ağaç da, Ey Müslüman, Ey Allah'ın kulu, şu arkamdaki Yahudi'dir, haydi gel de onu öldür diyecektir. Yalnız Garkad müstesna. Zira o Yahudilerin ağacıdır. (Buhari - Müslim)

Bu son iki hadis, Müslümanların, Yahudilerin varlığı olan İsrail’i tamamen yok edeceklerini, orada Yahudileri ortadan kaldıracaklarını ifade ettiği gibi, önce geçen hadis, Müslümanların, İtalya'nın başkenti, Papalığın karargâhı ve Hıristiyanlığın merkezi, Avrupa'nın kalbi durumunda olan Roma'yı fethedeceklerini müjdelemektedir. Bu hadiste müjdelenen Kostantiniyye, Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in haber verişinden 800 seneden fazla bir süre sonra fethedildiği gibi şüphesiz Roma da fethedilecektir. Bu feth de Allahu Teala'nın izniyle tüm Avrupa'nın fethinin başlangıcı olacaktır. Bu üç hadis bize, İslâm'ın askeri yönden çok güçlü bir iktidara yani devlete sahip olacağını gösterdiği gibi şu iki hadis de bize bu devletin aynı zamanda iktisadi yönden de güçlü olacağına işaret etmektedir.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu hususta şöyle buyurdu: "Ümmetimin son zamanında bir hâlife olacak. Malı adetle saymadan avuçla avuçlayacaktır." Ravi diyor ki; “Ben (bu hadisi Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'den nakleden) Ebu Nadra ile Ebu Alâ'ya; bunun Ömer b. Abdülaziz olacağını zanneder misin?” diye sordum. Onlar; “hayır cevabını verdiler.” (Müslim)

Başka bir rivayette Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: "Ahir zamanda bir hâlife olacak, malı saymadan taksim edecektir." (Müslim)

Yani mal çok olacak, devlet de Hilâfet devleti olacaktır. Zira dikkat edilirse Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem "hâlife olacak" dedi. Ayrıca bu devletin, yeryüzünü zulüm, fitne ve fesattan tamamen temizleyip adaletle dolduracağına, İslâm'ı tam olarak hakim kılacağına haberler ve müjdeler Mehdi ile ilgili varit olan birçok hadisi şeriflerde geçmektedir. Mesela şöyle zikredilmektedir:

"... Yeryüzünü, zulüm ve işkence ile dolduğu gibi adalet ve doğrulukla dolduracaktır." (Ebu Davut)

Muhakkak ki İslâm'ın bu devleti, Raşit Hilâfet Devleti olacaktır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu şöyle müjdeliyor:

İmam Ahmet rivayet ediyor ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: "Nübüvvet Allah'ın dilediğince aranızda kalacaktır. Allah onu kaldırmayı dilediği zaman kaldırır. Sonra nübüvvet yolu üzerinde bulunan hilâfet olur. Allah'ın bulunmasını dilediği kadar kalır. Sonra ısırıcı melikler dönemi gelir. Allah'ın bulunmasını dilediği kadar bulunur. Allah kaldırmayı dilediği zaman onu kaldırır. Sonra zorba iktidarlar gelir. Allah'ın dilediği kadar kalırlar. Allah dilediği zaman onu da kaldırır. Sonra nübüvvet yolu üzere hilâfet gelir. Sonra sustu." (Ahmet b. Hanbel)

Diğer hadisler gibi bu hadisler de Nübüvvetin delaletlerindendir. Vahiyle bildirilmiş gelecekle (gaiple) ilgili gelen bir haberdir. Bu hadiste ifade edilenin birçoğu gerçekleşti. Nübüvvet dönemi, Nübüvvet yolu ve metodu üzerindeki Raşidi Hilâfet devri, ısırıcı melikler dönemi ve zorba melikler (iktidarlar) dönemi gerçekleşti. Ancak bu hadisin son kısmının gerçekleşmesi kalmıştır ki o da, Nübüvvet yolu ve metodu üzerinde olan Raşidi Hilâfetin geri gelmesidir.

Görülmektedir ki Allahu Teala, kitabı Kur’an'ı Kerimi’nde, Resulü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hadisi şeriflerinde bize istikbalin İslâm'ın olduğunu, İslâm'ın tekrar izzet, adalet kudretle hakim olacağını, hem yeryüzünün tamamında hakim olacağını müjdelemekte ve vadetmektedir. Muhakkak ki Allahu Teala'nın vadetmesi haktır ve O vaadinden dönücü değildir. Zira Allah Subhânehu Ve Teala şöyle buyurmuştur:

وعد الله لا يخلف الله وعده ولكن أكثر الناس لا يعلمون "(Bu) Allah'ın vadettiğidir. Allah vaadinden caymaz. Ancak insanların çoğu bilmezler." (Rum 6)

Allahu Teala, istikbalin İslâm'ın olacağını müjdeleyip vadettiği gibi nusretin kendi katında olduğunu, yolunda olan, dinini yeryüzünde hakim kılmak için mücadele eden muhlis müminlere yardım edeceğini de müjdeleyip vadetmiştir. Allahu Teala şöyle buyurdu:

وما النصر إلا من عند الله العزيز الحكيم "Zafer ancak Aziz ve Hakim olan Allah'ın katındadır." (Ali İmran 126)

ولينصرن الله من ينصره إن الله لقوي عزيز "Muhakkak ki, Allah kendisine (dinine) yardım edene yardım edecektir. Şüphe yok ki Allah güçlü olandır, Aziz olandır." (Hacc 40)

Yüce Allah, müminlere yardımın dünyada da, ahirette de olacağını vadetmiştir. Şöyle ki;

إنا لننصر رسلنا والذين آمنوا في الحياة الدنيا ويوم يقوم الأشهاد "Muhakkak ki biz, Resullerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) duracakları günde elbette yardım edeceğiz." (Mümin 51)

Ancak yüce Allah, bu yardımın ne zaman geleceğini ve hangi vakitlerde ulaşacağını açıklamamış ve hiçbir kimseye bu konuda bir bilgi vermemiştir. O halde biz müminlere bu sadık vaade dayanıp yardım ve nusreti sadece Allahu Teala'dan bekleyerek ve O'nun rızasını kazanma yolunda O'nun farz kıldığı aziz İslâm davasını ihlasla yüklenmek ve çalışmak, çalışma esnasında da sabretmek düşüyor. Eğer bu çalışmayı yaparsak Allah'ın yardımı bize mutlaka ulaşır. Bu yardım bize ya bu dünyada muzaffer olmamız ya da ahirette Allah'ın af ve mağfiretine kavuşmamız şeklinde ulaşır. Ama her halükarda Allah'ın yardımı bize ulaşır. Yeter ki biz, O'nun dinine yardım etmekte yani İslâm davasını yüklenmekte muhlis olalım.

Bu hakikatler karşısında, Müslüman'ın vasfı olmaması gereken umutsuzluğun bir dayanağı kalır mı? Elbette ki kalmaz. Kendilerini pısırık, köşeye çekilmiş, umutsuz kılmış, böylece de zelil kılan ümitsizlik illetini Müslümanların nefislerinden söküp atmaları gerektiğini şu ayeti kerimeye de dikkatleri çekerek vurgulamak istiyoruz. Allahu Teala şöyle buyuruyor:

ولا تيئسوا من روح الله إنه لا ييئس من روح الله إلا القوم الكافرون "Allah'ın lütfundan ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah'ın lütfundan ancak kâfirler topluluğu ümit keser." (Yusuf 87)

O halde Müslümanların İslâm'ın yeryüzünde yeniden hakim olacağına, hilâfetin kurulacağına ve Raşit Hâlifeler döneminde olduğu gibi nübüvvet yolu ve metodu üzerinde olacağına yani Raşit Hilâfet olacağına, bu hilâfetin sınırlarının genişleyeceğine, fetihlerin artacağına, kısacası; Allahu Teala'nın vadettiği yardımın ve zaferin geleceğine, istikbalin İslâm'ın olduğu müjdesinin gerçekleşeceğine sağlam bir güven içinde olmalıdır.

Bu konunun devamı;