SAHABELERİN
İCMASINDAN BAŞKA HİÇBİR İCMA ŞER’Î DELİL DEĞİLDİR |
|
Sahabelerin icmâsından başka
hiçbir icmâ Şer’î delil
değildir. Çünkü onun Şer’î delil olduğuna dair katî delil
getirilmedi. Bu hususta delil olarak ileri sürdüklerinin hepsi
zannî delildir. Katî delil değil de zannî delil oldukları halde,
onları delil olarak ileri sürmelerinden dolayı, iddia ettikleri
icmânın Şer’î delil olduğuna dair o delillerle delil
getirmelerinin bir anlamı yoktur.
“Ümmetin icmâsı”, “hal ve akd ehlinin icmâsı”, “müçtehitlerin
icmâsı” hususlarında şöyle diyorlar:
* İcmâ’i Ümmet, Şer’î
hüccettir, deyip buna Allah’u Teâla’nın şu sözünü delil
getiriyorlar: وَمَنْ يُشَاقِقْ
الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَى وَيَتَّبِعْ
غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ
جَهَنَّمَ وَسَاءَتْ مَصِيرًا “Kendisi için
hidayet belli olduktan sonra, kim Rasule karşı çıkar ve
mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde
bırakırız ve cehenneme sokarız, o ne kötü bir yerdir.”
Bu ayeti şu şekilde delillendiriyorlar: “Allah’u Teâla
mü’minlerin yolundan başkasına tabi olmayı tehdit etti. Eğer o
haram kılınmış olmasaydı, o fiili azap ile tehdit etmezdi.
Onunla Rasul’e karşı gelmenin haram oluşu azap ile tehditte
birleşmesi uygun olmazdı. Aynen küfür ile mubah olan ekmek
yemenin azap ile tehditte birleştirilmenin uygun düşmemesi gibi.
Dolayısıyla mü’minlerin yolundan başkasına tabi olmak haram
olmaktadır. Onların yolundan başkasına tabi olmak haram
kılındığında onların yoluna tabi olmak farz olur. Çünkü o iki
yoldan başkası yoktur. Yani o iki yolun ortası da yoktur.
Onların yoluna tabi olmanın vacib oluşundan ümmetin icmâsının
hüccet olması gerekmektedir. Çünkü bir şahsın yolu, onun söz,
fiil ya da itikattan seçtiğidir.”
Buna üç yönden cevap verilir:
1-Ayet her ne kadar sübutu katî ise de delâleti zannidir.
Dolayısıyla ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair delil
olmaya uygun değildir. Çünkü o usulden olduğu için Şer’î delil
olduğu katî delil ile ispatlanmalıdır. Dolayısıyla bu hususta
zannî delil yeterli olmaz.
2-Ayette
geçen
الهدي
“hidayet”, Allah’ın vahdaniyetine ve Muhammed
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
nübüvvetine dair delil demektir, Şer’î hüküm demek
değildir. Çünkü usulde “hidayet”, “dalâletin” karşıtıdır. Feri
hususlara tabi olmaya “hidayet” denilmez. Onlara tabi olmamak
ise fısk sayılır, “dalâlet” değil. Mü’minlerin kendisine
uymaları vacib olan “mü’minlerin yolu” tabiri ise o, onların
kendisi ile mü’min oldukları yoldur. O da “tevhittir”. Mubahta
onların yoluna tabi olmak vacib olmaz. Onların yoluna farklı
olan her hususu haram kılmak da vacib olmaz. Bilakis o bir tek
şekle uygun düşmektedir. O da küfür ve benzerleridir, ki o da
ihtilafsız usuldendir. Mü’minlerin yoluna tabi olmanın, onların
kendisi ile mü’min oldukları hususa tabi olmayı gerektirdiğine
delâlet eden, ayetin irtad eden bir adam hakkında inmiş
olmasıdır. Ayetin nüzul sebebi ise indiği konuyu tayin eder, her
ne kadar bu konuya uygun düşen her hususu kapsasa da.
Dolayısıyla ayet, irtidât mevzuu hakkında hastır. Mü’minlerin
yolunun hepsini kapsamaz.
3-Bir şeyin nehyedilmesi, zıddının emredilmesi demek
değildir. Bir şeyin haram kılınması, zıddını yapmanın vacib
olması demek değildir. Çünkü emrin ve nehyin delâleti, lügat
delaletidir, akli ve mantıki delâlet değildir. Dolayısıyla
Şeriat bir şey emrettiğinde, onun zıddını nehyetti demek
değildir. Bir şey nehyettiğinde de onun zıddını emretti demek
değildir. Dolayısıyla
mü’minlerin yolundan başkasına tabi olmanın nehyedilmesi,
onların yoluna tabi olmanın emredilmesi demek değildir.
Bilakis onların yoluna tabi olmanın emredilmesi, o emre delâlet
eden başka bir nâssın olmasına gereksinim duyar. Böylece
mü’minlerin yolundan başkasına tâbi olmanın haram kılınması,
onların yoluna tabi olmayı vacib kılmaz.
Bu üç yön ile ayetin ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair
delil olmaya uygun düşmediği gayet açık bir şekilde ortaya
çıkmaktadır. Dolayısıyla onunla delil getirmek düşmektedir.
Şunu da dediler: “Ümmetin icmâsının hüccet olduğunun delili
sünnettir. Zira ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair bir
çok Hadis geçmiştir. Onlara şunlar örnektir:
* Ömer b. Hattab, Abdullah b. Mes’ut, Ebu Sa’d el-Hudri,
Enes b. Malik, Abdullah b. Ömer, Ebu Hureyre, Huzeyfe b. el-Yemân
gibi sahabelerin büyüklerinin bu ümmetin hata ve dalâletten
korunduğuna delâlette mana birliği içinde lafız farklılığı ile
yapılan rivayetlerdir. Bu rivayetlerden bir kısmı Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözleridir:أمتي
لا تجتمع على الخطإ “Ümmetim hata üzere icmâ
etmez.”
إِنَّ أُمَّتِي لا تَجْتَمِعُ عَلَى ضَلالَةٍ
“Ümmetim dalâlet üzere icmâ etmez/birleşmez.”
وإن الله عز وجل لم ييكن ليجمع
أمة محمد على ضلالة “Muhakkak ki, Allah Muhammed ümmetini
dalâlet üzere icmâ ettirmez.”
لم يكن الله ليجمع أمتي على الخطإ
“Allah ümmetimi hata üzere icmâ
ettirmez/birleştirmez.”
سـألت الله عز وجل أن لايجمع أمتي
على ضلالة فأعطانيها
“Allah’tan ümmetimi dalâlette birleştirmemesini istedim. O da bu
isteğimi bana verdi.”
فَمَا رَأَى الْمُسْلِمُونَ
حَسَنًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ حَسَنٌ
“Müslümanların güzel/iyi gördüğü şey, Allah katında da
güzeldir.”
يد الله مع الجماعة ومن شذ شذ إلى
النار “Allah’ın eli cemaat üzerindedir.
Kendisini soyutlayan ateşle başbaşa kalır.”
فمن سره بحبوحة الجنة فليلزم
الجماعة فإن يد الله على الجماعة وإن الشيطان مع الواحد وهو من
الاثنين أبعد “Kimi cennetin ortası
sevindiriyorsa, o cemaatten ayrılmasın. Çünkü şeytan tek kalan
kimse ile beraber olup iki kişiden uzaktır.”
مَنْ خَرَجَ مِنَ
الْجَمَاعَةِ قِيدَ شِبْرٍ فَقَدْ خَلَعَ رِبْقَةَ الْإِسْلامِ
مِنْ عُنُقِهِ “Kim cemaatten bir karış
ayrılarak dışarı çıkarsa, İslâm ilmiğini/bağını boynundan
çıkartmış olur.”
من فارق الجماعة شبرا فمات ميتة
جاهلية “Kim cemaatten ayrılıp ölürse, ölümü
cahiliyye ölümü olur.”
الجماعة رحمة والفرقة عزاب
“Cemaat rahmettir. Bölünmüşlük ise azaptır.”
وإن أمتي ستفترق على ثنتين وسبعين فرقة كلها
غي النار إلا واحدة وهي الجماعة “Ümmetim yetmiş
iki gruba ayrılacaktır. Bir tek grup hariç hepsi de
cehennemdedir. O grup cemaattir.”
تبارك وتعالى
لا تَزَالُ طَائِفَةٌ
مِنْ أُمَّتِي عَلَى الْحَقِّ ظَاهِرِينَ على ناوأهُمْ حَتَّى
يَأْتِيَ أَمْرُ اللَّهِ “Allah’ın dini hakim
olasıya kadar, ümmetimden hak üzere bir grup daima olacaktır.
Onlar kendilerine karşı koyanlara üstün
geleceklerdir.”
لا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ
أُمَّتِي عَلَى الْحَقِّ ظَاهِرِينَ لا يَضُرُّهُمْ مَنْ
خَذَلَهُمْ “Ümmetimden hak üzere bir grup daima
olacaktır. Onlar üstün konumda olup, kendilerine muhalif
olanların muhalefeti onlara bir zarar vermeyecektir.”
Bunlar gibi daha birçok hadis vardır. Bunların sahabeler
arasında kendileri ile amel edilen oldukları halen meşhur ve
bilinen bir husustur. Bunları kimse inkâr da etmedi, red de
etmedi. Dolayısıyla bunlar ümmetin icmâsının Şer’î delil
olduğuna delildirler.”
Buna üç yönden cevap verilir:
1-Bunların hepsi de mütevatir derecesine ulaşmamış ahad
haberlerdir. Yakin/kesin ifade etmezler. Dolayısıyla ümmetin
icmâsının Şer’î delil olduğuna dair
söz hüccet olmaya uygun değildir. Çünkü Şer’î delil olma
meselesi usuldendir. Dolayısıyla ona delâlet eden katî delilin
olması kaçınılmazdır. Bunun için bu hadislerle bu hususta delil
getirmek red edilir ve bu hadisler bu hususta delil getirme
derecesinden düşerler.
Şu denilebilir: “Bu hadisler, her ne kadar her biri tevatür
derecesine ulaşmamış olsa da aralarındaki “ümmetin
ismeti/korunmuşluğu” ortak teması, birçok haberde varlığından
dolayı mütevatirdir.”
Buna cevap şöyledir: Ahad hadisler arasında ortak temanın olması
onları mütevatir yapmaz. Dolayısıyla o hadisler, ahad haberin
herhangi bir hali üzere kalmaya devam ederler, mütevatir
derecesine yükselmezler. Böylece de usulden bir asıl hakkında
katî hüccet olmaya uygun olmayışları devam eder.
2-Bu hadisler, şu dört kısma ayrılırlar:
a-Bir kısmı, ümmetin dalâlet üzere icmâ etmeyeceğini
belirten hadislerdir. Bunlarda icmânın Şer’î delil olduğuna dair
bir hüccet yoktur. Çünkü dalâlet üzere birleşmemelerinin manası,
İslâm’ı terk etmek üzere birleşmemeleridir. Yani ümmet İslâm’dan
dönmek üzere birleşmez. Çünkü dalâlet, dini terk etmektir. Yani
Allah bu ümmeti, İslâm dinini terk etmek üzere birleşmekten ve
onları dönmekten korudu. Allah’ın ümmeti, dinden dönmekten
korumuş olması, onların icmâsının Şer’î delil olduğuna dair bir
delil değildir.
b-Bir kısmı da, cemaate bağlı kalmaya ve ondan
ayrılmamaya teşviki belirten hadislerdir. Bunlarda, bu hususta
delil getirmek için bir yer yoktur. Çünkü ümmetin cemaat olarak
varlığını devam ettirmesini, parçalanmamasını, onda dışarı
çıkmamayı korumak, ümmetin icmâsının Şer’î delil olması demek
değildir. Bunun bu konu ile bir alakası yoktur. Zira ümmetin
icmâsının Şer’î delil olması konusu ile ümmetin cemaat olarak
varlığı ve birliğinin korunması konusu birbirinden tamamen kopuk
iki ayrı konudur. Ümmetin sözünün birleşmesi, hakkında geçen
ayet ve hadislerde olduğu gibidir. Allah’u Teâla’nın,
ولا تفرقوا
“parçalanmayın”
demesi gibi. Bu birleşmeye ve parçalanmamaya teşvik, ümmetin
icmâsının hüccet olduğuna delâlet etmez. Onun için ümmetin
icmâsının Şer’î delil olduğuna dair bu hadislerle delil
getirmeye bir yer yoktur.
c-Bir kısmı da, ümmetten hak üzere varlığını devam
ettiren bir grubun olduğunu belirten hadislerdir. Hak, batılın
zıttı dır, hatanın zıttı değil. Hakka bağlı olmak, hatanın
olmaması demek değildir, bilakis batılın olmaması demektir.
Dolayısıyla ümmetin batıl üzere icmâsının nefyedilmesinin
manası, dalâlet üzere icmânın nefyedilmesinin benzeri
olmaktadır. Böylece bu hadisler, ümmetin hatada birleşmeyeceğine
dair delil olmaya uygun olmaz.
Ayrıca sevap/hayır üzerinde bir cemaatin varlığı, doğru üzerinde
ümmetin icmâsı demek değildir. Zira delil getiriş, ümmetin bir
şey üzere icmâsının hüccet olduğuna dair olmalıdır, ümmetin bir
şey üzere icmâ etmemelerinin hüccet olmasına dair bir delil
değil. Zira delil olan, olumluluktur, olumsuzluk değil.
Dolayısıyla bir cemaatin doğru üzerinde varlığını devam
ettiriyor olması, icmâlarının doğru olmasını gerektirmiyor. Bu
açıdan da, ümmetten hak üzere bir grubun varlığını belirten bu
hadisler, ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet
olmaya uygun değildirler.
d-Bir kısmı da, ümmetin “hata” üzere icmâ etmediğini
belirten hadislerdir. Bu hadisler, zayıf rivayetlerdir. Zira
hadisin aslı şöyledir: إِنَّ
أُمَّتِي لا تَجْتَمِعُ عَلَى ضَلالَةٍ “Ümmetim
dalâlet üzere icmâ etmez/birleşmez.”
Başka bir hadisin aslı şöyledir:
لم يكن الله ليجمع أمتي على ضلال
“Allah ümmetimi dalalet üzere icmâ
ettirmez/birleştirmez.”
Bir rivayette de; ولا على خطأ
“bir hatada birleşmez” denilmektedir.
على خطأ “hata üzere”
kelimesi zayıf rivayettir. Onun için bu hadislerle delil
getirmeyi İmam El-Fahru El-Râzî şöyle diyerek zayıf buldu:
“Manevi tevatür iddiası, gerçekten uzaktır. Biz bu haberlerin
toplamının tevatür derecesine ulaştığını kabul etmiyoruz. Zira
bunun hakkında delil yoktur. Bunun öyle takdir edilmesi ise,
ancak gösteriş ifade eder. Çünkü kesin olarak sabit olan ortak
tema sadece ümmete övgüdür. Bundan dolayı onlardan hatayı
imkânsız kılmayı gerektirmez. Zira hadislerin tamamında, hatanın
onlar için imkânsız olduğu açıkça geçmemiştir.”
3-Bu hadisler, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in, içerisinde sonraki asırları zemmettiği başka
hadislerle çelişmektedirler. Bunlara örnekler şunlardır:
İmran b. Husayn RadıyAllah’u Anhuma Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediğini rivayet
etti: خَيْرُ أُمَّتِي قَرْنِي
ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ قَالَ
عِمْرَانُ فَلا أَدْرِي أَذَكَرَ بَعْدَ قَرْنِهِ قَرْنَيْنِ أَوْ
ثَلاثًا ثُمَّ إِنَّ بَعْدَكُمْ قَوْمًا يَشْهَدُونَ وَلا
يُسْتَشْهَدُونَ وَيَخُونُونَ وَلا يُؤْتَمَنُونَ وَيَنْذُرُونَ
وَلا يَفُونَ وَيَظْهَرُ فِيهِمُ السِّمَنُ
“Ümmetimin en hayırlısı, benim dönemimde
yaşayanlardır, sonra onların ardından gelenler, sonra onların
ardından gelenlerdir. -İmran dedi ki: Rasulullah kendi
döneminden sonra iki mi yoksa üç dönem mi zikretti bilemiyorum.-
Sonra sizin ardınızdan şahitlik etmesi istenmeden şahitlik
yapan, kendisine güvenilmeyen, ihanet eden, adakta bulunup
yerine getirmeyen ve aralarında şişmanlık yaygınlaşan bir toplum
gelecektir.”
İbrahim’den, o da Ubeyde’den, o da Abdullah’tan Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet
edildi: خَيْرُ النَّاسِ قَرْنِي
ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ
يَجِيءُ أَقْوَامٌ تَسْبِقُ شَهَادَةُ أَحَدِهِمْ يَمِينَهُ
وَيَمِينُهُ شَهَادَتَهُ
“İnsanların en hayırlısı, benim
çağımda yaşayanlardır, sonra onların ardından gelenler, sonra
onların ardından gelenlerdir. Sonra yemin etmeden önce
şahitlikte bulunacak, şahitlikte bulunmadan önce yemin edecek
bir topluluk gelecek.”
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki:
ثُمَّ يَفْشُو الْكَذِبُ حَتَّى
يَحْلِفَ الرَّجُلُ وَلَا يُسْتَحْلَفُ وَيَشْهَدَ الشَّاهِدُ
وَلَا يُسْتَشْهَدُ “Daha sonra yalan
yaygınlaşacak. Onlardan birisi yemin etmesi istenmeden yemin
eder. Şahitlik yapması istenmeden şahitlik yapar.”
Bunun gibi hadislerin tamamı ümmetin hata üzere birleşmeyeceğine
dair hadislerle çelişmektedir. Bilakis bu hadisler, sonraki
dönemlerin zemmine delâlet etmektedirler. Bu demektir ki, o
dönemlerde ümmette hata var olur. Zira onda yalan, ihanet v.b.
var olur. Bu da onların arasında sözü kabul edilmeyen kimselerin
var olmasından dolayı, icmâlarının Şeriata göre bir değerinin
olmadığına delâlet eder. Bu, önceki hadislerle çelişkidir. Çünkü
önceki hadisler, ümmeti methetmişlerdi. Bu, ümmete her asırda
meth/övgü demektir. Bu sonraki hadisler ise, sonraki asırları
zemmetmiştir. Bu, fesadın ve yalanın yaygınlaşması nedeni ile
sonraki asırlarda ümmeti zemmetmek demektir. Bunun için o
hadislerle, ümmetin her asırdaki icmâsının Şer’î delil olduğuna
dair delil getirilemez. Çünkü fesad ve yalanın yaygınlaşması
sebebi ile sonraki asırlarda ümmetin icmâsının sıhhati yoktur.
Bunun için önceki hadisler sadece Rasul’ün ve sahabelerin asrı
olan ilk döneme hamledilirler. Böylece Rasul’ün ve sahabelerin
dönemindeki ümmetin icmâsına dair delil olmaya uygun olurlar.
Daha sonraki dönemler hakkında delil olmaya uygun olmazlar.
Bu üç yönden cevap, bu hadislerin tamamının, ümmetin icmâsının
Şer’î delil olduğuna dair delil olmaya uygun olmadıklarını
tespit etmektedir. Böylece bu hususta onlarla delil getirmek
düşer. Ümmetin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair onlarla delil
getirmek düşünce; hal ve akd ehlinin icmâsının Şer’î delil
olduğuna dair onlarla delil getirmek de, müçtehitlerin icmâsının
Şer’î delil olduğuna dair onlarla delil getirmek de evla
babından düşer. Zira onların Şer’î delil olduğunu söyleyenler, o
hadisleri delil getirdiler. “Ümmet” ve “mü’minler” tabirleri, o
hadislerin metinlerinde geçtiği halde, o hadisler, ümmetin
icmâsına delil olmaya uygun olmayınca, elbette ki hal ve akd
ehlinin icmâsına ve müçtehitlerin delil olmaya uygun olmamaları
evla babından olur. Zira bu tabirler o
hadislerin metinlerinde
geçmiyor, onlar ancak “mü’minler” kelimesinden ve “ümmet”
kelimesinden alınmışlardır. Böylece “ümmetin icmâsı, hal
ve akd ehlinin icmâsı ve müçtehitlerin icmâsı Şer’î delildir”
sözü reddolunur. Onlardan her
icmânın Şer’î delil olmadığı açığa çıkmaktadır.
* Rasul’ün ailesinin icmâsı ile ilgili olarak da; Ehl-i Beyt ile
Ali, Fatıma ve onların çocuklarını kast ederek “Ehli Beytin
icmâsı Şer’î delildir” dediler. Buna da Allah’u Teâla’nın şu
sözünü delil getirdiler:
إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ
عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا
“(Ey Ehl-i Beyt!) Allah, sizden ricsi/günahı gidermek
ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”
Böylece Ehl-i Beyt’ten ricsin giderilmesini, onlara hasrı ifade
eden إنما -edatı ile
bildirmiştir. Ayette geçen Ehl-i Beyt tabiri ile kast edilenin
Ali, Fatıma ve onların çocukları olduğunu şu rivayetle
delillendirilmiş oldu: “Bu ayet indirilince, Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem elbisesini onlara döndürüp
onu onların üzerine attı ve şöyle dedi:
هَؤُلاءِ أَهْلُ بَيْتِي
اللهم “Allah’ım!
İşte onlar ehli beytimdir.”
Rasul’ün ailesinin icmâsının delil olduğuna ve onların da Ali,
Fatıma ve onların çocukları olduğuna dair Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözlerini de aynı
şekilde delil getirdiler:
إِنِّي تَارِكٌ فِيكُمْ مَا إِنْ تَمَسَّكْتُمْ بِهِ لَنْ
تَضِلُّوا بَعْدِي أَحَدُهُمَا أَعْظَمُ مِنَ الْآخَرِ كِتَابُ
اللَّهِ حَبْلٌ مَمْدُودٌ مِنَ السَّمَاءِ إِلَى الْأَرْضِ
وَعِتْرَتِي أَهْلُ بَيْتِي “Muhakkak ki, ben
size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı bir şekilde bağlı
kalırsanız benden sonra asla sapıtmazsınız. Onlardan birisi
diğerinden daha büyüktür. O da; semadan yere uzatılmış bir ip
(kulp) olan Allah’ın Kitabı’dır. Ve (diğeri ise)
ailem ehli beytimdir.”
إِنِّي قَدْ تَرَكْتُ فِيكُمْ مَا
إِنْ أَخَذْتُمْ بِهِ لَنْ تَضِلُّوا كِتَابَ اللَّهِ وَعِتْرَتِي
أَهْلُ بَيْتِي “Muhakkak ki ben size,
kendisine sıkı bağlı kaldığınızda asla sapıtmayacağınız iki şey
bırakıyorum: Allah’ın Kitabı ve ailem ehli beytimdir.”
إني تارك فيكم الثقلين كتاب الله
وعترتي “Muhakkak ki ben size iki çok önemli
husus bırakıyorum; Allah’ın Kitabı ve ailem.”
Bir başka rivayette de;
وَأَهْلُ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي
أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ فِي أَهْلِ بَيْتِي أُذَكِّرُكُمُ اللَّهَ
فِي أَهْلِ بَيْتِي
“Ehl-i Beytim! Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı
hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım.
Ehl-i Beytim hakkında size Allah’ı hatırlatırım.”
Böylece Allah’u Teâla Ehl-i Beytten ricsi giderdi. Hata ise
ricsdir. Dolayısıyla hata da onlardan giderilmiş olur. Hata
onlardan giderilince icmâları hüccet
olur...” demektedirler.
Buna cevap iki yöndendir:
1-Bu delil zannidir. Zira ayet her ne kadar sübutu katî
olsa da delâleti zannidir. Çünkü onun tefsirinde ihtilaf
edilmiştir, dolayısıyla zannî olmaktadır. Hadis ise ahad
haberdir. Ahad haber zannidir. Buna binaen bütün delilleri zannî
olmaktadır. Usulden bir asıl hakkında delil getirmek katî
olmalıdır, zannî olması doğru olmaz. Böylelikle bu delilin,
Rasul’ün ailesinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet
olması uygun olmaz. Çünkü bu husus, kesin delile gereksinim
duymaktadır, bu delil ise zannidir.
2-“Ricsin” manası, “pislik” demektir. “Ricsin
giderilmesi” pisliğin giderilmesidir. Burada “pislikten” kast
edilen ise; Bu ayetin bu cümlesinden önceki cümle ve önceki
ayetin cümlelerinde açıkça görüldüğü gibi, “şüphe”
ve “töhmet” olan manevi pisliktir. Nitekim “rics” kelimesi, “manevi
pislik” anlamıyla birkaç ayette geçmiştir. Onlar, Allah’u
Teâla’nın şu sözleridir:
فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنْ الآوْثَانِ “O halde
putlardan (oluşan) pislikten kaçının.”
كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللَّهُ
الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
“Allah inanmayanların üzerine böyle pislik indirir.”
وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى
الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ “O, akıllarını
kullanmayanların üzerine pislik indirir.”
إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ
وَالآنصَابُ وَالآزْلاَمُ رِجْسٌ مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ
“Şarap, kumar, dikili taşlar (heykeller/putlar), fal
ve şans okları birer şeytan işi pisliktir.”
Bunların hepsi de “manevi pislik” manasındadır. Dolayısıyla
Allah’u Teâla’nın; لِيُذْهِبَ
عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ “O halde
Allah sizden pisliği gidermek istiyor”
sözü, “sizden manevi pislik olan töhmeti gidermek istiyor”
demektir.
Buna binaen, onlardan “pisliğin giderilmesi”; onlardan “hatanın
nefyedilmesi” olmaz. İçtihatta “hata” pislik değil, bilakis
sahibine sevap verilen bir husustur. Bunun delili de Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür:
إِذَا حَكَمَ الْحَاكِمُ فَاجْتَهَدَ
ثُمَّ أَصَابَ فَلَهُ أَجْرَانِ وَإِذَا حَكَمَ فَاجْتَهَدَ ثُمَّ
أَخْطَأَ فَلَهُ أَجْرٌ
“Hakim (kadı ya da yönetici) hüküm verdiğinde içtihat
edip isabet ederse ona iki ecir/sevap vardır, hata ederse bir
ecir/sevap vardır.”
Bu da, Ehl-i Beytten “pisliğin giderilmesinin”, hatanın
giderilmesi demek olmadığına, çünkü “hatanın” pislikten
olmadığına delâlet etmektedir.
Ayrıca Allah’u Teâla’nın; إنما
يريد الله “Allah ... istiyor” sözü, pisliğin
nefyini Ehl-i Beyte hasretmek için değildir. Bilakis Allah,
onlardan nefyettiği gibi onlardan başkalarından da
nefyetmektedir. إنما
-edatı için mefhumu muhalefet yoktur. Zira bu edat, hasr için
kullanılır, te’kid için kullanılır. Dolayısıyla ona ait mefhumu
muhalefet ile amel edilmez. Böylelikle Ehl-i Beytten pisliğin
giderilmesi, başkalarından giderilmemesi demek değildir.
Ayrıca ayet, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
eşleri hakkında inmiştir. Bunun delili de ayetin öncesinde ve
sonrasında var olan sözlerdir. Zira bu ayet üç ayetin bir
cüzüdür.
Nitekim Allah’u Teâla şöyle demiştir:
يَانِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ
كَأَحَدٍ مِنْ النِّسَاءِ إِنْ اتَّقَيْتُنَّ فَلاَ تَخْضَعْنَ
بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ
قَوْلاً مَعْرُوفًا (32) وَقَرْنَ فِي بُيُوتِكُنَّ وَلاَ
تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الآولَى وَأَقِمْنَ
الصَّلاَةَ وَآتِينَ الزَّكَاةَ وَأَطِعْنَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ
إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمْ الرِّجْسَ أَهْلَ
الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا (33) وَاذْكُرْنَ مَا
يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ
اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا
“Ey Nebi hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi
değilsiniz. Eğer takva sahibi iseniz, çekici bir eda ile
konuşmayın, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır.
Maruf söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliyye adetinde
olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah
ve Rasulü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece
pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister. Evlerinizde
okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz
Allah, her şeyin içyüzünü bilendir ve her şeyden haberi
olandır.”
Bu ayetlerin, يا نساء النبي
“Ey Nebi hanımları!” diye başlamasından da açıkça
görüldüğü gibi, Rasul’ün hanımları hakkında inmiştir.
Dolayısıyla bu ayetler Ehl-i Beyt hakkında inmemiştir, sadece
Rasul’ün eşleri hakkında inmiştir.
Bu ayet indiğinde Rasul’ün elbisesini Ali, Fatıma, Hasan ve
Hüseyin’in üzerine örtüp
هَؤُلاءِ أَهْلُ بَيْتِي
اللهم “Allah’ım!
İşte onlar ehli beytimdir.”
dediğine dair rivayet edilen hadis ise, eşlerinin Ehl-i
Beytten oluşunu nefyetmez. O hadis, ayetin her ne kadar Rasul’ün
eşleri hakkında inmiş olsa da genel olduğuna delâlet eder. Zira
o hadis, ayette geçen الاهل
“ehl” kelimesinin genelliğine delâlet eder, Ali, Fatıma
ve iki oğullarına özel olarak delâlet etmez. Bunu Zeyd b.
Erkam’a Sakaleyn Hadisi ile ilgili soru hakkındaki rivayette
geçenler teyid etmektedir. Zira ona Hüseyin sordu: “Rasulullah’ın
Ehl-i Beyti kim ya Zeyd? Hanımları Ehl-i Beytten değil mi?” Dedi
ki; “Hanımları, Ehl-i Beyttendir. Fakat onun Ehl-i Beyti, ondan
sonra kendilerine zekât almanın haram kılındığı kimselerdir.” O;
“Onlar kimlerdir?” dedi. O da dedi ki; “Ali’nin ailesi, Akîl’in
ailesi, Cafer’in ailesi, Abbas’ın ailesi.” Dedi ki; “Onların
hepsine de zekât almak haram mı kılındı?” O da; “Evet.” dedi.”
Bunlara binaen Ahzab suresi 33. ayeti, Rasul’ün ailesinin
icmâsının hüccet olduğuna dair delil olmaz. Hadis ise;
الثقلين “sakaleyn”den
kast edilen; العترة
“aile” değil, sadece Kitap ve Sünnettir. Nitekim bu Hadis
hakkında Nebi’nin şöyle dediği de rivayet edilmiştir:
كتاب الله وسنتي “Allah’ın
Kitabı ve Sünnetim.”
Üstelik o hadis; كتاب
الله وعترني “Allah’ın Kitabı ve ailem.”
şeklinde rivayet edilmiş olsa da, ailenin icmâsının hüccet
olduğuna delâlet etmez. Çünkü “aile”; sadece Ali, Fatıma ve
onların iki oğlu değildir, bilakis onlar ve ehli beytin
tamamıdır. Onlar ise; Zeyd b. Erkam’ın Sakaleyn hadisi
için yaptığı rivayet ile Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’ın
bir hadisine göre; zekât almanın kendilerine haram kılındığı
kimselerdir. O hadis de Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözüdür: لا تَحِلُّ لِآلِ
مُحَمَّدٍ أما علمت
إن الصدقة “Muhammed
ailesine sadaka helâl değildir.”
Dolayısıyla العترة
“aile”, Rasul’ün ailesinin tamamıdır.
Ayrıca hadis, “aile”den kastedilen ne olursa olsun sadece
Ehl-i Beyte sıkı bağlanmaya delâlet etmektedir, onların
icmâsının hüccet olduğuna delâlet etmemektedir. Onlara sıkı
bağlanmak, başkalarına sıkı bağlanmamak demek değildir. Zira
Rasul, sahabeyi örnek almayı talep etmişti. Şöyle demiştir:
اهتديتم
أصحابي
كالنجوم بأيهم اقتديتم “Ashabım
yıldızlar gibidir, hangisine uyarsınız doğru yolu bulusunuz.”
Raşid halifelerin sünnetine bağlanmayı talep etmiştir. Şöyle
demiştir: فَعَلَيْكُمْ
بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ
وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ
“Üzerinize düşen benim sünnetime ve benden sonra
raşid halifelerin sünnetine sarılmaktır. Onlara azı dişlerle
sarılın/hırsla sıkı sıkı bağlı kalın.”
Ebu Bekir ve Ömer’i örnek edinmeyi talep etmiştir. Şöyle
demiştir: اقْتَدُوا
بِاللَّذَيْنِ مِنْ بَعْدِي أَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ
“Benden sonra gelenlerden Ebu Bekir ve Ömer’e
uyun.”
Raşid halifelerin sözü, Şer’î delil değildir. Aynı şekilde Ebu
Bekir’in ve Ömer’in sözü de Şer’î delil değildir. Zira tek
başına övgü, sıkı bağlı olmak talebi, izlemek ve örnek almak
talebi, onu Şer’î delil olduğuna dair bir hüccet değildir.
Dolayısıyla Rasul’ün, Ehl-i Beyte sıkı bağlı olmak talebi de
ayni şekilde, onların icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet
değildir.
Bütün bunlardan yukarıda geçen Sakaleyn hadisinin, Rasul’ün
ailesinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaya
uygun olmadığı açığa çıkmaktadır. Böylelikle Rasul’ün ailesinin
icmâsının Şer’î delil olduğuna yukarıdaki ayet ve hadisle delil
getirmek, düşer. Dolayısıyla Rasul’ün ailesinin icmâsının ve Ehl-i
Beytin icmâsının Şer’î delil olmadığı açığa çıkmaktadır.
Böylelikle onlar Şer’î delillerden sayılmazlar.
* Medine ehlinin icmâsı ile ilgili olarak da; “Medine
ehlinin icmâsı hüccettir.” dediler ve buna Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünü delil
getirdiler: وينصع طيبها
إِنَّمَا الْمَدِينَةُ
كَالْكِيرِ تَنْفِي خَبَثَهَا
“Muhakkak ki Medine, körük gibidir. Habisini/kötüsünü atar
ve tayyibini/iyisini arıtır.”
Buna şöyle delil getirdiler: “Hadis kötülerin Medine’den
nefyedildiğine delâlet etmiştir. Hata ise kötüdür. Dolayısıyla
onun da ehlinden nefyedilmiş olması gerekir. Zira hata ehlinde
olsaydı, Medine’de de olmuş olurdu. Ehlinden hata nefyedilince,
onların icmâsı da hüccet olur.”
Buna cevap şudur: Hadis, Buhari ve Müslim’de sabittir.
Buhari’deki metni şöyledir: “Cabir İbn Abdullah
RadıyAllah’u Anhuma’dan rivayet edildiğine göre bir bedevi
Arap Medine’ye geldi. İslâm’a girmek üzere Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e biat etti. Biraz sonra
rahatsızlandı. Bunun üzerine Rasulullah’a gelip; “Benim biatımı
kaldır.” dedi. Rasulullah bunu reddetti. Sonra tekrar “Benim
biatımı kaldır” dedi. Rasulullah yine reddetti. Sonra Medine’den
çıkıp gitti. Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem dedi ki:
الْمَدِينَةُ كَالْكِيرِ تَنْفِي خَبَثَهَا وَيَنْصَعُ طِيبُهَا
“Medine körük gibidir. Kötülerini atar. İyilerini
arındırır.”
Bu hadis, Medine ehlinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair
hüccet olmaya uygun değildir. Zira bu hadis ahad haberdir, yani
zannidir. Dolayısıyla Şeriatın usulünden bir asıl hakkında
hüccet olmaya uygun olmaz. Filanca hususun Şer’î delil olduğuna
dair hüccetin katî olması kaçınılmazdır. Çünkü o, Şeriatın
asıllarından bir asıldır. Bundan dolayı bu hususta bu hadis ile
delil getirmek, düşer.
Ayrıca içtihatta hata, habis/kötü değildir, habis olması da
doğru olmaz. Aksi halde hatalı müçtehide sevap verilmezdi.
Ayrıca hatadan günah affedilmiştir. Zira Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle demiştir:
رفعَ عَنْ أُمَّتِي الْخَطَأَ...
إن الله
“Allah ümmetimden hatayı... kaldırdı/affetti.”
Habis ise nefyedilmiştir. Zira Rasul SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem şöyle demiştir:
ثَمَنُ الْكَلْبِ خَبِيثٌ وَمَهْرُ
الْبَغِيِّ خَبِيثٌ وَكَسْبُ الْحَجَّامِ خَبِيثٌ “Köpeğin
pahası habistir. Fahişenin mehri/fuhuş ücreti habistir.
Hacamat edenin kazancı habistir.”
Bunun gibi. hadisler vardır. Dolayısıyla “hata” ve “habis”
birbirinden farklı şeyler olmaktadır. Buna binaen yukarıdaki
hadis, Medine ehlinin icmâsının Şer’î delil olduğuna dair hüccet
olmaz. Dolayısıyla o hadisle bu hususta delil getirmek, düşer.
Bundan, Medine ehlinin icmâsının Şer’î delillerden olmadığı
açığa çıkmaktadır.
* Raşid halifelerin icmâsı ile ilgili olarak da bazıları
onun Şer’î delil olduğunu söyleyip buna Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünü delil
getirdiler: فَعَلَيْكُمْ
بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ
وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ “Üzerinize
düşen benim sünnetime ve benden sonra raşid halifelerin
sünnetine sarılmaktır. Onlara azı dişlerle sarılın/hırsla sıkı
sıkı bağlı kalın.”
Buna şu şekilde delil getirdiler: “Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem, kendi sünnetine tabi olmayı vacib/farz
kıldığı gibi onların sünnetine tabi olmayı da vacib kıldı. Onun
sünneti için muhalif olmak düşünülmez. Onların sünneti için
muhalif olmak da aynı şekildedir. Dolayısıyla onların icmâsı
hüccet olmaktadır.
Raşid halifeler şu dört halifedir: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali
RadıyAllah’u Anhum. Raşid halifelerden kast
edilenlerin onlar olduğuna dair delil Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür:
الْخِلافَةُ فِي أُمَّتِي
ثَلاثُونَ سَنَةً ثُمَّ
مُلْكٌ بَعْدَ ذَلِكَ “(Benden sonra)
ümmetimde Hilâfet otuz sene olacaktır. Sonra eziyet verici
yönetim olacaktır.”
Onların Hilâfet süreleri otuz yıldır. Böylece hadisle
kastedilenlerin onlar olduğu sabit olmuştur. Ayrıca bu hadisi,
zikredilen dört imamla örf tahsis etti. Öyle ki sanki o, onlara
özel isim oldu. Dolayısıyla o halifelerin icmâları Şer’î delil
olmaktadır.”
Buna cevap şudur: Bu hadis, ahad haberdir, yani zannidir.
Dolayısıyla raşid halifelerin icmâsının Şer’î delil olduğuna
dair hüccet olmaya uygun olmaz. Çünkü o, usulden bir asıldır.
Dolayısıyla onunla ilgili ona delâlet eden katî delil olması
kaçınılmazdır.
Ayrıca, hadiste onların icmâsının hüccet olduğuna dair bir
delâlet de yoktur. Zira hadiste olanın hepsi, onlara uymayı
emretmektir. Onlara uymayı emretmek, onların sözlerinin Şer’î
delil olması demek değildir. Buna delil; Rasul’ün, sadece Raşid
halifeler değil, sahabelerden her sahabeye uymayı emretmesidir.
Zira şöyle demiştir: أصحابي
كالنجوم بأيهم اقتديتم ا هتديتم
“Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsınız doğru
yolu bulusunuz.”
Şu halde bu sahabeye uymayı emretmiştir, sadece onlara uymayı
değil. Zira;
فَعَلَيْكُمْ
بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ
وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ
“Üzerinize düşen
benim sünnetime ve benden sonra Raşid halifelerin sünnetine
sarılmaktır. Onlara azı dişlerle sarılın/hırsla sıkı sıkı bağlı
kalın.”
hadisinde tahsis edilmeleri,
أصحابي كالنجوم “Ashabım
yıldızlar gibidir.” hadisindeki genelliğin yanında, o
hadisin, uymayı sadece onlara tahsis edici değil de onların
faziletlerini beyan oluşundan dışarı çıkarmaz. Böylelikle
hadiste, Raşid halifelerin icmâsının hüccet olduğuna dair bir
delâlet yoktur.
Üstelik “Raşid halifeler” tabiri ile kast edilen her Raşid
halifedir, sadece o dört halife değildir. Hilafetin otuz sene
olduğuna dair hadiste ise, sadece onların Raşid halife olduğuna
dair bir delâlet yoktur. Zira her Raşid halife bu hadisin
kapsamına girer. Mesela; Ömer b. Abdulaziz bu hadis kapsamına
girer.
Ayrıca, “hadisi dört imamla örf tahsis etti” sözlerinin bir
kıymeti yoktur. Çünkü kelimelerin delaletinde muteber örf ya da
“örfi hakikat” diye isimlendirilen halkın örfü değil, lügat
ehlinin örfüdür. Lügat ehlinin örfü ise “Raşid halifeler”
kelimesine dört kişiyi isim olarak vermemiştir ki, “örfi
hakikat” denilsin. Bu, ancak lügat ehli olmayanlar nezdinde
âni/garip örf olarak isimlendirilir. Bunun ise, bir kıymeti
yoktur. Onun için “Raşid halifeler” kelimesinin manası, her
Raşid halifeyi kapsayan genel olarak kalmaya devam eder.
Böylelikle bu hadisle bu hususta delil getirmek, düşer.
Dolayısıyla Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin icmâları Şer’î
delillerden bir delil olmaz.
* Ebu Bekir ve Ömer’in icmâsı ile ilgili olarak da
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünü
delil getirdiler: اقْتَدُوا
بِاللَّذَيْنِ مِنْ بَعْدِي أَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ
“Benden sonra gelenlerden Ebu Bekir ve Ömer’e
uyun.”
Bu hadis, bu hususta hüccet olmaya uygun değildir. Çünkü ahad
haberdir, yani zannidir. Ayrıca hadisin o ikisine uymayı talep
etmesi, o ikisinin faziletine delaletten başka bir şeye delâlet
etmez. Zira bu hadis de sahabenin tamamına uymayı talep eden;
أصحابي كالنجوم “Ashabım
yıldızlar gibidir.” hadisi gibidir. Dolayısıyla hadis, Ebu
Bekir ve Ömer’in faziletine ve onlara uymaya delâlet etmektedir.
Hadiste, o ikisinin sözlerinin Şer’î delil olduğuna dair bir
delâlet yoktur. Dolayısıyla bu hadisle bu hususta delil getirmek
düşer.
Bütün bunlardan sahabenin icmâsından başka her icmânın Şer’î
delil olmadığı, kesinlikle Şer’i delillerden sayılmadığı açığa
çıkmaktadır.
Asıl olan; mucize ile teyid edilmiş Sadık’tan (Rasul’den) başka
birisinin sözüne başvurmamaktır. Çünkü ondan başkası için hata
ve yalanın yolu açıktır. Yani hata ve yalana düşebilir.
Fakat sahabeler Rıdvanullahı Aleyhim’in icmâsına
dinin sıhhati ve Kur'an’ın hıfzı/korunması bağlı kılınmıştır.
Dolayısıyla bu, dinde hatanın imkânsız oluşu ve Kur'an’da
hatanın imkânsız oluşu nedeni ile onların icmâlarında hatanın
imkânsız olmasını gerektirmektedir.
Sahabelerin icmâsının hatadan korunması, onların sahabe
oluşlarından kaynaklanmamaktadır. Zira nebilerin dışında masum
kimse yoktur. İcmalarının hatadan korunması ancak dinin hatadan
korunmasından, Kur'an’ın kendisine batılın gelmesinden
korunmasından kaynaklanmaktadır. Bu tebliğde hatadan korunmanın
nebilerin hatadan korunmalarını gerektirmesi gibidir. Aynı
şekilde; kendilerinden aldığımız dinin hatadan korunması,
onların icmâlarının hatadan korunmasını gerektirmektedir. Bunun
için, icmâlarının hatanın imkânsız oluşundan dolayı, sahabelerin
icmâları hüccet olmaktadır. Zira, sahabelerin icmâlarında hata
imkânsız olmasaydı, onların Kur'an’dan bir şeyi gizlemek
üzerinde ya da Kur'an’a ondan olmayan bir şey katmak üzerinde
icmâ etmeleri mümkün olurdu. Yani Kur'an’ı artırmaları veya
eksiltmeleri mümkün olurdu. Rasul’e yalan isnadında icmâ
etmeleri mümkün olurdu. Kur'an’da olmayan bir şeyin
Kur'an’dandır diye nakledilmesi hatasına düşmeleri mümkün
olurdu. Dinden bir şeyi gizlemeleri ya da dinden olmayan bir
şeyi dine katmaları mümkün olurdu.
Bunların hepsi de; dinin sıhhatinin katî delil ile kesinleşmiş
olmasından dolayı imkânsızdır. Kur'an’a, öncesinden ve
sonrasından batılın gelmemesinin kesinleşmiş olmasından dolayı
imkânsızdır.
Dolayısıyla, sahabelerin dinden ve Kur'an’dan bize naklettikleri
hususta icmâlarında hatanın imkânsız olması kaçınılmazdır.
Bundan dolayı onların icmâsı Şer’î delildir. Onlardan başkaları
böyle değildir. Bunun için sadece sahabelerin icmâları Şer’î
delildir. Ondan başkası Şer’î delil değildir.