Kur'an'ın Neshi:
Kur'an’ın Kur'an ile nesh edilmesi; kendisini öğrenme ve kendisi
ile amel etme farziyetinde ikisinin de eşit oluşundan dolayı
caiz olmaktadır. Çünkü nesh eden ve nesh edilen her ikisi de,
lafız ve mana olarak vahiyle gelmiştir. Dolayısıyla Kur'an’ın,
Kur'an ile neshi caiz olmaktadır. Buna örnek şunlardır:
-Bir yıl iddet bekleme süresinin, dört ay on gün bekleme
süresi ile nesh edilmesi,
-Rasul ile özel görüşmeden önce sadaka verme hükmünün,
Mücadele 13. ayeti ile nesh edilmesi,
-Cihadda bir Müslüman’ın on kâfire karşı sebat göstermesi
hükmünün, Enfal 66. ayetinde geçen, bir Müslüman’ın iki kâfire
karşı sebat göstermesi hükmü ile nesh edilmesi gibi.
Bütün bunlar, Kur'an’da neshin vukuu bulduğuna dair delillerdir.
Şeriatta vukuu bulmak, Şer'an caiz oluşuna dair en iyi delildir.
Şöyle denilmez: “Nesh, hükmün iptal edilmesidir. Bu ise, Kur'an
hakkında caiz değildir. Çünkü Allah’u Teâla şöyle demiştir:
لاَ يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِنْ
بَيْنِ يَدَيْهِ وَلاَ مِنْ خَلْفِهِ “Ona
önünden de arkasından/sonrasından da batıl gelmez.”
Dolayısıyla Kur'an’ın bir kısmı nesh edilseydi, ona batıl oluşun
yolu açılmış olurdu.”
Böyle denilmez. Çünkü Kur'an’ın tamamının iptal edilmesi
caiz/mümkün olmaz. Dolayısıyla Kur'an’ın tamamının nesh edilmesi
de doğru olmaz. Fakat bazı hükümlerinin nesh edilmesi ise caiz
olur. Yani bu Kitap’tan önce onu iptal eden bir Kitap gelmedi,
ondan sonra da onu iptal eden bir Kitap gelmeyecek. Dolayısıyla
Kur'an’ın tamamı nesh edilmez, sadece bazı hükümleri nesh
edilir. Ayrıca tilavetin nesh edilmesi ile ayetin iptal edilmesi
caiz değildir. Fakat ayetin getirdiği bazı hükümleri izale
ederek yani nesh ederek iptal etmek ise, bilfiil vukuu sabit
olduğu gibi caizdir.
Ayrıca Fussilet 12. ayeti, “ona iptal” gelmez demiyor. Sadece
“batıl gelmez” diyor. “İptal” ile “batıl” arasında fark vardır.
Zira “iptal”, hükmün nesh edilmesidir. “Batıl” ise, hakkın zıddı
olandır. Dolayısıyla Kur'an, Kur'an ile nesh edilir. Bunda şüphe
yoktur.
Kur'an’ın Sünnetle neshine gelince; bu caiz olmaz, vukuu da
bulmamıştır. Caiz olmayışı, Allah’u Teâla’nın şu sözünden
dolayıdır: وَأَنزَلْنَا
إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ
“Sana, insanlara indirileni beyan edesin diye bu zikri
indirdik.”
Böylece Nebi’yi, mübeyyin/beyan eden ile vasıflandırdı.
Nâsıh/nesh eden ise hükmü kaldırandır, mübeyyin değil. Yani
hükmü kaldırmak açıklamak değildir.
Bir başka ayette Allah’u Teâla şöyle buyuruyor:
مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ
نُنسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا
“Biz bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu
unutturursak, mutlaka daha iyisini ve benzerini getiririz.”
Bu söz, delâlet ediyor ki, hayırlı olanı ve benzerini
getiren –zamirin kendisine dönmesinden dolayı- Allah’u Teâla’dır.
Böylece nesh eden ancak Kur'an olur. Bunun için Allah’u Teâla
şöyle dedi: أَلَمْ تَعْلَمْ
أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Bilmez
misin ki Allah her şeye kâdirdir.”
Böylece, hayırlı olanı ve benzerini getirenin, kâmil kudret
sahibi olan olduğuna işaret etmiştir. Dolayısıyla Kur'an’ın
Sünnetle neshi olmaz. Çünkü Sünneti getiren Rasul’dür.
Ayrıca yukarıda geçen Bakara 106. ayeti yerine geleni, nesh
olunan ayetten daha hayırlı veya benzeri olmasını de gerekli
kılmaktadır. Sünnet ise böyle değildir. Her ne kadar Sünnet,
Allah’u Teâla’nın; وَمَا
يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى (3) إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى
“O, kendi hevasından bir söz söylemez. O, kendisine bildirilen
vahiyden başkası değildir.”
sözüyle belirtildiğine göre, Kur'an gibi vahiyle meydana
gelmişse de ancak mana olarak vahiyle meydana gelmiştir, tilavet
olunan değildir. Zira biz onun tilaveti ile ibadet etmiyoruz.
Kur'an ise mana ve lafız olarak vahiyle meydana gelmiştir,
tilavet olunandır, biz onun tilaveti ile ibadet ediyoruz.
Allah’u Tela şöyle buyurmuştur:
وَإِذَا بَدَّلْنَا آيَةً مَكَانَ
آيَةٍ “Bir ayetin yerine başka bir ayet
getirdiğimizde...”
Allah’u Teâla bu sözü ile, ayetin Sünnetle değil ancak ayetle
değiştirildiğini bildirmektedir.
Allah’u Teâla şöyle buyurdu:
قَالَ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءَنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ
هَذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِنْ
تِلْقَاءِ نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَ مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي
“Bize kavuşmayı ummayanlar; ya bunlardan başka bir Kur'an
getir ya da bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden
değiştirmem benim için olacak bir şey değildir. Ben bana
vahyolunandan başkasına uymam.”
Bu ayette de Kur'an’ın, başkası ile nesh olunmadığına delildir.
Buna ayet bir ayetle değiştirildiğinde müşriklerin;
إِنَّمَا أَنْتَ مُفْتَرٍ
“Sen ancak bir iftira edensin”
demeleri de delâlet etmektedir. Zira Allah’u Teâla onların
vehimlerini şu sözü ile ortadan kaldırdı:
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ
رَبِّكَ بِالْحَقِّ “De
ki: Onu Mukaddes Ruh (Cebrail) Rabbin katından hak ile
indirdi.”
Bu da delâlet ediyor ki, değiştirme ancak Mukaddes Ruh’un
indirdiği ile yani Kur'an ile olur. Çünkü Kur'an’ı Cebrail
indirmiştir. Zira Allah’u Teâla şöyle buyurdu:
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الآمِينُ
“Onu Ruhul-Emin (Cebrail) ... indirmiştir.”
Kısacası; her ne kadar Kur'an da Sünnet de vahiy ile gelmiş olsa
da Sünnet, Rasul’e nisbet edilir. Zira
قال رسول الله
“Rasulullah dedi ki:” denilir. Kudsî Hadis haricinde
قال الله “Allah dedi
ki:” denmez. Dolayısıyla Sünnet Allah’a nisbet edilmez. Sünnetin
bazısı Cebrail ile gelmiştir, bazısı ilham yoluyla gelmiştir,
bazısı uyku yoluyla gelmiştir. Kur'an ise ancak Cebrail ile
gelmiştir. Sünnet mana olarak Allah’tan gelmiştir. Kur'an, lafız
ve mana olarak Allah’tan gelmiştir. Sünnet ile tilavet
bakımından ibadet edilmez. Kur'an ile tilavet bakımından ibadet
edilir. Bütün bunlar Kur'an’ı Sünnet ile nesh ettirmez.
Ayrıca neshe ait iki ayetin nâssı/metni, ayeti nesh edenin ayet
olduğuna delâlet etmektedir. Birincisi şöyledir:
مَا نَنسَخْ مِنْ آيَةٍ أَوْ
نُنسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا
“Biz bir ayeti nesh eder veya unutturursak, mutlaka daha
iyisini veya benzerini getiririz.”
Bundan nesh edenin ayet olduğu anlaşılır. Çünkü hayırlı ve
benzeri olmak ancak ayetlerde olur, hadislerde olmaz. İkinci
ayetin metni de şöyledir:
وَإِذَا بَدَّلْنَا آيَةً مَكَانَ آيَةٍ “Biz bir
ayetin yerine başka bir ayet getirdiğimizde...”
Bu da belirtmektedir ki, tebdil, bir ayetin yerine başka bir
ayet koymakla hâsıl olmaktadır. Bu demektir ki, nesh eden
kesinlikle ayet olmalıdır. Dolayısıyla Kur'an ancak Kur'an’la
nesh olunur.
Bütün bunlar, Kur'an’ın –ister mütevatir olsun ister ahad haber
olsun- Sünnet ile nesh olunmadığına delâlet etmektedir.
Kur'an’ın Sünnet ile neshinin vukuu bulmamasına gelince; Zira
Sünnetten elde edilen hükümlerden bir hükmün Kur'an
hükümlerinden bir hüküm için nesh edici olduğu ileri
sürülmemiştir.
Sünnet ile nesh olunduğu iddia edilen hükümlere gelince; Onların
bir kısmı Kur'an ile nesh olunmuştur. Bir kısmı ise nesh değil,
tahsistir. Bunlara örnek şunlardır:
- Vasiyet hükmü.
Allah’u Teâla şöyle dedi:
كُتِبَ عَلَيْكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمْ الْمَوْتُ إِنْ تَرَكَ
خَيْرًا الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالآقْرَبِينَ
بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ
“Birinize ölüm geldiğinde eğer bir hayır/mal bırakacaksa,
anaya-babaya, yakın akrabaya uygun bir biçimde vasiyet etmek,
muttakiler üzerine bir borçtur.”
Bu ayet Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu
sözü ile nesh edildi: وَلا
وَصِيَّةَ لِوَارِثٍ
“Varis için (miras bırakana) vasiyet yoktur.”
Buna cevap şöyledir: Bu ayet Sünnetle değil, miras ayeti olan
Nisa 11. ayeti ile nesh olundu.
- Zina edene sopa vurulması hükmü.
Dediler ki; şu ayette;
الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا
مِائَةَ جَلْدَةٍ “Zina eden kadın ve erkeğe her
birisine yüz sopa vurun.”
Bu ayette geçen zina edene sopa vurma hükmü, Sünnetle sabit olan
recm hükmü ile nesh olmuştur.
Buna cevap olarak de deriz ki; Sopa vurmak nesh olmamıştır,
bilakis bâkidir. Sadece sopa vurmak, bekar olana tahsis
edilmiştir, recm ise, evlilik geçirmiş olana tahsis edilmiştir.
Dolayısıyla bu tahsistir, nesh değildir. Kur'an’ın Sünnetle
tahsisi ise caizdir. Çünkü tahsis “beyandır”. Onu nesh demek tam
uygun düşmemektedir. Zira tahsis, Allah’u Teâla’nın;
لتبين “beyan etmen
için” sözünün kapsamına girmektedir. Nesh ise böyle değildir.
Zira o, hükmü kaldırmaktır, beyan değil.
Ayrıca bu iki hadis, yani “varis için vasiyet yoktur”
hadisi ve recm hadisi ahad haberlerdir. Kur'an’ın Sünnetle nesh
edilmesi tartışma konusu yapılsa bile, Kur'an’ın ahad haber ile
nesh edilmesi caiz olmaz. Çünkü Kur'an’ın, sübutu katîdir, Ahad
haberin ise, sübutu zannîdir. Katî olan, zanni olan ile nesh
olunmaz. Çünkü nesh iptal etmektir. Dolayısıyla kesin olarak
sabit olan hüküm, zanni olarak sabit olan hüküm ile ortadan
kaldırılmaz. Bu da Kur'an’ın Sünnetle nesh edilmesinin vukuu
bulduğuna dair, getirdikleri örneklerin doğru olmadığını teyid
etmektedir.
Kur'an’ın Sünnet ile nesh edilmesi kesin olarak vukuu
bulmadığına göre, vukuu bulmamak tek başına, caiz olmamaya
delâlet için yeterlidir. Çünkü kast edilen, aklen caiz oluş
değil, bilakis Şeriata göre caiz oluştur.
Aynı şekilde Kur'an; sahabe icmâsı ve kıyasla da nesh olunmaz.
Çünkü onlardan her ikisi de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in zamanından sonra meydana gelmiştir. Sahabeler
Rasul’den sonra neshin yasak oluşu üzerinde icmâ etmişlerdir.
Bunda bir muhalif kesinlikle yoktur.