4- MÜCMEL – BEYAN - MÜBEYYEN |
|
Mücmel:
Mücmel;
söylendiğinde kendisinden belirli bir şey anlaşılmayıp birisinin
diğerine meziyeti olmayan birden fazla hususun
anlaşıldığı lafızdır. Ya da o, delâletinin ve delaletinden kast
edilen hususun açık olmadığı lafızdır.
Mücmel,
müşterek müfred lafız da olabilir. Bu ya “güneş” ve “altın”
için
العين
–“Ayn” denilmesi gibi, “fail” ve “mef’ul” için
المختار –“Muhtâr”
denilmesi gibi farklı iki mana arasında müşterek lafız olur. Ya
da “temizlenme” ve “hayz” için
القرء
–“Kuru’” denilmesi gibi zıt iki mana arasında müşterek lafız
olur.
Mücmel, mürekkeb lafız da
olabilir. Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
أَوْ
يَعْفُوَ الَّذِي بِيَدِهِ عُقْدَةُ النِّكَاحِ
“Ya da nikâh bağını elinde bulunduranın vazgeçmesi hali
müstesna.”
Burada “nikâh
bağını elinde bulunduran”
tabiri “veli” ile “eş” arasında tereddütlüdür. Yani kast edilen
veli midir yoksa eş midir?..
Mücmel, zamirin kendisinden
önce geçene dönmesi hususundaki tereddüt sebebi ile olabilir. Şu
sözde olduğu gibi:
كل ما
علمه الفقيه فهو كما عمله
Bu cümledeki
هو
–zamiri “fakihe” mi dönüyor yoksa “öğrenilene” mi dönüyor
tereddütlüdür.
Mücmel, lafzın Şeriatın
örfünde, bize açıklanmadan önce onu söyleyenler nezdinde lügatte
kendisi için konulan anlamdan dışarı çıkartılması nedeni ile
olabilir.
Allah’u Teâla’nın şu sözleri
gibi: وَأَقِيمُوا
الصَّلاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ “Namaz kılın ve zekât verin.”
وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنْ اسْتَطَاعَ
إِلَيْهِ سَبِيلاً
“Yoluna gücü yetenlerin o evi
(Kâbeyi)
haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerine bir hakkıdır.”
Bunlar, lafzın bizzat kendisi
özel fiillerden kast edilene işaret etmesinden ve vacib oluş
bakımından mücmel olmaktadır.
Lafzın delaletinden açıklığa
kavuşmamış olmasından kast edilen; ona lügat delaletinin, dilin
konulması ile mi yoksa Şeriatla mı yoksa örfle mi olduğunun
açıklığa kavuşmamış olmasıdır. Zira lafzın söylendiğinde belirli
bir şey anlaşılmayıp birisinin diğerine üstünlüğü olmayan birden
fazla hususun anlaşılması ancak Arapçanın, dilin konuluşu veya
Şeriat veya örf ile delaletine göredir.
Ancak kendisinden dilin
konuluşuna ya da Şeriata ya da örfe göre belirli bir şey
anlaşılan lafız mücmel sayılmaz. Yani dil ya da Şeriat ya da örf
bakımından delâleti açıklığa kavuşmuş olan lafız mücmelden
sayılmaz.
Buna binaen helâl
kılmak ve haram kılmak açık seçik somut şeylerdir.
Allah’u Teâla’nın
şu sözünde olduğu gibi:
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ
“Size anneleriniz ... haram kılındı.”
حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةُ
“Size
ölü eti haram kılındı.”
Bunlarda mücmel
olma durumu yoktur. Zira Arap dili ehlinin örfüne vakıf olan ve
Arapların lafızlarıyla ilgilenen herkes;
حرمت عليك الطعام والشراب
“Sana yemek ve içmek haram kılındı.”
حرمت عليك النساء
“Sana kadın haram kılındı.” sözleri başkasına söylendiğinde
bunlardan hemen sadece yiyecek ve içecekten yiyip içmenin haram
oluşunu, kadınla cinsi münasebetin haram oluşunu anlar. Hemen
anlaşılan
her hususta asıl olan, onun dilin konulması ya da kullanım
örfünde hakikat olmasıdır. Dile vakıf olandan kast edilen
Arapların lafızlarıyla ilgilenendir. Buna binaen burada
حرمت
“Haram kılındı” lafzının manası vazıh olur. Zira o, belirli bir
hususa delâlet edendir.
Yine Allah’u
Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
وَامْسَحُوا
بِرُءُوسِكُمْ “Başlarınızı mesh edin.”
Burada da mücmellik yoktur. Çünkü burada geçen
ب –Bâ
harfi, ilsak/bağlamak, yapıştırmak içindir. Bu, başın tamamını
mesh etmeyi gerektirmez. Zira,
به برص
“Onunla alaca oldu”,
به داء
“Onunla hastalandı” derken, “alacalanmanın” ve “hastalanmanın”
bütün vücudunu kapsaması gerekmez. Aynı şekilde,
امسح برأسك
“Başını mesh et” sözünde başın tamamını mesh etmeyi gerektirmez.
Ayrıca Arapların ilsakın gereği ile ilgili şimdiki kullanımı da,
tamamına ya da bir kısmına bakmaksızın sadece mesh etmek
yönündedir. Bunun için başka birisine;
امسح يدك بالمنديل
“Elini mendil ile mesh et” dediğinde lügat ehlinden kimse bu
tabirden elini mendilin tamamına sürmesinin gerekli olduğunu
anlamaz. Bilakis sadece mendili anlar, elini ister tamamına
ister ise bir kısmına sürer.
Aynı şekilde Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözlerinde de mücmellik
yoktur:
وَضَعَ عَنْ أُمَّتِي الْخَطَأَ وَالنِّسْيَانَ وَمَا
اسْتُكْرِهُوا عَلَيْهِ
إن
الله“Allah Ümmetimden
hata, unutma ve üzerinde zorlandıkları hususlar(dan
dolayı hesaba çekilme)
kaldırdı.”
لا
صلاة إلا بوضوء “Abdest
olmadıkça namaz yoktur.”
لا
صلاة إلا بفاتحة الكتاب
“Kitabın fatihasıyla
olmadıkça namaz yoktur.”
لا صيام لمن لم يفرضه من الليل
“Geceden
oruçlu olmayanın orucu yoktur.”
لا نكاح إلا بولي وشاهدي عدل
“Veli ve iki adil şahit olmadıkça nikâh yoktur.”
Çünkü bunların hepsi iktiza
delâleti kabilindendir. Onun için delâleti, dilin konuluşu
bakımından açıktır. Zira iktiza delâleti, dilin konuluşu ile
ilgili olarak dil bakımından lafızların delaletindendir.
Dolayısıyla mücmelden olmaz.
Kısaca, dilin konuluşu
bakımından veya örf bakımından veya Şeriat bakımından dilin
delaletlerinden birisi ile delâleti açıklığa kavuşmuş olan her
husus mücmelden sayılmaz, mecaza hamledilir. Ya da bir karine
ile anlaşılır. Ya da lafzın delaletinden veya mananın
delaletinden veya başkasından alınır. Herhangi bir lafız
hakkında bu mümkün olduğu sürece ondan mücmel olma durumu
nefyedilir. Mücmelin delâlet edileni; bir delâleti olup
delâleti, vazıh olmayan lafıza hasredilir.
آتوا
الزكاة “Zekât
verin” sözü gibi. Zira bu söz beyana ihtiyaç
duyulan bir mücmeldir.
Beyan,
bir hususun kapalılık/anlaşılmazlık alanından açıklık alanına
çıkartılmasıdır. Ya da beyan, delilden hâsıl olan ilim ya da
zandır. Onun için bazıları beyanı delil olarak tanımladılar.
Allah’u Teâla’nın
şu sözü:
أقيموا الصلاة
“Namaz kılınız.” Bu sözü mücmeldir. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in fiili ile salatı tarif
ettiğine işaret ettiği şu sözü de bu mücmel için bir beyandır:
وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي
“Beni
nasıl namaz kılıyor görüyorsanız siz de öyle namaz kılınız.”
Allah’u Teâla şöyle dedi:
آتوا
الزكاة
“Zekât verin.”
Allah’u Teâla’nın
bu sözü mücmeldir. Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu hakkında zekât verilen malların sınıfları hakkındaki bazı
hadisleri ise bu mücmel için bir beyandır. Nitekim Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle demiştir:
مَا
مِنْ صَاحِبِ ذَهَبٍ وَلَا فِضَّةٍ لَا يُؤَدِّي مِنْهَا حَقَّهَا
إِلَّا إِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ صُفِّحَتْ لَهُ صَفَائِحَ
مِنْ نَارٍ “Kim
altın ve gümüş sahibi olup da onların hakkını eda etmez ise
Kıyamet Günü ona ateşten levhalar yapıştırılacaktır.”
Ebu Bekir RadıyAllah’u Anhu’nun Enes
RadıyAllah’u Anhu’ya Bahreyn'e gönderdiği zaman, vermiş
olduğu yazılı talimatta şöyle geçmektedir: “Bu,
Rasülullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem'in
Müslümanlara farz kıldığı ve Allah'ın da Rasülüne emretmiş
olduğu zekât farizasıdır. Müslümanlardan her kimden bu usulünce
talep edilirse, derhal vermelidir. Kimden de belirtilenden
fazlası istenirse vermesin:
1- 24 ve daha aşağı miktardaki deve için koyun olarak vâcib
zekât, her beş devede bir koyundur.....”
Mesrûk hadisinde şu geçmektedir: “Nebi SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem Muâz’ı Yemen'e gönderdi ve ona: Her otuz
sığırdan bir erkek veya dişi buzağı (tebi'a), her kırktan bir
müsinne (yetişkin sığır) almasını emretti."
Ebu Musa ve Muaz RadıyAllah’u Anhum yoluyla rivayet
ettiği Ebu Burde hadisinde şöyle geçmektedir: “Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem o ikisini insanlara
dinlerini öğretmeleri için Yemen’e gönderdi. Sonra onlara sadece
şu dört husustan zekât almalarını emretti: Buğday, arpa, hurma,
kuru üzüm”
Bütün bunlar mücmel için beyandırlar. Bunun için beyan, mücmeli
açıklayan delildir.
Mübeyyene gelince; Başlangıçta kendi zatı itibarı ile bir
beyana ihtiyaç duymayan hitap kast edilerek ona mübeyyen
denilebilir. Beyana ihtiyaç duyup da hakkında beyanın gelmiş
olduğu husus kast edilerek de mübeyyen denilebilir. Kendisi ile
kast edilen beyan edildiğinde “mücmele”, tahsisden sonra
“genele”, takyid/sınırlamadan sonra “mutlaka”, kendisi ile kast
edilen yöne delâlet eden hususla birleştiğinde “fiile” ve
benzerlerine de mübeyyen denir.
Beyan,
Allah ve Rasul’den sözlü olur, Rasul’den fiili olur.
Allah’u Teâla’dan beyana örnek, Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
...صَفْرَاءُ
فَاقِعٌ لَوْنُهَا
“Sarı renkli parlak tüylü...”
Bu Allah’u Teâla’nın şu sözü için bir beyandır.
إِنَّ
اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً
“Allah bir sığır kesmenizi emrediyor.”
Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’den sözlü beyana bir örnek, Beyhaki’nin
tahriç ettiği şu rivayettir:
“Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem sadece şu on hususta
sadakayı/zekâtı farz kıldı: Deve, sığır, koyun, altın, gümüş,
buğday, arpa, hurma, kuru üzüm, mısır,.”
Bu söz, zekâtı farz kılan ayetler için beyandır.
Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’den fiili beyana örnek, O
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem salât/namaz ve
haccı fiili ile tarif edip şöyle dediğine dair rivayettir:
وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي
“Beni
nasıl namaz kılıyor görüyorsanız siz de öyle namaz kılınız.”
خُذُوا عني مَنَاسِكَكُمْ
“Menasiklerinizi/haccın yapılış şeklini benden alınız.”
Zira Rasul’ün salât fiili,
Allah’u Teâla’nın;
وأقيموا الصلاة
“Namaz kılınız” sözü için beyandır. Hacc fiili de Allah’u
Teâla’nın;
وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنْ اسْتَطَاعَ
إِلَيْهِ سَبِيلاً
“Yoluna gücü yetenlerin o evi
(Kâbeyi)
haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerine bir hakkıdır”
sözü için beyandır.
Beyan, Rasul’den söz ve
fiille hâsıl olunca yani söz ve fiil beyanda birleştiğinde
bakılır; bir tek hükme delalette uyuşursa, o ikisinden önce
gelen beyandır. Kendisi ile kast olunanın hâsıl olmasından
dolayı ister fiili olsun ister kavli/sözlü olsun fark etmez.
İkincisi ise te’kid olur. Söz ve fiil hükme delalette farklı
olursa, şu rivayetlerde olduğu gibi:
“Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, hacc ayeti indikten
sonra şöyle dedi:
من
قرن حجا إلي عمرة فليطف طَوَافًا وَاحِدًا
“Haccı, umre
ile birleştiren kimse, bir tek tavaf yapsın.”
Bir
başka rivayette ise;
“Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem hacc ve umreyi
birleştirdi, iki tavaf ve iki sa’y yaptı.”
Bu durumda bakılır;
onlardan hangisinin önce ve sonra olduğu, sözün mü fiilin mi
önce ve sonra olduğu bilinmezse, söz alınır. Zira söz kendisi,
Rasul’ün fiilinin aksine bizzat beyan edicidir. Çünkü fiilin
mücmel için beyan oluşu ancak şu üç husustan birisi ile bilinir:
1-Kastının
zorunlu olarak bilinmesi. Yani onun beyan oluşu ancak Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in kastının zorunlu
bilinmesinin onunla beyanın birleştirilmesi olmaksızın
tamamlanmaz.
2-Rasul’ün,
bu fiil belirli bir mücmel için beyandır, demesidir.
3-Kendisi
ile amelin gerekli olduğu vakit mücmelin zikredilip, sonra onun
için beyan olmaya elverişli bir fiil yapar, başka bir fiil
yapmaz. Dolayısıyla bu fiil o mücmel için bir beyan olduğu
bilinir.
Böylece fiil, kendisi bizzat
beyan olmaz. Söz ise kendisi bizzat beyan olur. Bunun için söz
alınır. Fiil ikinci tavafın mendub olmasına hamledilir.
Birisinin diğerinden önce
geçtiği bilinirse bakılır; eğer söz önce geçen ise, ikinci tavaf
vacib olmaz. Nebinin fiili ikinci tavafın mendub olmasına
hamledilir. Önce geçen fiil olursa söz; fiilin kendisine delâlet
ettiği ikinci tavafın vacib oluşunu nesh eden olur. Ya da ikinci
tavafın ümmetine değil de Rasul’ün kendisine vacib olduğunun
açıklanmasına hamledilir.