SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLE İLE ÇALIŞMANIN FARZİYETİ

Hilâfetin yıkılmasından itibaren Müslümanların vakıası/durumu gittikçe kötüleşti. Müslümanların bir uzvu acı çektiğinde diğer uzuvları ona koruma kollama ile ortak olan bir tek vücut gibi birbirine kenetlenmiş bir ümmet halindeyken, kanları, canları birbirine denkti, hepsi de kendi dışındakilere karşı dururlardı. Daha sonra parçalandılar. Kâfirler onlardan bazılarına saldırdıklarında diğerleri seyirci oldular, sanki o mesele onları alakadar etmiyormuş gibi. Müslümanlar güçlü bir tek devlet iken dünya o devletin karşısında bin bir hesap yapıyordu. Daha sonra onlar zayıf, peyk ve ajan, uşak devletçikler ve siyasi varlıklar içinde yaşamaya başladılar. Azgın tamahkârlar gözlerini onlara dikmekteler, sömürgeci kâfirler servetlerini çalmaktalar.

Muhakkak ki; Müslümanların halinin fasid/bozuk oluşunun ve zayıf oluşlarının sebebi, bir hayat nizamı olarak İslâm’ı terk etmiş olmaları daha sonra da aralarındaki ilişkilerde beşeri nizamların hakim oluşuna sükût etmeleridir. Müslümanların halinin bu fasid/bozuk vakıasını değiştirmek ise mucizelerden bir mucize değildir, fakat Müslümanların yapabilecek durumda oldukları mümkünattandır. Nitekim Allahu Teâla bu amaç için metot ve hükümler koymuştur. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve ashabı da o metot ve hükümler doğrultusunda seyretmişler, yürümüşler ta ki; İslâm Devleti’ni kurarak cahiliyye toplumunu bir İslâmi topluma dönüştüresiye kadar. O İslâm Devleti de, dünyanın büyük bir kısmını dar-ul küfürden/küfür ülkesinden dar-ul İslâm’a/İslâm ülkesine dönüştürmüştür.

Nitekim, fasid münker vakıayı değiştirmenin Müslümanlara farz olduğuna delalet eden birçok şer'i nass gelmiştir. Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:

والمؤمنون والمؤمنات بعضهم أولياء بعض يأمرون بالمعروف وينهون عن المنكر "Mü’min erkek ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu emrederler, münkerden nehyederler.” (Tevbe: 71)

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle buyurdular: “Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıfıdır.” (Müslim, İman, 70)

“İleride bir takım yöneticiler olacak. Tanıyacak/farkında olacaksınız ve inkâr edeceksiniz/yereceksiniz. Kim farkında olursa suçsuzdur, kim inkâr ederse kurtulmuştur. Fakat kim razı olur ve tabi olursa …” (Müslim, İman, 3445)

Bu nasslar, Müslümanlardan gördükleri herhangi bir münkeri değiştirmelerini kesin bir taleple talep etmektedirler. Bu değiştirmeyi güçlerine göre ya el ile yani eylem ile ya dil ile yani söylem ile ya kalp ile yani hoşnutsuzluk ile yapmalılar. Ancak ortada münkerlerin en büyüğünden birisi vardır ki o da, İslâm dışı yönetimlerin hâkimiyetinin neticesi olan Müslümanların hayatlarının fesad/bozuk oluşudur. Nitekim Allahu Teâla Müslümanlardan onun değiştirilmesi için çalışmalarını talep edip bu çalışmayı farz-ı kifaye kılmıştır. Allahu Teala şöyle buyurdu:

إن الله لا يغير ما بقوم حتى يغيروا ما بأنفسهم “Muhakkak ki Allah, bir toplum bünyesinde olanı değiştirmedikçe o toplumun halini değiştirmez.” (Ra’d: 11)

Bu, sabitliğine ve önemine delaletini haber verme sigasıyla gelen bir taleptir. Nitekim bu, Allahu Teâla’nın yaratmış olduğu varlık yasalarından bir yasa olmuştur. Bu yasa, insanların kitle olarak değiştirmek için çalışmalarını gerekli kılmaktadır. Ta ki; Allahu Teâla onlarda olanı (yani hallerini) değiştirsin. Buna, ayetin çoğul sigasıyla gelen lafızları delalet etmektedir. "Kavim/toplum", “onlar değiştiresiye”, "bünyeleri" kelimelerinde olduğu gibi.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle buyurdu: “İçlerinde Allah’a isyanların işlendiği bir toplum bu durumu değiştirmeye güçleri yettiği halde değiştirmezlerse, Allah’ın hepsini toptan cezalandırması yakındır.” (Ebu Davud)

Bu, toplumdan içinde yaşadığı fasid vakıayı değiştirmelerinin kesin talebidir. Eğer bunu yapmazlarsa Allahu Teala onların hepsini de cezalandırır. İster o Allah’a isyanları işlesinler, ister işlemesinler fark etmez, herkes aynı cezaya müstahak olur. Çünkü onlar, değiştirmeye güçleri yettiği halde farz-ı kifayeyi yapmaya katılmadılar. Zira münkeri değiştirmek/ortadan kaldırmak Müslümanların üzerine farzdır. Ortada bir münker vardır ki onu fert tek başına değiştiremez, birbirinden kopuk fertler de değiştiremezler. Hilâfet Devleti’nin olmayışından dolayı bugün içinde yaşadığımız fasid vakıa gibi. Allahu Teala bu münkerin değiştirilmesi için topluma bir metod koymuştur. Bunu da Müslümanlara aralarından, Hilâfet Devleti’ni tekrar kurmak için çalışan bir kitle oluşturmalarını farz kılarak yapmıştır. Allahu Teala şöyle buyurdu:

ولتكن منكم أمة يدعون إلى الخير ويأمرون بالمعروف وينهون عن المنكر وأولئك هم المفلحون “İçinizden hayra davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir kitle olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran: 104)

Bu ayette kesin emir, Müslümanlardan İslâm’a davet eden, marufu emredip münkerden nehyeden bir kitlenin oluşturulmasına yönelmiştir. İslâm’a davet; akidesi ile nizamı ile hayat vakıasında İslâm’ı hakim kılmak için çalışmayı gerekli kılar. Bu ise, onu tatbik eden ve bütün insanlara taşıyan bir devlet olmadıkça olmaz. Böylece talep edilen kitlenin yükümlülüğü Hilâfet Devleti olan bu devleti kurmak için çalışmak olmaktadır…

Nitekim Müslümanlardan kitle olarak marufu emretmelerini, münkeri nehyetmelerini kesin bir taleple talep eden, bunu yapmadıkları zaman Allahu Teâla’nın onları dünya ve ahirette cezalandıracağını haber veren Nebevi hadisler de gelmiştir.

Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle demiştir: “Nefsim elinde olan Zat’a yemin olsun ki ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz ya da Allah’ın, katından size bir (genel) ceza göndermesi yakındır. O zaman O’na dua edip yalvarırsınız da O duanızı kabul etmez." (Tirmizi)

“Muhakkak ki insanlar münkeri gördüklerinde onu inkâr etmezlerse Allah’ın onları genel bir şekilde cezalandırması yakındır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned)

“Allah’a yemin olsun ki, ya marufu emreder münkerden nehyedersiniz, zalimin elini tutarsınız (zulümden alıkorsunuz) ve onu zorla da olsa hakka boyun büktürür ve hak üzere kalmasını sağlarsınız ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir sonra da İsrail oğullarını lanetlediği gibi lanetlenirsiniz.” (Ebu Davud, Melahim, 3774)

Şu halde dünyada ve ahirette Allah’ın azabından kurtulmak istiyorlarsa, Müslümanların üzerlerine düşen vazife; İslâm’ı tekrar hayata devlet ve nizam olarak hakim kılmak maksadıyla İslâm’ın değiştirme metoduna uyarak içinde yaşadıkları münker vakıayı değiştirmek için çalışmaya hemen başlamalarıdır.

Allahu Teâla’nın farz kıldığı ve Resulünün açıkladığı bu metod; mescitler inşaat etmek, Kur’an-ı Kerim ezberletmek, hac, umre ve sadakayı artırmak ile olmaz. Her ne kadar bütün bunlar devlet ve fertlerden Şer’an talep edilmiş olsalar da o metod değildirler. Allahu Teâla’nın farz kıldığı ve Resulünün Sallallahu Aleyhi Vesellem açıkladığı metod; Müslümanlar arasından, Hilâfet Devleti’ni kurarak, İslâmi hayatı tekrar başlatmak için çalışan bir kitle örgütlemektir. Bu kitlenin faaliyeti ise; fikrî çatışma, siyasi mücadele ile olur. Fikrî çatışmadan kasıt; İslâm dışı bütün inanç, fikir ve mefhumlara karşı çıkmaktır, toplumda mevcut İslâm dışı esaslar üzerine kurulu bütün ilişkilere karşı çıkmak, sonra da İslâmi bir toplum olması için topluma hakim olması gereken İslâm’ın fikirlerini, mefhumlarını ve hükümlerini açıklamaktır. Siyasi mücadeleden kasıt ise; hayatın bütün yönlerinde İslâm’ı tatbik etmeyen yöneticilere karşı çıkmaktır. İslâm ümmetine karşı tertip ettikleri hilelerini, entrikalarını ve planlarını açığa vurmak, iltifat ve dalkavukluk yapmadan cesaretle onları muhasebe etmektir. Ta ki ümmet İslâm üzere uyansın, bilinçlensin ve Hilâfet Devleti’ni kurarak İslâm’ı hayata tekrar hakim kılmak için çalışan kitleyi bağrına basar hale gelsin. Allahu Teâla, Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem’e şöyle hitap ediyor:

ياأيها المدثر(1)قم فأنذر “Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar! (Müddessir: 1-2)

فاصدع بما تؤمر وأعرض عن المشركين “Sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir." (Hicr: 94)

Bu ayetlerde Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem’e olan hitap her zamanda bulunan Müslümanlara da hitaptır. Şu halde onlara düşen, devlet kurasıya kadar Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem’in yaptığı işleri onların da yapmalarıdır. Ta ki kendi ellerinden gasbedilen otoriteleri tekrar kendilerine dönsün, sonra da Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünneti üzerine bir Hâlifeye biat etsinler. Allahu Teâla’nın;

ولتكن منكم أمة يدعون إلى الخير ويأمرون بالمعروف وينهون عن المنكر وأولئك هم المفلحون “İçinizden, hayra (İslâm’a) davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir grup bulunsun." (Al-i İmran: 104) ayetindeki kesin talebine icap edip İslâmi fikir üzerine örgütlenmiş olan ve Allah’ın farz kıldığı, Resulünün açıkladığı metod içindeki merhaleleri geçen, Müslümanlar içinde uyanık, bilinçli bir grup olmasına rağmen uğruna çalıştığı hedef henüz gerçekleşmemiştir. O hedef ise, Hilâfet Devleti’nin tekrar kurulmasıdır. Bu durum, yukarıda nasslarda geçen Müslümanlardan kesin talebin gereğini halen geçerli kılmaktadır. Şu halde Müslümanların hemen bu kesin talebe icabet etmek için koşmaları gerekir. Şer'i şartlara haiz bir kitle ile örgütlenip onunla beraber içinde yaşadıkları fasid vakıayı değiştirmek için çalışmaları gerekir. Aksi halde, dünya ve ahirette Allah’ın cezasına müstahak günahkarlar olurlar.

Bu metod, kendisine tabi olunması farz olunmasına ilaveten; onun dışındaki metodlara tabi olarak seyredenler açıkça başarısız olmuşlardır. Bu ise ümmeti; bütün hareketlere şüpheyle bakmasına, onların eliyle değiştirmenin imkânsız olduğunu düşünmesine, hatta onların içinde samimi olanların eliyle dahi imkânsız olduğunu düşünmesine sevk etmiştir. Ümmet, bütün bunları samimi hareketin ümmetten ayrılmaz bir parça olduğunu Hilâfet Devleti’ni kurarak fasid vakıayı değiştirmek için beraber çalışmak uğruna kendisini bağrına basıp liderliğini kendisine verdiği samimi ideolojik bir kitle ile ancak köklü değişimin ya da kalkınmanın mümkün olacağını idrak etmeksizin yapmaktadır.

O halde biz Allahu Teala’ya karşı takvalı olalım. İçinde yaşadığımız vakıayı, Hilâfet’in tekrar kurulması için daveti yüklenenlerden uyanık, bilinçli samimi olanlarla beraber örgütlenerek değiştirmek için ciddi bir şekilde hemen çalışmaya başlayalım. Ta ki dünyanın izzetine, şerefine ve ahiretin sevabına nail olalım ve Allahu Teâla’nın Resulünün Sallallahu Aleyhi Vesellem şu hadisinde kastettiği kişilerden olalım: "Muhakkak ki Din garip olarak başlamıştır ve tekrar garip olarak gelecektir. Müjdeler olsun o garipleredir ki onlar, benden sonra Sünnetimden insanların ifsad ettikleri/bozdukları hususları düzeltirler.” (Tirmizi, İman, 2554)

1924 yılında “Atatürk” diye isimlendirilen, İngiliz ajanı yahudi Mustafa Kemal, İngilizlerle işbirliği yaparak Müslümanların 13 asır kendisi ile yönetildiği yönetim nizamı Hilâfet’in yıkımını ilan etti. Onun yerine beşerî küfür sistemini ilan etti. Bununla birlikte Müslümanların risaletini taşımaktan geri kaldıkları, davalarından yüz çevirdikleri bir dönem başladı. Böylece Müslümanlar kâfirler için bir yağma alanı olup tam anlamı ile paramparça oldular. Ülkeleri parçalandı. Mal varlıkları gasp edildi. Kendi amaçlarına hizmet etmeleri ve Müslümanlar üzerinde bekçileri olmaları için Müslümanların başlarında kâfirlerin tayin ettiği idareciler/emirler çoğaldı. Böylece onlar ümmete zillet ve aşağılanmanın çeşitlerini tattırdılar. Ümmeti açık küfürle yönettiler. Sorunlarını ümmetin düşmanlarının ellerine teslim ettiler. Bu durum sizin şunları görmenize kadar ulaştı: Düşmanlarınız sizi hakir görüp, siz dininizden uzaklaşasıya kadar size meydan okuyor ve ülkenizde saldırılara maruz kalıyorsunuz.

Hilâfetin yıkımı, bu Yahudi'nin ilga edilişini ilan ettiği gün olmamıştır. Bilakis onun yıkılış süreci Müslümanların dinlerini anlamakta gafil olup ona, ondan olmayan küfür fikirleri ve hükümlerinden bazı şeyler katmaya başladıkları, Kur’an lügatı olması vasfıyla Arapça’dan yüz çevirmeye başladıkları günden itibaren başlamıştır. Böylece dilleri yabancılaştı. Anlayışları bozuldu. Doğru anlayışa muhalif olanı ya da heva heves eğilimlerini cezbedeni uygulamaya başladılar. Böylece ümmete, esası üzerine Hilâfet Devleti’nin kurulduğu ideolojiyi anlamakta zafiyet ve tatbikinde çatlaklıklar isabet etti. Doğal bir netice olarak da kalkınmanın rükunları sarsıldı. Hilâfet parçalanıp her bir parçasının başı, kâfirlerin çıkarlarının emin bekçisi, ümmeti çeşitli belalara duçar eden haini oldu.

Müslümanlar olarak şunları idrak etmemiz gerekir: Ümmet, ideolojisinin anlayışı ve tatbikinde ihsana ulaşmadıkça kalkınmaz. Ümmet, yasamayı heva hevese terk etmiş halde iken ideolojisi ile ilgili anlayışını düzeltmesi mümkün olur mu? Ya da o, ideolojisinin kapsamına küfür fikirlerinden demokrasi ve ondan fışkıran hürriyetler gibi fikirleri katma gayreti ve hevesi içindeyken ümmetin ideolojisi ile ilgili anlayışının düzelmesi mümkün olur mu? Ya da ideolojisini anlamanın şartlarından olan Şer'î ilimleri ve Arapçayı ikmal etmeden ideoloji anlayışının düzelmesi mümkün mü? Kendisi ile İslâm’i hayatın tekrar başlayıp; İslâm davetinin aleme cihad ve hüccet ile taşınacağı Hilâfet Devleti olmadan İslâm’ı tatbik etmek mümkün olur mu? O halde Allahu Teala’nın şu sözüyle size emrettiği Allah’ın sultasına-otoritesine davet edene uyun!

ومهيمنا عليه فاحكم بينهم بما أنزل الله ولا تتبع أهواءهم عما جاءك من الحق “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet/yönet. Haktan sana geleni bırakıp da onların arzularına uyma.” (Maide: 48)

Huzeyfe Radiyallahu Anha’dan rivayetle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “Nübüvvet aranızda Allah’ın kalmasını istediği kadar kalacaktır. Sonra Allah onu kaldırmayı dileyince kalkacaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzerinde Hilâfet olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalacak ve sonra Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra eziyet çektirici bir otorite olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra despot bir yönetim olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Daha sonra da Nübüvvet metodu üzere Hilâfet olacaktır.” Sonra sustu." (Ahmed b. Hanbel, Müsned Kufiyyîn, 17680)

O halde, Rabbinizin size vaad ettiği ve Resulünün sizi kendisiyle müjdelediği şey için çalışın! Zira dünya ve Ahiretin hayrı ondadır.

ياأيها الذين آمنوا استجيبوا لله وللرسول إذا دعاكم لما يحييكم واعلموا أن الله يحول بين المرء وقلبه وأنه إليه تحشرون "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi size hayat verene davet edince onlara icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz kesinlikle O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal: 24)