DİLİN LAFIZLARI VE KISIMLARI |
|
Araplar, belirli manalara
delâlet etmek için belirli lafızlar koymuşlardır. Böylece lafız,
manaya delâlet edendir. Mana ise, lafızla kendisine delâlet
olunandır. Bundan dolayı dil araştırmaları; sadece lafızlar
hakkında araştırmalar, lafızlar ve manalar hakkında
araştırmalar, manalar hakkında araştırmalardır. Bundan dolayı
konulan lafızlar üç kısımdırlar:
Birincisi; sadece delâlet için yani lafız için,
İkincisi; delâlet eden ve delâlet olunanın dikkate alınması için,
Üçüncüsü; sadece delâlet olunan için.
Lafız, sadece
delâlet eden
olması itibarı ile yani lafızların delâleti itibarı ile üç kısma
ayrılır:
Birincisi: Mutabakat/uyum
delâleti.
Bu, lafzın delaletinin anlamının tamamına olmasıdır. “İnsan”
lafzının delaletinin konuşan canlıya delâlet etmesi gibi, lafız
manasına uygun düştüğü için böyle isimlendirilmiştir.
İkincisi: Tazammun/kapsamak
delâleti.
Bu lafzın delaletinin, mananın cüzüne olmasıdır. “İnsan”
kelimesinin sadece canlıya ya da sadece konuşana delâlet etmesi
gibi. Onu kapsadığı için böyle isimlendirilmiştir. Yani delâlet
olunan mananın, kendisi için konulanın kapsamında olduğundan
“kapsayıcı” olarak isimlendirilmiştir.
Üçüncüsü: İltizam/gereklilik
delâleti.
Bu lafzın delaletinin, lafzın gereğine olmasıdır. “Aslan”
lafzının cesarete delâlet etmesi gibi. Delâlet olunan mana,
kendisi için konulana gerekli oluşundan dolayı böyle
isimlendirilmiştir. Gerekli oluşta itibar olunan, zihinsel
gerekliliktir. Yani iltizam delâleti ancak zihinsel gereklilikte
tasavvur edilir. Ki o, lafzı işittiğinde zihnin kendisine
yöneldiği husustur. İster
السرير –
taht/döşek ve yükseklik gibi zihinsel gereklilik ile beraber
dışarıda da gerekli olsun ister görme ve körlük gibi dışarıda
gerekli olmayan olsun, fark etmez. O sadece dış gereklilikte
oluşmaz. Zira lafzı işitince zihin kendisine yönelmediğinde,
delâlet kesinlikle hâsıl olmaz. Bu gereklilik şarttır, sebep
değil. Yani gereklilik tek başına, iltizam delaletinin meydana
gelmesinde sebep değildir. Bilakis sebep, lafzın söylenmesidir,
“gereklilik” ise şarttır.
Lafız, delâleti itibarı ile;
mürekkeb
ve müfred kısımlarına ayrılır.
Eğer lafzın bir cüzü, ifade
ettiği mananın bir cüzüne delâlet ediyorsa o,
mürekkebtir.
İster o, isnad terkibi olsun, “Kaim Zeyd” ve “Zeyd Kaim” gibi,
ister ise meczi/karıştırma terkibi olsun, “on beş” ve “ba’la
bekkle” gibi ya da izafe terkibi olsun. “Zeyd’in oğlu”, “evin
kapısı” gibi fark etmez.
Lafzın cüzü manasının cüzüne
delâlet etmezse, o
müfrettir. Bu
şöyle olur: Harfi cerr’lerden
ب
– be
harfi gibi asıl itibarı ile lafzın cüzü olmamasıdır ya da
زيد
– Zeyd
lafzında olduğu gibi lafzın cüzü olup manasına delâlet
etmemesidir. Zira
ز
– zâ,
ي
– yâ,
د
– dâl,
bunlardan her biri alfabelerin bir harfi olduğuna delâlet
etseler de Zeyd lafzının manasından bir cüz değildir yani
delâlet ettiğinden değildir. Çünkü
زيد
– Zeyd lafzının delâlet ettiği, belirli bir şahıstır. Aynı
şekilde
عبدالله – Abdullah
ve
تأبط
شراً – (Sabit b.
Cabir b. Süfyan el-Fehmi; -ölümü takriben Miladi 530-, cahiliyye
dönemi Arap şairlerindendir. Bir gün kılıcını koltuğunun altına
alıp evinden dışarı çıkıyor. Onu annesine soran bir kimseye
annesi;
تأبط
شراً وخرج
“koltuğuna bir şer alıp dışarı çıktı” diyor. Ondan sonra öyle
çağrılıyor.) v.b. özel isimler. Yani şahıs onunla
isimlendiriliyor ve o şahsa delâlet eden işaret oluyor.
Müfred,
şu üç kısma ayrılır: İsim, fiil, harf. Şöyle ki:
Müfred lafız,
ya manası ile bağımsız olur ya da bağımsız olmaz. Manası ile
bağımsız olmuyorsa o
harftir.
Zira harfin kendisi için konulduğu manası, ancak o manaya bağlı
bir manaya delâlet eden başka bir lafzın itibarı/dikkate
alınması ile anlaşılır.
قبضت
من الدراهم
“Dirhemlerden aldım” sözündeki
الدراهم
“dirhemler” lafzı,
من
“den” harfinin anlamına bağlı manaya delâlet etmektedir. Çünkü
من
harfinin delâlet ettiği “parçalara ayırmak”,
الدراهم
“dirhemler” lafzının manasına bağlı olmaktadır.
Müfred lafız, manası ile
bağımsız oluyorsa yani manası başka bir lafza gerek olmaksızın
anlaşılıyorsa bakılır; Eğer tasrifi/çekimsel biçimi ile yani
hali ile geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanlardan birisine delâlet
ediyorsa o;
قام
–
يقوم
–
قم
‘kalktı’, ‘kalkıyor’, ‘kalk’ gibi bir “fiildir”.
Çekimsel biçimi ile zamanlardan birisine delâlet etmiyorsa o “isimdir”.
Şöyle ki o,
زيد
–‘Zeyd’ gibi aslı itibarı ile zamana delâlet etmez. Ya da zamana
delâlet eder, fakat çekim biçimi ile değil zatı ile delâlet
eder;
الصبوح –
أمس –
الآن
–
غدا
‘sabah’, ‘akşam’, ‘şimdi’, ‘yarın’ gibi.
Bunun için müfred şu üç kısma
ayrılır: Harf, Fiil, İsim.
İsim,
kendisindeki manaya delâlet edendir. Yapısından dolayı manası
dışında zamana ihtiyaç duyulmaz. O yani
isim;
ya külli olur ya da cüzi olur. Çünkü onun mefhumuna birçok şeyin
katılması ya uygun olur ya da uygun olmaz. Eğer birincisi
olursa, o küllidir. İkincisi olursa, o da cüzidir. Zira külli,
hakkında ortaklığın vukuu bulmasının tasavvuruna/düşünülmesine
engel olmayandır. İster ortaklık vukuu bulsun; “insan”,
“hayvan”, “katip” gibi. İster mümkün olmakla birlikte vukuu
bulmasın “güneş” gibi, ister ise imkânsızlıktan dolayı vukuu
bulmasın “ilah” gibi. Yani lafız, eğer manası ortaklığı kabul
ederse, küllidir.
İsmin cüzi olmasına gelince:
O, manasına birçok şeyin ortak olmadığı lafızdır. Bir adamın
özel ismi olan “Zeyd” gibi.
هو
–
هي
zamirleri gibi. Zira
زيد
– Zeyd lafzı ve
هو
– “o” lafzı manasında ortaklığı kabul etmez. Böylece bu tür
lafızlar cüzi olur.
Küllî isim; eğer
fertlerindeki manası üstünlük, kuvvet ve önceliklilik bakımından
farklılık göstermeksizin eşit ise, o mütevatidir. “İnsan” lafzı
gibi. Çünkü “insan” lafzının fertlerinden her biri,
hayvanlık/canlılık ve konuşkanlık bakımından diğerinden
fazlalılığı yoktur. Aynı şekilde
الفرس
– ‘feres’ lafzının da fertlerinden her birinin diğerinden
fazlalığı yoktur. “Mütevati” denildi. Çünkü o, uyum içinde
olmaktır.
تواطأ
فلان وفلان “falan,
falanca ile tavatü etti” denildi. Yani ikisi ittifak etti,
anlaştı demektir.
Küllî isim manası fertlerinde
farklılaşırsa, o ‘müşekkik’ olur.
الوجود –“vücud”
lafzı ve
الأبيض –“ebyad”
lafzı gibi. Farklılığı ister
الوجود lafzında
olduğu gibi, gerekli olmak ve mümkün olmaktan dolayı olsun –zira
الوجود yaratıcı
hakkında gereklidir/vacibtir, başkası hakkında ise mümkündür- ya
da istiğna/ihtiyaç duymamak ve ihtiyaç duymaktan dolayı olsun.
الوجود –“vücud”
gibi, -yere ihtiyaç duymamalarıyla birlikte cisimlere “vücud”
denilir. Yere ihtiyaç duymalarına rağmen arazlara da (renk,
hareket, sükun gibi) “vücud” denilir. Ya da ziyade ve
noksanlıktan dolayı olsun.
النور
– nur gibi. Zira o güneşte lambadan daha çok vardır. Bu tür
lafızlara “müşekkik” denildi. Çünkü ona bakan, hakikatin tek
olmasından dolayı onun mütevati mi yoksa ikisi arasında fark
oluşundan dolayı “müşterek” mi olduğu hususunda şüpheye
düşmektedir.
Küllî isim ayrıca, cins ve
müştak/türemiş olmak üzere iki kısma ayrılır. Şöyle ki: Külli
eğer “insan”, “at”, “siyah” v.b. aynı mahiyete delâlet edişinden
dolayı belirli olmayan bir asıla delâlet ederse; o, cinstir yani
‘cins’ isimdir. O öyle olmasından dolayı zihinsel hakikat için
konulmuş lafızdır. Külli eğer, belirli bir sıfat sahibine
delâlet ederse o müştakdır/türemiştir. “Atlı”, “siyah” v.b.
gibi.
Cüzi isme gelince; o da iki
çeşittir. Özel isim ve zamir.
Şöyle ki; lafız, delaletiyle bağımsız olursa yani onu tefsir
eden bir şeye ihtiyaç duymuyorsa o, özel isimdir. Zeyd, Abdullah
gibi. Onu açıklayan bir şeye ihtiyaç duymasından dolayı bağımsız
değilse o, zamirdir.
هو
–
هي
“o” gibi. Çünkü zamirleri açıklayan bir şey mutlaka olmalıdır.
Harf ile zamir arasında fark şudur: Harf, aslen manası ile
bağımsız değildir, manası ile alakalı bir manası olan bir lafız
olmadıkça harfin manası anlaşılmaz. Zamir ise, aslen manası ile
bağımsızdır, başka bir lafza gerek olmaksızın manası anlaşılır.
Manası, başka bir manaya yani lafza bağımlı değildir. Ancak o
sadece açıklamaya ihtiyaç duyar. Onun için zamir, bir isimdir,
harften başkadır.