Home / News / OKUYUCUDAN / Makale / Vahim Durum Yalnızca Ümmet’tir.
islam devleti default

Vahim Durum Yalnızca Ümmet’tir.

Vahim Durum Yalnızca Ümmet’tir. BismillahirRahmanirRahim “Hem size ne oluyor ki, Allah yolunda: “Ey Rabbimiz! bizleri bu halkı zâlim olan memleketten çıkar, tarafından bizi iyi idare edecek bir sahip ve bize katından bir kurtarıcı gönder” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların kurtarılması uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?”(Nisâ/75)

Doğrusu Kur’an bize apaçık bir delil olarak İslam bize Resulullah(s.a.v)vahyedilen dinin temel ve vazgeçilmez unsuru olarak indirilmiştir.

Allah (svt)‘dan başka kim bile bilirdi kibir gün çağdaş batılı devletlerin necis elleri  Müslümanların kalkanlarını parçalayacak ve Müslüman beldelerinde sözde özgürlük , barış götürenler ve İslam beldelerine demokrasi götüren çağdaşlar cirit atacak yer altı ve yer üstü kaynakları  ümmetin zenginliği elinden alınacaktı. Sadece ümmetin zenginliğimi? Elbette hayır! Yer yüzünde hüküm koyma yetkisinin ALLAH (svt)‘dan alıp yer yüzünü beşeri nizamlar ile tağuti yönetimlere mahkum etmişlerdir.  Bununla kalmayıp İslam’ın izzetlendirdiğiMüslümanların izzet ve şerefinin hiçe sayılması ve onlara yapılan her daim zulüm ve dayatmalar 1924’ den başlayıp günümüze kadar devam etmiştir. Gerçekten bizlere neler oluyor  kadınlar ve çocukların kurtarılması uğrunda savaşa çıkmıyoruz!Neler oluyor da katliamlara sessiz kalabiliyoruz?! Müslümanların izzet ve şerefine batılı devletler necis ellerini sürerken bizler sade oturup da onlara baka biliyoruz.

Farkında olanlar hiç mi düşünmezler; bizler ne için yaratıldık, ne için varız neler yapacağız ne olacağız?

İşte, bu sorunun akabinde devreye peygamberler girmektedir. Yani Allah’ın elçileri. Onlar  aratan tarafından aramızdan seçilmişler ve AllahuTeala’nın yaratmasındaki maksadını bizlere bildirmişlerdir. Bu maksat Kur’an’da şöyle zikredilmektedir:

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”(Zariyat 56)

İster Mü’min, ister kafir olsun bütün insanlar bu hayatın bir sonunun olduğunu kabul etmektedir. Ancak ölümün varlığını kabul etmek bizi kurtarmaz. Düşünen insan, ölümden sonra ne var? sorusunu kendisine sormalıdır. Bu soruya işaretle AllahuTeala Kur’an’ı Kerim de şöyle buyurmaktadır:

 “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak  galiptir, çok bağışlayıcıdır.”(Mülk 2)

Amacımızın yalnızca İslam’a hizmet ve vahdet ve tevhid ile olması gerekmektedir. İslam’iesaslara dayalı sağlıklı bir kalkınmanın ve İslam’i akideye dayalı devlet anlayışımızın neden var olmadığı batı hadaratları, kültürlerin kendi hayatımızda mefhumlaştırıp da dünya hayatının İslami boyutundan uzaklarda ve İslam’ı sadece taklitte ön plandayız!  İslam’ın asla bize ihtiyacı yoktur. Zira bizim ona ihtiyacımız vardır. Birliğimiz ve dirliğimizin yalnızca İslam devleti ile mümkün olabilir. Vahdet yalnızca Tevhid ile mümkündür. İslam’ı tamamıyla alıp hayatımızda tatbik etme sürecine girmeyeceğimiz güne kadar hiçbir şekilde Allah bize nusret (yardım) ve zaferini asla  yollamayacaktır. Tekrar sağlıklı ve diri kalkınmanın ortaya koyulan sağlıklı bir projenin kalkınma ideolojisine bağlı İslam’ı esas alan fikirlere ihtiyacı olmasıdır. Taki kalkınabilelim.

“Sizden öncekilerin başlarına gelenler sizin başınıza  gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamberler ve onunla beraber bulunan müminler: Allah’ın yardımı ne zaman? diyecek kadar darlığa ve sıkıntıya uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah’ın yardımı şüphesiz yakındır.”(Bakara 214)

Tekrar İslam’ı hayata hakim kılmak için resullerin ve nebiler’in yolunda, Peygamber’in nübüvvet metodu üzere çalışmamız gerekirki  buda yalnızca bizim tekrar İslam’ı kendimize dava edinmemizden geçer. Ki başımıza gelecek her nevi korkulardan vazgeçerek yalnızca Allah‘tan korkmamız gerektiğini ondan her daim nusret (yardım) talep etmeliyiz. İslam ile koparılan bağımızın tekrar onarılması için mücadelemize devam edip İslam’ın tekrar hayat sahasına getirebilelim.

“Fitne ortadan kalkıp, din yalnız Allah’ın oluncaya kadar, onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilin ki, düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.” (Bakara:193)

 “İnsanlar “inandık” deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar?” (Ankebut: 2)

Bu ayetlerde kısaca özetlersek cihad kurtuluş yolu olarak gösterilmiş, cihad emredilmiştir. Ayrıca yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve Allah’ın dini yeryüzüne hakim oluncaya kadar küfür ehli ve zalimlerle uğraşmamız emredilmiştir. Dah sonra da cennete kolayca girilemeyeceği, “İnandık” demenin pek anlamı olmadığını, ancak Allah yolunda mücadele edenlerin cennete gireceği uyarısı yapılmıştır.

Peygamberimizin uyarısı da şöyle: 

“Cennet size ayakkabınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.”(Riya zül Salihin:105)

Allah Resulünün bir ikazı da şöyle:

“Sakın zulmen öldürülen birinin yanında durma! Çünkü orada hazır bulunup da onu müdafaa etmeyenin üzerine lanet yağar. Sakın mazlum olarak dövülen bir kişinin yanında durma! Çünkü orada hazır bulunup onun müdafaasını yapmayanın üzerine lanet iner.” (İhya:5/145)

Peygamber efendimizin ifadelerine göre, bizim yaşayışımıza göre cennet de cehennem de bize çok yakındır. Ona göre hareket etmeliyiz. Haksızlık ve zulüm sayılabilecek olaylar karşısında da suskun, tepkisiz kalmamalıyız. Zira üzerine lanet yağan insanın cennete yakın olması zordur. Mitolojimize bakacak olursak pasiflik yoktur. İslam’ın emri de hareketliliktir. Dünya durmuyor, dönüyor biz durursak asla olmaz. Unutmamak gerekir ki, mikroplar durgun suda çoğalır. Eğer akan su gibi olursak, pislik tutmayız, mikroplar bünyemizde barınamaz.
Bir başka husus da düşman her zaman fırsat kollar, asla acımaz, hele zayıf ve gafil görürse tekin durmaz. Bu demektir ki, her zaman uyanık ve hazırlıklı olmalıyız. Ancak o zaman ümmet olarak dünya milletleri arasında varlığımızı sürdürebiliriz.

Fitne ve fesadın yeryüzünden tamamen kalkması için sahih bir kitle ile çalışmak ve İslam Devlet’inin ikamesi ile mümkün olabilecek bir vakıadır. İslam beldelerinin tamamında Müslümanlar bir takım hadiselerle oyalanıp haklarını gasp edilmesi ile karşı karşıya kalabilmişlerdir.  İnsan aciz ve yetersizdir ki buda parçalanmış İslam beldelerinin tamamına yardım edebilecek durumda değildir. Yardım kuruluşları ve bu gibi insani örgütlerle asla Müslümanların tamamına yardım edebilecek bir durumu yoktur insanların.

Sosyal, kültürel ve ahlaki bozulma karşısında herkese görev düşmektedir. “Ben bir şey yapamam” yok. Bugün yeryüzünde işe yaramayan hiçbir şey yok. İnsan mı işe yaramayacak? İçinde yaşadığımız toplumu her yönü ile saran, tehdit eden tehlikelere karşı hepimizi psikolojik, ekonomik ve kültürel mücadele bekliyor. Çünkü bizim ve toplumun huzuru, kurtuluşu verilecek mücadeleden sonra gelir. Kendi yükümüzle beraber başkalarının da yükünü taşıdığımız, herkesten ve her şeyden sorumlu olduğumuz unutulmazsa, iki cihan saadetini hak ederiz.

Hesap günü Resule gelen Risalete iman edip etmediğimiz, Şer’i hükme bağlı kalıp kalmadığımız hususunda hesaba çekileceğiz. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem muhakeme ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

“Kişi… şu beş değişik şahitler ile mahkemeye gelir. Bir ameli işlerken yeryüzü, onun lehine ve aleyhine şahittir, vücudundaki bütün uzuvlar onun lehine aleyhine şahittir, amel defterleri onun lehine aleyhine şahittir, yazıcı melekler onun lehine aleyhine şahittir ve her şeyi bilen Allah Subhenehû ve Tealaonun lehine aleyhine hüküm verir.”

Ayette Allah Teala şöyle buyurdu:

“Hevasını kendisine ilah edineni gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akledeceğini mi sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha şaşkın haldedirler.”(Furkan 43-44)

Bu, genel olarak insan için düşüncenin önemini göstermektedir. Özel olarak Müslüman için önemine gelince; Müslüman herhangi bir insan değildir. O düşüncesinde, davranışlarında, arzu ve duygularında Rabb’isinin terbiye ve disiplinine teslim olan kişidir. İşte onun bu kişiliğine İslâm’i şahsiyet denir. Müslüman bu şahsiyette sebat etmelidir.

Herhangi bir kişide şahsiyet; zihniyetin ve nefsiyetin belli bir düşünce sistemi ile şekillenmesi ile oluşur. Zihniyet, düşünce yapısıdır. Nefsiyet ise, yaratılırken kendisine 31 verilen yapısal özelliklerin dışa yansıması olan duygu ve arzularına bağlı olan eylemlerdir. İşte belirli bir şahsiyet, insanın düşünce yapısının belirli bir düşünce sistemine göre şekillenerek iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin değerlendirmelerini yapabilmesi, bu değerlendirmelerde kendisinde bir tutarlılığın olması ile zihniyetin teşekkülü neticesinde, buna ilaveten de duygu ve arzularının yani sevgi ve buğzunun, hoşnut ve hoşnutsuzluğunun zihniyeti doğrultusunda şekillenerek belirli davranış biçimlerine dönüşmesi ile oluşur. Taki Kelime Tevid’i tasdik ettiğimiz zaman Rabbimizile aramızda bir sözleşme (akit) yapmış oluyoruz. Bizler yaptığımız akide sadık olmalıyız. Çünkü ALLAH (svt)şöyle buyurdu:

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz  Allah katında şiddetli bir buğza sebep olur.”(Saf 2-3)

Görüldüğü gibi mümin kimsede zihniyet ve nefsiyetin birbirleri ile çelişkili olmamasına yönelik ikaz var. Şu ayeti kerimelerde de Allah müminlerin diğer insanlar gibi olmamaları, belirli bir şahsiyete yani İslâm’i şahsiyete sahip olmaları gerektiğini bildiriyor:  Bunun için, İslâm davetini yüklenenlerin İslâm hayatını yeniden başlatmak ve dünyaya İslâm davetini taşımak için çalışırken omuzları üzerine atılan en önemli şeyin, fertlere ait hayatın esasının Şer’î hükümlere bağlanmak olduğunu iyice izah etmeleri, sosyal ilişkilerde de şer’î hükümlere bağlanmanın esas olması gerektiği hususunda topluluklar arasında bir kamuoyu meydana getirmek, buna dayalı olan İslâm’i hayatın  tekrar başlaması, bunu başlatacak olan ve yine Şer’î hükümlere dayanan Hilâfet Devletinin kurulması için yapılacak çalışmanın ehemmiyeti önemle vurgulanmalıdır. İşte bütün bunlar, ancak Şer’î hükümlere bağlanmayı, Müslümanlar arasında seciyelerden bir seciye, insanlara hakim olan tek bir fikir haline getirmek ve bağlanmakla mümkündür.

Umuyoruz ki; ümmet bu bahsettiğimiz konular üzerine ısrarla eğilir, ölçüler çıkartır, hayata bakışı değişir ve yeniden o izzetli günlere kavuşmak için İslam davasını canla,  başla bağlanır. Ki böylece ufku açılan Müslümanlar İslam Davasını yüklenerek en kısa zamanda Raşidi Hilafeti ikame etmek için özveri ile çalışır. Allah bütün Müslümanların yar ve yardımcısı olsun…

 Ferhat TAYBOĞA

[email protected]

 

Ayrıca...

bu-ramazan-ayi-hilafetsiz-gecen-son-ramazan-olsun

Bu ramazan ayı hilafetsiz, buruk geçen son ramazan olsun

İslam, hayat dolu bir nizamdır. Onda durgunluk, diğer dinlerdeki gibi kapalılık söz konusu değildir. Hayatın …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir