5 - NASIH - MENSUH


Nesh; daha önce geçen bir nâsstan elde edilen hükmün sonra gelen bir nâssla iptal edilmesidir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünde olduğu gibi: كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُور ألا ِ فَزُورُوهَا “Sizi kabir ziyaretinden men etmiştim. Dikkat edin! Artık kabirleri ziyaret ediniz.”[1]

Ya da nesh; önce geçen Şer’î bir hitabın hükmünden sabit olanın devam etmesine mani olan Şer’î hitaptır.

Nesh olması için şu şartların olması kaçınılmazdır:

-Nesh olunan hükmün Şer’î olması,

-Nesh olunan hitabın hükmünden vazgeçilerek, hükmün Şer’an kaldırılmasına delâlet eden delilin olması,

-Hükmü kaldırılan hitabın, belirli bir vakitte sınırlanmış olmaması.

Hüküm, bu şartları tamamladığında, hakkında neshin olması caiz olur.

Nesh, önce geçen hükmü sonra gelen hükümle tebdil etmektir/değiştirmektir. Zira “tebdil”, lügatte “nesh” demektir. Nitekim Allah’u Teâla şöyle demiştir:   وَإِذَا بَدَّلْنَا آيَةً مَكَانَ آيَةٍ  “Bir ayetin yerini başka bir ayetle tebdil ettiğimizde/değiştirdiğimizde...”[2]  

Tefsir ehli buradaki “tebdil” kelimesini “nesh” olarak tefsir etmişlerdir. Dolayısıyla nesh, “tebdil” olarak isimlendirildi. Manası; bir şeyi ortadan kaldırıp yerine ondan başkasını getirmektir. Yani, önce geçen hüküm sona eriyor, onun yerini sonradan gelen hüküm alıyor. İşte bu neshin manasıdır.

Nâsih/nesh eden ise; Bazen, Allah’a nâsıh/nesh eden denir. “Nesh etti, nesh eden O’dur” denilir. Buna bir örnek Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:    مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ    “Biz bir ayeti nesh edersek...”[3] فَيَنْسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ  “Allah, şeytanın katacağı şeyi nesh eder.”[4]

Ayete de “nesh eden” denilebilir. “Seyf ayeti, filanca hükmü nesh etti, o nesh edendir” denilir.

Aynı şekilde, Rasul’ün sözü, fiili ve takririnden birisi ile belirli bir hükmün nesh olunduğu bilinen her yola da “nesh eden” denilebilir.

Hükme de “nesh eden” denilebilir. “Ramazan orucunun farz oluşu, Aşure orucunun farz oluşunu nesh etti. O hüküm nesh edendir” denilir.

Hükmün nesh olduğuna inanan/karar veren kimseye de “nesh eden” denilebilir. “Filanca, Kur'an’ı Sünnetle nesh etti” denir. Yani öyle inandı demektir.

Mensuh/nesh olunan ise; o kaldırılan hükümdür. Yani iptal olunan, sona erdirilen hükümdür. Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ile gizli görüşmeden önce sadaka verme hükmü gibi, anne-baba ve akrabalara vasiyette bulunma hükmü gibi, kocası ölen kadının tam bir yıl iddet beklemesi hükmü gibi.

Neshin caiz oluşuna delil; Kitap, Sahabe icmâsı ve neshin bilfiil meydana gelmiş olmasıdır.

Kitabın delil olmasına gelince;

Allah’u Teâla şöyle demiştir:   مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ نُنسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ    “Biz, bir ayeti nesh eder veya onu unutturursak, mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.”[5] وَإِذَا بَدَّلْنَا آيَةً مَكَانَ آيَةٍ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مُفْتَرٍ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ (101) قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ   “Biz, bir ayetin yerine başka bir ayeti getirdiğimiz zaman –ki Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir- ‘sen ancak bir iftiracısın’ dediler. Hayır onların çoğu bilmezler. De ki; onu, Mukaddes Ruh (Cebrail), iman edenlere sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rabbin katından hak olarak indirdi.”[6]

Kurtubi, Bakara suresi 106. ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: “Bu ayetin nüzul sebebi şudur: Yahudiler, Kâbe’ye yönelmeleri hususunda Müslümanları kıskandıklarından dolayı İslâm’a dil uzatmaya ve Muhammed ashabına önce bir hususu emrediyor, sonra da onlara o işi yasaklıyor. O bakımdan Kur'an, olsa olsa onun tarafından uydurulmaktadır. Bundan dolayı bir kısmı ile öteki kısmı birbiriyle çelişmektedir’ demeye koyuldular. Bunun üzerine Allah’u Teâla, Nahl suresi 101. ve Bakara suresi 106. ayetlerini indirdi.”

Zamahşeri de, “El-Keşşaf” isimli kitabında Bakara suresi 106. ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: “Bir ayetin yerine başka bir ayeti “tebdil” etmek neshdir. Allah’u Teâla şeriatları, şeriatlarla nesh etmiştir. Çünkü şeriatlar maslahatlardır. Allah’u Teâla, maslahatları ve mefsedetleri/kötülükleri en iyi bilendir. Onlardan dilediğini sabit kılar, dilediğini de hikmeti ile nesh eder.   وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُوا إِنَّمَا أَنْتَ مُفْتَرٍ   “Allah neyi indireceğini çok iyi bilir. ‘Sen ancak bir iftiracısın’ dediler.”[7] sözünün manası budur.”

Müfessirler, Bakara suresi 106. ayetinin tefsirinde iki yol izlediler. Birincisi; Burada nesh, “tebdil” demektir. Bunu Nahl suresi 101-102. ayetleri teyid etmektedir. Yani biz bu ayetin yerine bir başka ayeti koyduğumuzda bu yeni konulan değiştirilenden hayırlı olur ya da misli/benzeri olur.” şeklindeki tefsir yoludur.

Bu yol zayıftır. Çünkü hayırlı oluşu ayete hakim kılmaktadır. Hâlbuki ayetin birbirine hayırlı olmaları söz konusu değildir. Hayırlı oluş ancak bize göredir. O da, bizden kaldırılan ve üzerimize konulan hüküm ayetlerinin bir kısmının diğerlerinden meşakkate tahammül hususunda daha hafif olması bakımından söz konusu olur. ya da bir kısmının sevabının diğerlerinden daha çok olması bakımındandır. Nitekim Müslüman’ın iki kâfire karşı sebat etmesi hükmü, on kâfire karşı sebat etmesinden daha hafiftir. Dolayısıyla iki kâfire karşı sebat etme hükmü olan nesh edici hüküm, on kâfire karşı sebat etme hükmü olan nesh edilen hükümden daha hafiftir. Ramazan orucu, Aşure günü orucundan daha zordur. Fakat sevap bakımından ise daha bereketlidir. Dolayısıyla hayırlı oluş, ayetlerin kendileri hakkında değildir. Sadece onların getirdiği hükümler hakkındadır. Hayırlı oluş, hafifletmek olabilir ve sevap olabilir.

İkinci yol ise; Kast edilen, ayetin hükmünün nesh edilmesidir, ayetin tilavetinin nesh edilmesi değil. Bu, cumhurun seçtiği ve itimad edilen sözdür. Bu sözü, Kur'an ayetlerinin tamamının katî delille tesbit edilmiş olması teyid etmektedir. Katî delil ile tesbit edilmemiş olan ayet, Kur'an’dan sayılmaz. Kur'an ayetlerinden bir ayetin tilavetinin nesh edildiği katî delil ile sabit olmamıştır. Tilavetinin nesh edildiğinin varlığına dair zanni delilin ileri sürülmesinin nesh sayılması bakımından bir kıymeti yoktur. Çünkü katî olan, zanni olan ile nesh edilmez, sadece katî olan ile nesh edilir. Tilavetin nesh edildiğine dair de bir katî delil ileri sürülmemiştir. İşte bu kast edilenin; tilavetin değil, hükmün nesh edilmesi olduğunu teyid etmektedir.

Sahabelerin icmâsına gelince; Sahabelerin icmâsı nesh ile ilgili olarak şu hususlarda oluşmuştur:

-Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Şeriatının, daha önce gelmiş bütün şeriatları nesh edici olduğu,

-Namazda Beyt-ül Makdis’e (Mescid-i Aksa’ya) yönelme farziyetinin, Kâbe’nin kıble kılınması ile nesh edildiği,

-Anne-baba ve akrabalara vasiyette bulunmanın miras ayeti ile nesh edildiği,

-Aşure günü oruç tutma farziyetinin Ramazan orucu ile nesh edildiği,

-Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in huzurunda yapılan gizli konuşmalardan önce sadaka verme farziyetinin nesh edildiği,

-Kocası ölen kadının tam bir yıl beklemesi farziyetinin nesh edildiği,

-Bir Müslüman’ın on kâfire karşı sebat etme farziyetinin nesh edildiği gibi diğer hükümler.

Sahabeler, bunların her birisinin nesh edildiğine dair icmâ etmişlerdir. Böylece nesh hakkında sahabelerin icmâsı oluşmuş olmaktadır. Bu ise, neshin olduğuna dair bir Şer’î delildir.

Neshin bilfiil vukuu bulmuş olmasına gelince; Sahabelerin içerisinde neshin vukuu bulduğu hadiseler hakkında icmâ etmiş olmaları, neshin vukuu bulduğuna dair bir delildir.

- İlk kıblenin neshi hakkında Allah’u Teâla şöyle dedi:   قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاءِ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ  “Biz, senin yüzünün göğe doğru çevirmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.”[8]

Buhari ve Müslim rivayet ettiler ki: Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem 16 ay Mescid-i Aksa’ya yönelerek namaz kıldı. Daha sonra kıblenin Kâbe’ye değiştirilmesini beklemeye başladı. Sonra yukarıda geçen ayet indirildi.

Böylece Mescid-i Aksa’nın kıble olması hükmü, nesh edilip yerine Kâbe kıble kılınmış olmaktadır.

- Anne-baba ve akrabalara vasiyetle ilgili olarak Allah’u Teâla şöyle dedi:  كُتِبَ عَلَيْكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمْ الْمَوْتُ إِنْ تَرَكَ خَيْرًا الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالآقْرَبِينَ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ    “Birinize ölüm geldiğinde eğer bir hayır/mal bırakacaksa, anaya-babaya, yakın akrabaya uygun bir biçimde vasiyet etmek, muttakiler üzerine bir borçtur.”[9]   Yani “Ey mü’minler topluluğu; içinizden birisine ölümün sebepleri ve alametleri geldiğinde, çok malı varsa anne-babasına, yakın akrabalarına bu maldan bir şey vasiyet etmesi üzerinize farz kılındı” demektir. Bu, anne-baba ve yakın akrabalara vasiyeti emreden Şer’î bir hükümdür.

Bu ayet, miras ayeti ile nesh edilmiştir. Zira miras ayeti, bu ayetten sonra indirilmiştir. Bu hususta ittifak vardır. Miras ayeti anne-babanın ve yakın akrabanın, ölenin malından payını açıklamaktadır. Yani anne-baba ve yakın akrabanın ölenin malındaki hükmünü açıklamaktadır. Dolayısıyla miras ayetinde farz kılınan hüküm, ondan önceki hükmü nesh etmiştir. Onun için hüküm, anne-babaya ve yakın akrabaya vasiyetin caiz olmadığı şeklinde tezahür eder.

İçerisinde neshin olduğuna dair sahabelerin icmâ ettikleri hükümlerin hepsi, işte böyledir. İçerisinde neshin vukuu bulduğu başka hükümler de vardır. Bunlara bir örnek Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ’in şu sözüdür:   كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ ألا  فَزُورُوهَا    “Sizi kabir ziyaretinden men etmiştim. Dikkat edin! Artık kabirleri ziyaret ediniz.”[10]

Bir başka örnek de, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den şarap içen hakkında şöyle dediği rivayet edildi:  إِذَا شَرِبُوهَا الرَّابِعَةَ فَاقْتُلُوهُمْ  “Eğer dördüncü defa içerse, onu öldürün.”[11]   Bu sözü, Rasul’e dördüncü defa şarap içen birisinin getirildiği halde, onu Rasul’ün öldürmediğine dair rivayeti nesh etmiştir.

Bir başka örnek de; Allah’u Teâla, İslâm’ın ilk yıllarında, zina suçuna had olarak ev hapsini ve sert davranmayı farz kılmıştı. Şöyle demişti:  وَاللاَتِي يَأْتِينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ أَرْبَعَةً مِنْكُمْ فَإِنْ شَهِدُوا فَأَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتَّى يَتَوَفَّاهُنَّ الْمَوْتُ أَوْ يَجْعَلَ اللَّهُ لَهُنَّ سَبِيلاً (15) وَاللَّذَانِ يَأْتِيَانِهَا مِنْكُمْ فَآذُوهُمَا فَإِنْ تَابَا وَأَصْلَحَا فَأَعْرِضُوا عَنْهُمَا إِنَّ اللَّهَ كَانَ تَوَّابًا رَحِيمًا  “Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin. İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin. Eğer tevbe edip uslanırlarsa artık onlara ceza verip eziyet etmekten vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden ve çok esirgeyendir.”[12]    Bu hüküm, bekar hakkında sopa ile vurmak ve sürgüne yollamak hükmü, evlilik yapmış olan hakkında ise, taşla recmetmek hükmü ile nesh edilmiştir. Zira Allah’u Teâla şöyle demiştir:  الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ   “Zina eden kadın ve erkeğe her birisine yüz sopa vurun.”[13]    

Hakkında Allah’ın Kitabı ile hükmetmesini isteyen bir bedeviye Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:  وَعَلَى ابْنِكَ جَلْدُ مِائَةٍ وَتَغْرِيبُ عَامٍ   “Oğluna yüz sopa ve bir yıl sürgün.”[14]   Ubade b. Sâmit’ten Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edildi:    خُذُوا عَنِّي خُذُوا عَنِّي قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لَهُنَّ سَبِيلاً الْبِكْرُ بِالْبِكْرِ جَلْدُ مِائَةٍ وَنَفْيُ سَنَةٍ  “Benden alın, benden alın. Allah onlar için bir yol kılmıştır. Bekar bekarla (zina yaparsa ceza olarak) her birisine yüz sopa ve bir sene sürgüne yollamak vardır.”[15]    Cabir b. Abdullah’tan şöyle dediği rivayet edildi: Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem Müslüman olan bir adamı, Yahudilerden bir adam ve kadını recmettirdi.[16]

Bunlar gibi içlerinde neshin bilfiil vukuu bulduğu başka hükümler de vardır. Bu neshin varlığına delildir. Zira bilfiil vukuu bulmak, caiz oluşuna ve varlığına delildir. Dolayısıyla bu, neshin varlığına da delildir. Başka söz yoktur. 

Nesh, Kur'an’da ve Sünnette meydana gelir. Bu ikisi neshin mahallidir.

Kur'an’a gelince; Hüküm olarak nesh edilmesi caizdir. Bu fiilen de vukuu bulmuştur. Bunun delili, yukarıda geçtiği gibi Kitap, Sahabenin icmâsı ve neshin bilfiil vukuu bulmasıdır.

Kur'an’ın tilavet olarak nesh edilmesine gelince; bu memnudur/yasaktır. Vukuu bulması da katî delille tespit edilmemiştir. Bunun caiz olmayışının delili, neshin caiz oluşunun kendisi ile tespit edildiği ayettir. Ayet diyor ki:  مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ نُنسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا “Biz bir ayeti nesheder (hükmünü yürürlükten kaldırır) veya onu unutturursak, mutlaka daha iyisini ve benzerini getiririz.”[17]   Kur'an; içinde herhangi bir zıtlık, farklılık olmaksızın tamamı hayırlıdır. Ayetin nesh edilmesinden kast olunan, ayetin Levh-u Mahfuz’dan silinip yok edilip yerine başkasının yazılması olsaydı, “hayırlı oluş” vasfı gerçekleşmiş olmazdı. Dolayısıyla “ayetin nesh edilmesinin” manası, ayetin değil hükmünün nesh edilmesi olmaktadır.

Ayrıca; Kur'an’ın indirilişi, korunması ve yazılışı tevatür yoluyla tespit edilmiştir. Bu şekilde Kur’an’a iman etmek akidedir. Akide ise, ancak sübutu ve delâleti kesin delilden alınır. Kur'an’ın tilavet olarak neshinin caiz olduğuna delâlet eden bir kesin delil gelmemiştir. Dolayısıyla Kur'an’ın tilavet olarak nesh edilmesi caiz olmaz.

Kur'an’ın tilavet olarak neshinin vukuu bulmadığına gelince; Bunun delili, kesin delille sabit bir ayetin nesh edilmiş olduğunu tespit eden kesin bir delilin gelmemesidir.

Bu hususta geçen bazı rivayetlere gelince; onlardan bir kaçı şöyledir:

* Zeyd b.Sâbit şöyle dediği rivayet edildi: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’i şöyle derken işittim:     الشيخ والشيخة إذا زنيا فارجمو هما البتة نكالا من الله والله عزيز حكيم     “Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ettiklerinde Allah’tan ibret verici bir ceza olarak onları kesinlikle recm edin. Allah Azimdir, Hakimdir.”[18]

* Aişe RadıyAllah’u Anha’nın şöyle dediği rivayet edildi: Kur’an süt akrabalığından haram kılınan on sınıfı belirten ayet indirdi. Sonra beş sınıf ile diğerlerini nesh etti.[19]

* Ubeyy b. Ka’b ve İbn Mes’ud’dan şöyle okudukları rivayet edildi:    فصيام ثلاثة أيام متتابعات    Ard arda kesintisiz üç gün oruç.”

* Rivayet edildiğine göre; Ahzab Suresi, Bakara Suresi ile aynı uzunlukta idi. Sonra bir kısmı nesh edildi.

Bütün bunlar ve benzerleri, ahad haberlerdir. Kesin olanın nesh edildiğine dair, bunlar içinden hüccet getirilmez. Çünkü bu rivayetler, zanni haberlerdir. Kesin olan, zanni olan ile nesh edilmez. O ancak kesin olan ile nesh edilir. Dolayısıyla yukarıda bahsi geçen ayetlerin indirildiği, kesin delil ile tespit edilmelidir ki, onların Kur'an’dan olduğuna itikad edilsin. Sonra da onların nesh edildiği kesin delille tespit edilmelidir. Bu asla vukuu bulmamıştır. Buna binaen Kur'an’ın tilavet olarak nesh edilmesi vukuu bulmamıştır.

Sünnete gelince; Biz Sünnetin tilaveti ile ibadet etmiyoruz. Dolayısıyla Sünneti tilavet olarak nesh edilmesi konusu ileri sürülmez. Çünkü tilavet, Sünnet bakımından mevcut değildir. Dolayısıyla Sünnetin tilavet olarak neshi söz konusu değildir.

Sünnetin, hüküm olarak nesh edilmesine gelince; bu caizdir ve bu durum vukuu bulmuştur. Buna delil; 

-Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ’in şu sözüdür:    كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ ألا  فَزُورُوهَا    “Sizi kabir ziyaretinden men etmiştim.   Dikkat edin! Artık kabirleri ziyaret ediniz.”[20]   

-Aşure orucu, Sünnet ile vacib idi. Allah’u Teâla’nın şu sözünde geçen ramazan orucu ile nesh edildi:   فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمْ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ    “İçinizden kim (Ramazan) ayına şahit olursa oruç tutsun.”[21]   

-Beyt-ül Makdis’e kıble olarak yönelmek, mütevatir Sünnet ile vacib idi. Allah’u Teâla’nın şu sözünde geçen Kâbe’ye yönelme emri ile nesh edildi:    فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ     “Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.”[22]  

Bütün bunlar, Sünnette neshin vaki olduğuna delâlet etmektedir. Vukuu bulmak, caiz oluşun delilidir. Aynı şekilde Sünnette neshin caiz oluşuna da delildir.

Hitabın hükmünün, yerine başka bir hüküm getirilerek nesh edilmesi caiz olduğu gibi, yerine başka bir hüküm getirilmeden nesh edilmesi de caizdir.

Hükmün, yerine bir hüküm getirilerek nesh edilmesine örnek çoktur. Beyt-ül Makdis’e yönelme farziyetinin Kâbe’ye yönelme farziyeti ile nesh edilmesi, belirli günlerde oruç tutma farziyetinin Ramazan ayı orucu ile nesh edilmesi buna örnektir.

Hükmün yerine başka bir hüküm getirilmeden nesh edilmesine gelince; Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ile gizli konuşmadan önce sadaka vermek hükmü, yerine başka bir hüküm konulmadan nesh edilmiştir. Kurban etini ayırıp saklamanın haram oluşu, yerine başka bir hüküm getirilmeden nesh edilmiştir. İftardan sonra gece imsaka kalkma farziyeti, yerine bir hüküm getirilmeden nesh edilmiştir. Bunlar da hükmün yerine bir hüküm getirilmeden nesh edildiğine dair örneklerdir. Dolayısıyla yerine bir hüküm getirilmeden neshinin vukuu bulması, caiz oluşunun delilidir.


[1] Hakim tahriç etti. Ahmed b. Hanbel, B. Müs. Ensâr, 21974

[2] Nahl: 101

[3] Bakara: 106

[4] Hacc: 52

[5] Bakara: 106

[6] Nahl: 101-102

[7] Nahl: 101

[8] Bakara: 144

[9] Bakara: 180

[10] Hâkim, Ahmed b. Hanbel- B. Müs. Ensâr, 21974

[11] Ahmed b. Hanbel, Müs. Şâmiyyîn, 16256

[12] Nisa: 15-16

[13] Nur: 2

[14] Buhari, K. Hudûd, 6326

[15] Müslim, K. Hudûd, 3199

[16] Müslim

[17] Bakara: 106

[18] Ahmed b.Hanbel

[19] Müslim

[20] Ahmed b. Hanbel, B. Müs. Ensâr, 21974

[21] Bakara: 185

[22] Bakara: 144