DELİL OLMADIĞI HALDE DELİL SANILANLAR |
|
Muteber dört delil işte
bunlardır: Kitap,
Sünnet,
Sahabelerin İcması
ve illeti Şeriatta geçmiş olan
Kıyas.
Bazı imam ve müçtehitlerin bunların dışında delil olarak itibar
ettikleri hususlar ise delil değildir. Zira sadece bunların
Şer’î delil olarak itibar edilmesine kesin delil getirilmiştir.
Bunların dışında kalanlar hakkında bir kesin delil
getirilmemiştir. Dolayısıyla Şeriata göre muteber deliller
sadece bu dört delildir. Çünkü Şer’î delil, usulden/asıllardan
bir asıldır. Dolayısıyla o, sadece yakîn delil ise sabit olan
akideler gibidir. Böylece ona delâlet eden kesin bir delilin
olması kaçınılmazdır.
Ancak bu dört delilden başka
içerisinde delil şüphesi bulunan hususlarla istidlâl/delillendirme
Şer’î delillendirmekten sayılır, onun gereği istinbat edilen
hüküm de Şer’î hüküm sayılır. Çünkü o, şüphetüddelildir. Fakat
onlara delil olarak itibar etmeyen kimse hakkında Şer’î hüküm
olmaz. Fakat ortada delil şüphesi olduğundan dolayı o, o
kimsenin nazarında Şer’î hüküm olur.
Delil olmadığı halde delil
sanılan hususlara gelince, onların hüccet olduğuna delâlet eden
deliller, zannî delildirler veya delil getirdikleri hususa
uymayan delildirler. Bunların en önemlileri şu dört husustur:
1-
Şer’u men
kablenâ/önceki Şeriatlar,
2-
Sahabe mezhebi,
3-
İstihsan,
4-
Mesâlihi mürsele.
Bazı imamlar dediler ki;
‘Şer’u Men
Kablenâ/Önceki Şeriatlar, Şer’î delillerden bir delildir. Zira Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem kendisinden önceki Şeriatlardan -değiştirilmiş kitapları ve ehillerinin
nakli yönünden değil de vahiy yoluyla- kendisine ulaşan sahih
Şeriatlarla ibadet etmekteydi.’ Dediler ki: ‘Doğrudur! Nebi
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in Şeriatı, daha önceki Şeriatı nesh edicidir. Fakat önceki Şeriattan
nesh olunan, İslâm Şeriatına muhalif olandır. Dolayısıyla O’nun
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem Şeriatından önceki Şeriatta muhalif olan husus, nesheden olmaktadır.
Fakat önceki Şeriatlardan İslâm Şeriatına muhalif olmayan
hususlar O’nun Şeriatındandır. Zira o, bu hususta önceki
Şeriatlara uymakla mukayyeddir. O zaman onu nesh edici olmaz.
Onun için, O’nun Şeriatı, kendisinden önce konulmuş bazı
hususları nesh edici olarak vasfedilmez. Meselâ, imanın vacib
oluşu, küfrün haram oluşu, zina, öldürme, hırsızlık v.b. Bizim
Şeriatımızda olup da önceki Şeriatlara uygun düşen hususlar
gibi.’
Önceki şeriatların bize de
şeriat olduğuna dair Kitap ve Sünnetten delil getirdiler.
Kitaptan şu ayetleri şöyle delil getirdiler:
- Allah’u Teala nebiler
hakkında şöyle demiştir:
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَى اللَّهُ
فَبِهُدَاهُمْ اقْتَدِهِ
“İşte o nebiler, Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de
onların hidayetine/yoluna uy.”
Allah Rasule, o nebilerin
yoluna, onların yolundaki şeriatlarına uymasını emretti.
Dolayısıyla Rasulün ona uyması vacib oldu.
- Allah’u Teala şöyle dedi:
إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا
إِلَى نُوحٍ
“Biz Nuh’a... vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik.”
شَرَعَ لَكُمْ مِنْ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا
“...Nuh’a tavsiye ettiğini Allah size de din kıldı.”
Allah’ın bu sözü, Rasulün
Nuh’un Şeriatına uymasının vacib olduğuna delâlet etmektedir.
- Allah’u Teala şöyle dedi:
أَنْ
اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ ثم
أوحيتا إليك “Sonra
da sana İbrahim’in milletine uy diye vahyettik.”
Burada da Nebi’ye İbrahim’in
dinine uymasını emretti. Burada emir vacib kılmak içindir.
- Allah’u Teala şöyle dedi:
إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ
بِهَا النَّبِيُّونَ
“Biz, içinde hidâyet ve nur olduğu halde, nebilerin kendisiyle
hükmettikleri Tevrat’ı indirdik.”
Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
de nebiler
topluluğundandır. Dolayısıyla onun da Tevratla hükmetmesi vacib
oldu.
Sünnetten delilleri ise
şöyledir:
- Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in, bir Yahudinin recm edilmesinde Tevrata başvurduğu rivayet
edilmiştir.
- Kendisinden kırılmış bir
dişe kısas talep edildiğinde şöyle demiştir:
يا
أنس كتاب الله القصاص
“Ey
Enes! Allah’ın kitabı kısas ile hükmetmektedir.”
Tevrat’ın dışında
Kitapta diş hakkında kısas ile hükmetmek yoktur. O da Allah’u
Teala’nın Tevrat’ta geçtiğini söylediği şu sözdür: ...
وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ
... “... dişe diş...”
-Yine Rasul’den şöyle dediği
rivayet edilmiştir:
مَنْ نَسِيَ صَلاةً أَوْ نَامَ عَنْهَا
فَلْيُصَلِّهَا إِذَا ذَكَرَهَا إن الله نعالى يقول : وَأَقِمْ
الصَّلاةَ لِذِكْرِي
“Kim bir namaz vakti uyuyakalır veya unutup vaktini
geçirirse, hatırladığında onu kılsın.
Allah’u
Teala diyor ki: ‘Beni anmak için namaz kıl.’
”
Bu kitap, Musa
Aleyhisselam’a
yönelik bir kitaptır.
- Ebu Hüreyre’den Rasulullah
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in
şöyle dediği rivayet edilmiştir:
الأنْبِيَاءُ
إِخْوَةٌ مِنْ عَلاتٍ وَأُمَّهَاتُهُمْ شَتَّى وَدِينُهُمْ وَاحِدٌ
“Nebiler farklı
annelerden olma kardeştirler. Anneleri farklıdır, dinleri
tektir.”
Bu demektir ki
onların şeriatları Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
için de şeriattır.
- Yine Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem,
yahudileri aşure günü oruç tuttuklarını gördüğünde şöyle
demiştir:
نَحْنُ
أَوْلَى بِمُوسَى مِنْهُمْ
“Biz Musa’ya onlardan daha yakınız.”
Bu da, Musa’nın şeriatının ona da şeriat olduğuna delâlet
etmektedir. Dolayısıyla bu, önceki şeriatların bize de şeriat
olduğuna dair bir delildir.
Önceki şeriatların bize de
şeriat olduğunu söyleyenlerin delilleri işte bunlardır. Bu söz
esasından batıldır. Zikredilen deliller, bu söze hüccet
olmazlar. Önceki şeriatlar bize şeriat değildir ve Şer’î
delillerden sayılmazlar. Bunun delili de; Kitap, Sünnet,
Sahabelerin İcmaı ve bizden öncekilere ait ve bize ait Şer’î
hükümlerin vakıasıdır.
* Kitaptan deliller
şunlardır:
- Allah’u Teala şöyle
demiştir:
إِنَّ
الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الإسْلامُ
“Allah katında din İslâm’dır.”
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الإسْلامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa (o din) ondan asla kabul
edilmez.”
وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا
بَيْنَ يَدَيْهِ مِنْ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ
“Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve ona hakim olmak üzere
hak olarak Kitab’ı indirdik”
لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً
وَمِنْهَاجًا
“Her birinize
(her ümmete) bir
Şeriat ve metot verdik.”
Bu ayetlerle delil getirme
şekli şöyledir:
- İlk iki ayet: Her ne kadar
الإسلام –“İslâm”
kelimesi, Allah’a teslim olmak manasında olsa da, o iki ayette
الدين
–“Din” kelimesi ile birlikte zikredilmiştir. Bu demektir ki, bu
kelimeden kast olunan İslâm Dinidir, Allah’u Teala’ya teslim
olmak değil. “İslâm” kelimesinin “din”e atfedilmesi/isim olarak
verilmesi sadece Muhammed
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in getirdiği Şeriata isim olarak verilmesi olur. Onun için ilk ayetin
manası: ‘Allah katında kabul görülen din, Rasul’ün
gönderilmesinden sonra gelen İslâm Dinidir.’ şeklinde olur.
- İkinci ayetin manası da
şöyle olur: ‘Muhammed
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
gönderilmesinden sonra kim İslâm dininden başka bir dine
inanırsa, Allah ondan bunu kabul etmez ve o Ahirette hüsrana
düşenlerden olur. Bunu şu da teyit ediyor: Hıristiyanlar ve
Yahudiler İslâm Şeriatı ile muhataptırlar ve kendi şeriatlarını
terk etmekle emrolunmuşlardır. Rasul’ün gönderilmesinden sonra,
Hıristiyanlık ve Yahudilik küfür, tâbileri de kâfir
sayılmışlardır. Böylece o iki ayetin manası şöyle sabit oluyor:
Rasul’ün gönderilmesinden sonra, onun Şeriatında olmayan her
şeriat küfürdür.
- Üçüncü ayet: Bu ayette,
مهيمنا
–“müheyminen” sözü ile kast olunan
مصدقا
–“musaddikan”/“doğrulayıcı olmak” değildir. Çünkü aynı ayette
مصدقا
– “musaddikan” da denilmekte
مهيمنا
–“müheyminen” de denilmektedir. Dolayısıyla
مهيمنا
–“müheyminen” kelimesinin “doğrulayıcı olmaktan” başka bir
manasının olması kaçınılmazdır. O mana da, önceki şeriatlara
“hakim olmasıdır.” Kur'an’ın önceki şeriatlara hakim olması,
önceki şeriatları nesh etmesidir. Yani onları doğrulayıcı ve
nesh edici olarak gelmiştir.
- Dördüncü ayet: Allah’u
Teâlâ, her Rasule, diğerinin şeriatından başka bir şeriat
vermiştir. Bu demektir ki, Muhammed
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
Şeriatı, önceki şeriatlardan başkadır, önceki şeriatlar da
Muhammed
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e ait şeriat değildir. Çünkü onun Şeriatı ve minhacı/yöntemi değildir.
Zira her Rasule bir kanun ve yöntem verilmiştir, yani şeriat
verilmiştir. Bu da Rasul’ün, başkasının şeriatı ile değil de
kendi Şeriatı ile kayıtlı olduğuna dair bir delildir.
Ayrıca Allah’u Teala şöyle
dedi:
أَمْ كُنتُمْ شُهَدَاءَ إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ
الْمَوْتُ إِذْ قَالَ لِبَنِيهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْدِي
قَالُوا نَعْبُدُ إِلَهَكَ وَإِلَهَ آبَائِكَ إِبْرَاهِيمَ
وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِلَهًا وَاحِدًا وَنَحْنُ لَهُ
مُسْلِمُونَ (133) تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ لَهَا مَا كَسَبَتْ
وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْ وَلا تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا
يَعْمَلُونَ
“Yoksa Yakub’a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman
Yakub oğullarına: ‘Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?’
demişti. Onlar: ‘Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın
ilahı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz. Biz ancak O’na teslim
olmuşuzdur’ dediler. Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların
kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz
onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.”
Allah bu ayetlerle bize, o
nebilerin yaptıklarından, bizi sorguya çekmeyeceğini haber
veriyor. Biz, onların amellerinden sorguya çekilmediğimize göre
onların şeriatlarından da sorguya çekilmeyiz. Çünkü o şeriatın
tebliği ve onunla amel etmek, onların amellerindendir.
Kendisinden sorgulanmadığımız husus, kendisi ile talep
olunmadığımız ve bize zorunlu olmayan husustur.
* Sünnetten delillere
gelince:
- Câbir’den Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in
şöyle dediği rivayet edildi:
أُعْطِيتُ خَمْسًا لَمْ يُعْطَهُنَّ أَحَدٌ قَبْلِي كَانَ كُلُّ
نَبِيٍّ يُبْعَثُ إِلَى قَوْمِهِ خَاصَّةً وَبُعِثْتُ إِلَى كُلِّ
أَحْمَرَ وَأَسْوَدَ
“Bana, benden önce
kimseye verilmeyen beş husus verildi: 1- Benden önce her nebi
özel bir kavme gönderildi. Ben ise kırmızısı siyahı herkese
gönderildim...”
- Ebu Hureyre’den Rasulullah
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in
şöyle dediği rivayet edildi:
فُضِّلْتُ عَلَى الأنْبِيَاءِ بِسِتٍّ .... وَأُرْسِلْتُ إِلَى
الْخَلْقِ كَافَّةً
“Ben nebilere altı
hususta üstün kılındım” onları zikretti. Onlardan
birisi de, “Tüm insanlara gönderildim.”
Böylece Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem, kendisinden önceki her nebinin sadece kendi kavmine özel olarak
gönderildiğini haber verdi. Dolayısıyla her nebi, kavminden
olmayan kimselere gönderilmemiş olur ve o kimseler kendi
nebileri olmayan bir nebinin şeriatı ile zorunlu kılınmamış
olurlar. Bununla sabit oldu ki; o nebilerden hiç birisi bize
gönderilmedi, dolayısıyla şeriatları bize şeriat olmaz. Bunu,
nebilerle ilgili olarak Kur'an ayetlerinde açıkça geçen husus
teyit etmektedir.
Şöyle ki: -
وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا
“Semud kavmine de kardeşleri Salihi gönderdik.”
وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا
“Ad kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik.”
وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا
“Medyen kavmine de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik.”
Nebi
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem
ile ilgili olarak
açıkça geçen husus ise şudur:
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلا كَافَّةً لِلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا
“Biz seni ancak bütün insanlar için müjdeleyici ve uyarıcı
olarak gönderdik.”
- Ayrıca Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem,
Muaz’ı Yemen’e kadı olarak gönderilirken şöyle dedi:
كَيْفَ تَقْضِي إِذَا عَرَضَ لَكَ قَضَاءٌ قَالَ أَقْضِي
بِكِتَابِ اللَّهِ قَالَ فَإِنْ لَمْ تَجِدْ فِي كِتَابِ اللَّهِ
قَالَ فَبِسُنَّةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ قَالَ فَإِنْ لَمْ تَجِدْ فِي سُنَّةِ رَسُولِ اللَّهِ
صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَلَا فِي كِتَابِ اللَّهِ
قَالَ أَجْتَهِدُ رَأْيِي وَلَا آلُو
“Sana
bir dava sunulduğunda ne ile hükmedeceksin?
Dedi ki; ‘Allah’ın Kitabı
ile hükmederim.’ (Rasul) Dedi ki;
Allah’ın Kitabında
bulamazsan? Dedi
ki; ‘Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
sünneti ile.’ (Rasul) Dedi ki;
Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
sünnetinde de Allah’ın Kitabında da bulamazsan?
Dedi ki; ‘Re’yimle/görüşümle
içtihad ederim. İhmal etmem.’”
Muaz, diğer
nebilerin kitapları ve sünnetlerinden bir şey zikretmedi. Nebi
SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem
de ona şöyle dua
ederek onu tasvip etti:
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَفَّقَ رَسُولَ رَسُولِ اللَّهِ لِمَا
يُرْضِي رَسُولَ اللَّهِ
“Allah’ın elçisinin elçisini, Allah ve Rasulü’nün
sevdiği hususa muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.”
Diğer nebilerin kitapları ve
sünnetleri, Şer’î hükümlerin elde edildiği kaynaklardan olsaydı,
bu hadiste kendilerine başvurmanın vacibliği hususunda Kitap ve
Sünnet ile birlikte geçerdi. Ancak inceledikten ve
bilinmelerinden ümit kesildikten sonra onları terk edip görüşle
içtihat yapmak caiz olurdu.
- Yine Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den
rivayet edildiğine göre, O, Ömer b. Hattab’ı, elindeki
Tevrat’tan bir parçaya bakarken gördüğünde kızarak ona şöyle
dedi:
لَقَدْ جِئْتُكُمْ بِهَا بَيْضَاءَ نَقِيَّةً لَا تَسْأَلُوهُمْ
عَنْ شَيْءٍ فَيُخْبِرُوكُمْ بِحَقٍّ فَتُكَذِّبُوا بِهِ أَوْ
بِبَاطِلٍ فَتُصَدِّقُوا بِهِ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ
أَنَّ مُوسَى صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ حَيًّا مَا
وَسِعَهُ إِلَّا أَنْ يَتَّبِعَنِي
“Muhakkak ki ben
onu (risaleti)
size tertemiz pırıl pırıl getirdim. Onlara bir şey sormayın.
Zira ya hak söylerler onları yalanlarsınız, ya da batıl
söylerler onları tasdik edersiniz. Nefsim elinde olana yemin
olsun ki, Musa
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
yaşıyor olsaydı, ancak bana tabi olabilirdi.”
Bu hadis, Musa yaşasaydı
ancak Nebi’ye tâbi olmak zorunda olduğunu haber vermektedir. O
halde Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
ölümünden sonra Musa’ya tâbi olmaması evlâ olmaktadır.
Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, kendisinden önceki bir şeriata tâbi olsaydı, o şeriata başvurması ona
vacib olurdu. Geçmiş şeriatların kendilerinden yoksun
olmadıkları vakıaların hükümleri hakkında vahyin inmesini
beklemezdi. Fakat gerçek şudur ki, Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem,
hakkında vahiy inmemiş bir vakıa hakkında kendisine soru
sorulduğunda vahiy inesiye kadar cevap vermekten geri dururdu.
Buna örnek çoktur. Meselâ:
- Buhari, İbn Münkeder’den şu
rivayeti tahriç etti:
“Cabir
b. Abdullah’ı şöyle derken
işitmiştim: ‘Ben hastalandım. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
Ebu Bekir ile yürüyerek beni ziyarete geldi. Bana geldiğinde ben
baygınlık geçirmiştim. Bunun üzerine Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
abdest alıp,
abdest suyunu benim üzerime döktü. Bunun üzerine ben kendime
geldiğimde; “Ey Allah’ın Rasulü, malım hakkında nasıl hüküm
vereyim? Malım hakkında nasıl davranacağım? dedim. Bana miras
ayeti inene kadar cevap vermedi.”
Eğer önceki
şeriatlar ona şeriat
olsaydı, onlara başvurup cevabı verirdi.
* İcmâya gelince:
Sahabeler, Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Şeriatının önceki şeriatları neshettiği hususunda icmâ etmişlerdir.
Önceki şeriatlarla kulluk
olsaydı, onları tasdik eden ve bize bildiren olurdu, onları nesh
eden olmazdı. Bu ise muhaldir. Ayrıca önceki şeriatlar bize
şeriat olsaydı onların öğrenilmesi Kur’an ve Hadisin öğrenilmesi
gibi farzı kifayelerden olurdu. Çeşitli olaylar vukuu bulduğunda
onlara başvurmaları, onları incelemeleri ve nakledenlerini
soruşturmaları sahabelere vacib olurdu.
Mesela sahabeler, aralarında
vukuu bulan; “dedenin mirası”, “avl meselesi”, “ümmü veledin
satışı meselesi”, “şarap içme haddi meselesi”, v.b. meselelerde
önceki şeriatlara başvurmamışlardır. Zira bu hususta onlardan
hiçbir şey nakledilmemiştir. Dolayısıyla önceki şeriatlar bize
şeriat olmaz.
* Bizden öncekilere ve
bize ait Şer’î hükümlerin vakıasına gelince:
- Kur’an, önceki şeriatlardan
bir çok hüküm içermektedir. Bunların haklarında neshin gelmediği
Kur’an ile sabittir. Fakat bu hükümler, Rasul’ün bize getirdiği
hükümler ile çelişmektedir. Önceki şeriatların hükümlerini
getiren ayetler; hükümlerin nesh edilmesi halinde olduğu gibi,
hükümleri başka hükümler ile nesh edilmiş olmaları anlamında
hükmen nesh edilmiş sayılmazlar. Sadece o hükümler; bizim
kendileriyle sorumlu olmadığımız önceki şeriatlara ait hükümler
sayılırlar. Bu da önceki şeriatların bize şeriat olmadığına dair
bir delildir.
Önceki şeriatlara ait olup
Kur’an’da geçen hükümlere örnekler şunlardır:
- Süleyman’ın şeriatından
örnek şu ayette geçmektedir:
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِي لا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ
كَانَ مِنْ الْغَائِبِينَ (20) لاعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا
أَوْ لاذْبَحَنَّهُ أَوْ لَيَأْتِيَنِي بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ
“Kuşları gözden
geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa
kayıplara mı karıştı? Ya bana apaçık bir delil getirecek ya da
onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım.”
Zarar verse de kuşun
cezalandırılmasının geçersizliği, hatta bütün hayvanların
cezalandırılmasının geçersizliği hususunda Müslümanlarda ihtilaf
yoktur. Nitekim bu hususta nâss gelmiştir. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem
şöyle demiştir:
الْعَجْمَاءِ جُرْحُها جُبَارٌ
“Hayvanlara ağır
ceza vermek
(eziyet etmek)
zorbalıktır.”
- Musa’nın şeriatından örnek
şu ayettedir:
وعلى
الذين هادوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذِي ظُفُرٍ وَمِنْ الْبَقَرِ
وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَا إِلا مَا حَمَلَتْ
ظُهُورُهُمَا أَوْ الْحَوَايَا أَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍ “Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık, sırtlarında
yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar
hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram
kıldık.”
İslâm Şeriatında bütün bunlar
Müslümanlara Allah’u Teâlâ’nın şu sözleriyle helal
kılınmıştır:
وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ “ ... sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir.”
İç yağı bizim yiyeceğimizdendir ve onlara helaldir.
- Musa’nın şeriatından bir
örnek de şu ayettedir:
وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ
وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالأنفَ بِالأنفِ وَالْأُذُنَ
بِالْأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ
“Onda (Tevrat’ta)
onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa
kulak, dişe diş, yaralar da kısastır.”
Biz bunu almıyoruz. Çünkü
bununla emrolunmadık. Ancak onu bizden başkalarına emretti.
İslâm’da ise bunların içinden “can”ın dışında vücudun organları
için kısas yoktur. Fakat bütün bunlar hakkında “irş” yani diyet
vardır. Bunu Sünnet açıklamıştır. Nitekim Nesâi, Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
...وَفِي الْأَنْفِ إِذَا أُوعِبَ جَدْعُهُ الدِّيَةُ وَفِي
اللِّسَانِ الدِّيَةُ ... وَفِي الْعَيْنَيْنِ الدِّيَةُ....
“...Burun
tamamen koparılmış ise bir tam diyet, dil için bir tam diyet...
iki göz için bir tam diyet...”
Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in Buhari’de geçen şu;
يا
أنس كتاب الله القصاص
“Ey
Enes! Allah’ın kitabı kısas ile hükmetmektedir.”
sözüne gelince; bu, Enes’in halası Rebî’in bir cariyenin bir
dişini kırdığında söylenmiştir. Burada zikredilen “kısas”
وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا “Onda
(Tevrat’ta)
onlara şöyle yazdık: ...”
ayetine işaret etmemektedir. Çünkü ayette zikredilen kısas
yaralamalarla birlikte zikredildi. Ayette diyor ki;
الجروح قصاص “Yaralar da kısastır.”
Olay ise; diş olayıdır. Dolayısıyla Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in o sözü bu zikredilen ayete işaret
etmemektedir. Fakat o diş hakkında kısasla ilgili özel bir
hükümdür. O da şöyledir; bir tek kemik kasıtlı olarak
kırıldığında, hakkında kısas vardır.
- Yusuf’un şeriatından örnek
şu ayettedir:
قَالُوا جَزَاؤُهُ مَنْ وُجِدَ فِي رَحْلِهِ فَهُوَ جَزَاؤُهُ
كَذَلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ
“Onun cezası, kayıp eşya kimin yükünde bulunursa işte o
(şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zâlimleri böyle cezalandırırız, dediler.”
Yani hırsızı köleleştirmek hırsızın cezasıdır. İslâm hırsızın
cezası olarak, el kesme cezasını getirmiştir.
- Şuayb’ın şeriatından örnek
de şu ayettedir:
قَالَ
إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أُنكِحَكَ إِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلَى
أَنْ تَأْجُرَنِي ثَمَانِيَةَ حِجَجٍ فَإِنْ أَتْمَمْتَ عَشْرًا
فَمِنْ عِنْدِكَ “(Şuayb)
dedi ki; Bana sekiz yıl çalışmana karşılık, şu iki kızımdan
birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yılı tamamlarsan artık
o sendendir.”
Bu da İslâm’da caiz değildir.
Çünkü icare sözleşmesinde belirsizlik vardır.
احدى
ابنتى “İki
kızımdan biri”,
أَيَّمَا الأجَلَيْنِ “Bu iki süreden hangisi olursa olsun.”
Bunlar belirsizlik ifadeleridir. Ayrıca mehir, kadına aittir,
babasına değil. Zira Allah’u Teala şöyle diyor:
وَآتُوا النِّسَاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةً
“Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile veriniz.”
- Zekeriyya zamanındaki
halkın şeriatına örnek şu ayette geçen Meryam’in annesinin şu
sözüdür:
رَبِّ
إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا
“Rabbim, karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım.”
Bu, asıl itibarı ile İslâm’da caiz değildir.
- Yakub’un Şeriatından örnek
şu ayettedir:
كُلُّ
الطَّعَامِ كَانَ حِلاً لِبَنِي إِسْرَائِيلَ إِلا مَا حَرَّمَ
إِسْرَائِيلُ عَلَى نَفْسِهِ
“İsrail’in kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her
türlüsü İsrailoğullarına helal idi.”
İslam’da, Allah’u Teâlâ’nın
haram kılmadığı hususu kişinin kendisine haram kılması helal
değildir. Zira Allah’u Teâlâ, Rasule şöyle demiştir:
لِمَ
تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ “Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram kılıyorsun?”
- Kehf ehli ashabı
zamanındaki kitaplıların şeriatından örnek şu ayettedir:
قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَى أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ
عَلَيْهِمْ مَسْجِدًا
“Onların durumuna vakıf olanlar ise; Bizler kesinlikle onların
yanı başlarına bir mescid yapacağız, dediler.”
Bu ise, İslâm’da haramdır.
Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
şöyle dedi:
إِنَّ
أُولَئِكَ إِذَا كَانَ فِيهِمُ الرَّجُلُ الصَّالِحُ فَمَاتَ
بَنَوْا عَلَى قَبْرِهِ مَسْجِدًا وَصَوَّرُوا فِيهِ تِلْكَ
الصُّوَرَ فَأُولَئِكَ شِرَارُ الْخَلْقِ عِنْدَ اللَّهِ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
“O
kimseler ki, içlerinden salih birisi öldüğünde onun kabrinin
üstüne bir mescid yaparlar.İçerisine resimler çizerler. İşte
onlar Kıyamet Günü Allah katında yaratıkların şerlileridirler.”
İşte böyle Kur’anda Allah’ın
bizden öncekilerin hükümlerini bize anlatmış olduğu birçok ayet
vardır. Rasul ise bu hükümlere muhalif hükümler getirmiştir. Bu
ayetler, nesh olunan ayetler gibi bizzat nesh olunmuş
değildirler. Sadece önceki şeriatlar nesh olunmuştur.
Dolayısıyla bu ayetler bizden öncekilerin şeriatlarındandır ve
onlardan sorumlu değiliz.
Bütün bunlardan açığa çıkıyor
ki; önceki şeriatlar bize şeriat değildirler, dolayısıyla
hükümlerin kendilerinden çıkartıldığı Şer’î delillerden
sayılmazlar.
Onların sözlerine delil
olarak ileri sürdükleri delillere gelince: Onların tamamında bu
husus hakkında bir delâlet yoktur.
-
فَبِهُدَاهُمْ اقْتَدِهِ “Sen de onların hidayetlerine/yoluna uy.”
Bu ayette kast olunan tevhittir. Çünkü
فبهداهم “Hidayetlerine” dedi.
بهم
“Onlara” demedi. Onların kendisiyle hidayet buldukları husus
tevhittir.
-
إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ
“Biz Nuh’a... vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik.”
Bu ayette, Nuh’a
ve ondan sonraki nebilere vahyedilenlerin aynısının Rasul’e de
vahyedildiğine dair bir delâlet yoktur ki, “onların Şeriatıyla
emredilmiştir”, denilsin. Bilakis bu ayet ile kast olunan; onun
imkânsız olduğunun düşünülmesi ihtimalinden dolayı, başka
nebilere vahy olunduğu gibi Rasul’e de vahyolunduğunu
bildirmektedir. Yani, ‘Allah, senden öncekilere vahyettiği gibi
sana da vahyetti” demektir.
-
شَرَعَ لَكُمْ مِنْ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا
“...Nuh’a tavsiye ettiğini Allah size de din kıldı.”
Bu sözden kast olunan da, tevhidin aslıdır, silinip yok olan Nuh’un
şeriatı değil. Bunun için Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in,
Nuh’un şeriatından bahsettiği hiç nakledilmemiştir.
-
أَنْ
اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ “İbrahim’in milletine uy diye vahyettik.”
الملة
“Millet” lafzıyla kast olunan, sadece tevhidin esaslarıdır ve
şeriatın detayları olmaksızın ibadetle Allah’u Teâlâ’yı
yüceltmektir. Buna “millet” lafzının şeriatın detaylarına isim
olarak verilmemesi de delâlet eder. Zira şeriatın detaylarındaki
mezheplerinden dolayı “Şafi milleti”, “Caferi milleti” denilmez.
Bunu ayetin devamındaki şu söz de tey’id eder.
وَمَا
كَانَ مِنْ الْمُشْرِكِينَ “O, müşriklerden değildi.”
“Millet” lafzı, dinin karşılığında şirkin karşıtı olarak
zikredilmiştir. O da sadece tevhittir. Böylece bu, tâbi olmanın
ancak tevhidin aslında olduğuna dair bir delildir.
-
يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ “Nebilerin kendisiyle hükmettiği.”
Bu, haber verme sîgasıdır, emir sîgası değil. Böylece Tevrat’a
tabi olmanın vacib oluşuna delâlet etmez. Bu ayette, Rasul’ün
kendisi ile hükmettiğine dair bir delâlet yoktur. Bir yahudinin
recm edilmesi hususunda Rasul’ün Tevrat’a başvurduğuna dair
rivayete gelince; Rasul, Tevrat’ın getirdiği ile hükmetmek için
Tevrat’a başvurmadı. O sadece recmin Tevrat’ta geçtiğine dair
vermiş olduğu haberin doğruluğunu ve yahudinin de onu inkârını
açığa çıkarmak için Tevrat’a başvurdu. Bu hususun dışında
Tevrat’a başvurmadı.
- Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüne gelince:
يا
أنس كتاب الله القصاص “Ey Enes! Allah’ın Kitabı kısas ile hükmetmektedir.”
Bu sözden
kast edilen, Allah’u Teâlâ’nın
السن
بالسن “Dişe diş...”
sözü değildir.
Çünkü ayette zikredilen kısas yaralamalarla birlikte zikredildi. Olay
ise; diş olayıdır. Dolayısıyla Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in o sözü bu zikredilen ayete işaret
ediyor olsaydı, yaralamalar hakkındaki kısasa işaret etmiş
olurdu. Bu ise, olaydan başkadır. O da dişin kırılmasıdır.
Burun, kulak, göz gibi diğer organlar hakkında ise, “irş” yani
diyet geçmiştir. Bu da Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’den rivayet edilen Sünnette açıklanmıştır,
zikredilen ayette geçen kısas değildir.
- Şu hadise gelince:
مَنْ
نَسِيَ صَلاةً أَوْ نَامَ عَنْهَا فَلْيُصَلِّهَا إِذَا ذَكَرَهَا “Kim bir namaz vakti uyuyakalır veya unutup vaktini
geçirirse, hatırladığında onu kılsın.”
Bu hadis, uyuma ve
unutma durumunda, namazı kaza etmeyi vacib kılan olmasından
dolayı, (TaHa:14) ayeti ile delillendirilmemiştir. Sadece bu
hadisten sonra o ayetin okunması ile, Müslümanların kendisiyle
emrolundukları hususun benzeri ile Musa’nın da emrolunduğuna
dikkat çekilmiştir. Zira Rasul bu sözü söyleyerek uyunduğunda
veya unutulduğunda namazı kaza etmeyi emrettikten sonra hüküm
sabit olmuştur. Bu sabit olduktan sonra Rasul, Musa
Aleyhisselam’ın emrolunduğu gibi ümmetinin de bununla emrolunduğuna dikkati
çekmiştir.
- Rasul’ün;
الأنبياء إخوة
“Nebiler
... kardeştirler...” hadisine gelince: Bu söz, bu konuyla ilgili bir delil değildir. Çünkü
Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا
“Her birinize
(her ümmete) bir
kanun ve metot verdik.”
Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in
bu hadisteki
دينهم
واحد
“Dinler birdir.” sözünün manası, kesinlikle ihtilaf etmedikleri tevhidin aslı demektir.
- Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in aşure günü yahudileri de oruç tutarken görünce söylediği şu sözüne
gelince:
نَحْنُ أَوْلَى بِمُوسَى مِنْهُمْ
“Biz
Musa’ya onlardan daha yakınız.”
Rasul’e o gün oruç tutulması emredilmiştir. Eğer Allah ona o gün
oruç tutmasını emretmiş olmasaydı o, bu hususta Yahudilere tâbi
olmazdı.
Bütün bunlardan açığa çıkıyor
ki; bu delillerin tamamında önceki şeriatların bize şeriat
olduğuna dair bir delâlet yoktur. Dolayısıyla bu deliller bu
hususta delil getirmek konumundan düşerler. Geride önceki
şeriatların bize şeriat olmadığına dair getirilen deliller
kalır. Böylelikle Kur’an ve Hadiste önceki ümmetlere ait
hükümlerden geçenlerin sadece bizden önceki ümmetlere has
olduğu, bize ait şeriat sayılmadığı sabit olmaktadır.
Dolayısıyla Kur’an ve Hadiste geçen önceki şeriatlara ait
hükümler ancak bizim için geçerli olduğuna dair delil olduğunda
bizim için muteber olmaktadır. Bu delil de; o hükmün genel sîga
ile gelmesi veya o hükmün bize ait olduğuna delâlet eden bir
karinenin olmasıdır. İşte o zaman biz de o hükümle sorumlu
oluruz. Fakat onunla sorumlu olmamız, onun önceki şeriattan
dolmasından dolayı değil de onun bizim için konulduğuna dair bir
delilin gelmiş olmasından dolayıdır.