DELİL OLMADIĞI HALDE DELİL SANILANLAR


Muteber dört delil işte bunlardır: Kitap, Sünnet, Sahabelerin İcması ve illeti Şeriatta geçmiş olan Kıyas. Bazı imam ve müçtehitlerin bunların dışında delil olarak itibar ettikleri hususlar ise delil değildir. Zira sadece bunların Şer’î delil olarak itibar edilmesine kesin delil getirilmiştir. Bunların dışında kalanlar hakkında bir kesin delil getirilmemiştir. Dolayısıyla Şeriata göre muteber deliller sadece bu dört delildir. Çünkü Şer’î delil, usulden/asıllardan bir asıldır. Dolayısıyla o, sadece yakîn delil ise sabit olan akideler gibidir. Böylece ona delâlet eden kesin bir delilin olması kaçınılmazdır.

Ancak bu dört delilden başka içerisinde delil şüphesi bulunan hususlarla istidlâl/delillendirme Şer’î delillendirmekten sayılır, onun gereği istinbat edilen hüküm de Şer’î hüküm sayılır. Çünkü o, şüphetüddelildir. Fakat onlara delil olarak itibar etmeyen kimse hakkında Şer’î hüküm olmaz. Fakat ortada delil şüphesi olduğundan dolayı o, o kimsenin nazarında Şer’î hüküm olur.

Delil olmadığı halde delil sanılan hususlara gelince, onların hüccet olduğuna delâlet eden deliller, zannî delildirler veya delil getirdikleri hususa uymayan delildirler. Bunların en önemlileri şu dört husustur:

1-   Şer’u men kablenâ/önceki Şeriatlar,

2-   Sahabe mezhebi,

3-   İstihsan,

4-   Mesâlihi mürsele.

 

1- Şer’u Men Kablenâ:
 

Bazı imamlar dediler ki; Şer’u Men Kablenâ/Önceki Şeriatlar, Şer’î delillerden bir delildir. Zira Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem kendisinden önceki Şeriatlardan -değiştirilmiş kitapları ve ehillerinin nakli yönünden değil de vahiy yoluyla- kendisine ulaşan sahih Şeriatlarla ibadet etmekteydi.’ Dediler ki: ‘Doğrudur! Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Şeriatı, daha önceki Şeriatı nesh edicidir. Fakat önceki Şeriattan nesh olunan, İslâm Şeriatına muhalif olandır. Dolayısıyla O’nun SallAllah’u Aleyhi VeSSellem Şeriatından önceki Şeriatta muhalif olan husus, nesheden olmaktadır. Fakat önceki Şeriatlardan İslâm Şeriatına muhalif olmayan hususlar O’nun Şeriatındandır. Zira o, bu hususta önceki Şeriatlara uymakla mukayyeddir. O zaman onu nesh edici olmaz. Onun için, O’nun Şeriatı, kendisinden önce konulmuş bazı hususları nesh edici olarak vasfedilmez. Meselâ, imanın vacib oluşu, küfrün haram oluşu, zina, öldürme, hırsızlık v.b. Bizim Şeriatımızda olup da önceki Şeriatlara uygun düşen hususlar gibi.’

Önceki şeriatların bize de şeriat olduğuna dair Kitap ve Sünnetten delil getirdiler. Kitaptan şu ayetleri şöyle delil getirdiler:

- Allah’u Teala nebiler hakkında şöyle demiştir: أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَى اللَّهُ فَبِهُدَاهُمْ اقْتَدِهِ    “İşte o nebiler, Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların hidayetine/yoluna uy.”[1]

Allah Rasule, o nebilerin yoluna, onların yolundaki şeriatlarına uymasını emretti. Dolayısıyla Rasulün ona uyması vacib oldu.

- Allah’u Teala şöyle dedi: إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ     “Biz Nuh’a... vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik.”[2] شَرَعَ لَكُمْ مِنْ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا     “...Nuh’a tavsiye ettiğini Allah size de din kıldı.”[3]

Allah’ın bu sözü, Rasulün Nuh’un Şeriatına uymasının vacib olduğuna delâlet etmektedir.

- Allah’u Teala şöyle dedi:  أَنْ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ ثم أوحيتا إليك   “Sonra da sana İbrahim’in milletine uy diye vahyettik.”[4]

Burada da Nebi’ye İbrahim’in dinine uymasını emretti. Burada emir vacib kılmak içindir.

- Allah’u Teala şöyle dedi: إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ    “Biz, içinde hidâyet ve nur olduğu halde, nebilerin kendisiyle hükmettikleri Tevrat’ı indirdik.”[5]

Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem de nebiler topluluğundandır. Dolayısıyla onun da Tevratla hükmetmesi vacib oldu.

Sünnetten delilleri ise şöyledir:

- Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in, bir Yahudinin recm edilmesinde Tevrata başvurduğu rivayet edilmiştir.

- Kendisinden kırılmış bir dişe kısas talep edildiğinde şöyle demiştir:  يا أنس كتاب الله القصاص   “Ey Enes! Allah’ın kitabı kısas ile hükmetmektedir.”[6]  Tevrat’ın dışında Kitapta diş hakkında kısas ile hükmetmek yoktur. O da Allah’u Teala’nın Tevrat’ta geçtiğini söylediği şu sözdür:  ... وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ ...      “... dişe diş...”[7]

-Yine Rasul’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: مَنْ نَسِيَ صَلاةً أَوْ نَامَ عَنْهَا فَلْيُصَلِّهَا إِذَا ذَكَرَهَا  إن الله نعالى يقول :  وَأَقِمْ الصَّلاةَ لِذِكْرِي      “Kim bir namaz vakti uyuyakalır veya unutup vaktini geçirirse, hatırladığında onu kılsın.   Allah’u Teala diyor ki: ‘Beni anmak için namaz kıl.’[8][9]    Bu kitap, Musa Aleyhisselam’a yönelik bir kitaptır.

- Ebu Hüreyre’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:  الأنْبِيَاءُ إِخْوَةٌ مِنْ عَلاتٍ وَأُمَّهَاتُهُمْ شَتَّى وَدِينُهُمْ وَاحِدٌ    “Nebiler farklı annelerden olma kardeştirler. Anneleri farklıdır, dinleri tektir.”[10]    Bu demektir ki onların şeriatları Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem için de şeriattır.

- Yine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, yahudileri aşure günü oruç tuttuklarını gördüğünde şöyle demiştir:  نَحْنُ أَوْلَى بِمُوسَى مِنْهُمْ   “Biz Musa’ya onlardan daha yakınız.”[11]    Bu da, Musa’nın şeriatının ona da şeriat olduğuna delâlet etmektedir. Dolayısıyla bu, önceki şeriatların bize de şeriat olduğuna dair bir delildir.

Önceki şeriatların bize de şeriat olduğunu söyleyenlerin delilleri işte bunlardır. Bu söz esasından batıldır. Zikredilen deliller, bu söze hüccet olmazlar. Önceki şeriatlar bize şeriat değildir ve Şer’î delillerden sayılmazlar. Bunun delili de; Kitap, Sünnet, Sahabelerin İcmaı ve bizden öncekilere ait ve bize ait Şer’î hükümlerin vakıasıdır.

* Kitaptan deliller şunlardır:

- Allah’u Teala şöyle demiştir: إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الإسْلامُ      “Allah katında din İslâm’dır.”[12]   وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الإسْلامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ      “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa (o din) ondan asla kabul edilmez.”[13] وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنْ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ       “Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve ona hakim olmak üzere hak olarak Kitab’ı indirdik”[14] لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا    “Her birinize (her ümmete) bir Şeriat ve metot verdik.”[15]

Bu ayetlerle delil getirme şekli şöyledir:

- İlk iki ayet: Her ne kadar  الإسلام –“İslâm” kelimesi, Allah’a teslim olmak manasında olsa da, o iki ayette  الدين –“Din” kelimesi ile birlikte zikredilmiştir. Bu demektir ki, bu kelimeden kast olunan İslâm Dinidir, Allah’u Teala’ya teslim olmak değil. “İslâm” kelimesinin “din”e atfedilmesi/isim olarak verilmesi sadece Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in getirdiği Şeriata isim olarak verilmesi olur. Onun için ilk ayetin manası: ‘Allah katında kabul görülen din, Rasul’ün gönderilmesinden sonra gelen İslâm Dinidir.’ şeklinde olur.

- İkinci ayetin manası da şöyle olur: ‘Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in gönderilmesinden sonra kim İslâm dininden başka bir dine inanırsa, Allah ondan bunu kabul etmez ve o Ahirette hüsrana düşenlerden olur. Bunu şu da teyit ediyor: Hıristiyanlar ve Yahudiler İslâm Şeriatı ile muhataptırlar ve kendi şeriatlarını terk etmekle emrolunmuşlardır. Rasul’ün gönderilmesinden sonra, Hıristiyanlık ve Yahudilik küfür, tâbileri de kâfir sayılmışlardır. Böylece o iki ayetin manası şöyle sabit oluyor: Rasul’ün gönderilmesinden sonra, onun Şeriatında olmayan her şeriat küfürdür.

- Üçüncü ayet: Bu ayette, مهيمنا –“müheyminen” sözü ile kast olunan مصدقا –“musaddikan”/“doğrulayıcı olmak” değildir. Çünkü aynı ayette    مصدقا – “musaddikan” da denilmekte مهيمنا –“müheyminen” de denilmektedir. Dolayısıyla مهيمنا –“müheyminen” kelimesinin “doğrulayıcı olmaktan” başka bir manasının olması kaçınılmazdır. O mana da, önceki şeriatlara “hakim olmasıdır.” Kur'an’ın önceki şeriatlara hakim olması, önceki şeriatları nesh etmesidir. Yani onları doğrulayıcı ve nesh edici olarak gelmiştir.

- Dördüncü ayet: Allah’u Teâlâ, her Rasule, diğerinin şeriatından başka bir şeriat vermiştir. Bu demektir ki, Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Şeriatı, önceki şeriatlardan başkadır, önceki şeriatlar da Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e ait şeriat değildir. Çünkü onun Şeriatı ve minhacı/yöntemi değildir. Zira her Rasule bir kanun ve yöntem verilmiştir, yani şeriat verilmiştir. Bu da Rasul’ün, başkasının şeriatı ile değil de kendi Şeriatı ile kayıtlı olduğuna dair bir delildir.

Ayrıca Allah’u Teala şöyle dedi: أَمْ كُنتُمْ شُهَدَاءَ إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ إِذْ قَالَ لِبَنِيهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْدِي قَالُوا نَعْبُدُ إِلَهَكَ وَإِلَهَ آبَائِكَ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِلَهًا وَاحِدًا وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ (133) تِلْكَ أُمَّةٌ قَدْ خَلَتْ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْ وَلا تُسْأَلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ     “Yoksa Yakub’a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman Yakub oğullarına: ‘Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?’ demişti. Onlar: ‘Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz. Biz ancak O’na teslim olmuşuzdur’ dediler. Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.”[16]

Allah bu ayetlerle bize, o nebilerin yaptıklarından, bizi sorguya çekmeyeceğini haber veriyor. Biz, onların amellerinden sorguya çekilmediğimize göre onların şeriatlarından da sorguya çekilmeyiz. Çünkü o şeriatın tebliği ve onunla amel etmek, onların amellerindendir. Kendisinden sorgulanmadığımız husus, kendisi ile talep olunmadığımız ve bize zorunlu olmayan husustur. 

* Sünnetten delillere gelince:

- Câbir’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edildi:    أُعْطِيتُ خَمْسًا لَمْ يُعْطَهُنَّ أَحَدٌ قَبْلِي كَانَ كُلُّ نَبِيٍّ يُبْعَثُ إِلَى قَوْمِهِ خَاصَّةً وَبُعِثْتُ إِلَى كُلِّ أَحْمَرَ وَأَسْوَدَ      “Bana, benden önce kimseye verilmeyen beş husus verildi: 1- Benden önce her nebi özel bir kavme gönderildi. Ben ise kırmızısı siyahı herkese gönderildim...”[17]

- Ebu Hureyre’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edildi:   فُضِّلْتُ عَلَى الأنْبِيَاءِ بِسِتٍّ .... وَأُرْسِلْتُ إِلَى الْخَلْقِ كَافَّةً    “Ben nebilere altı hususta üstün kılındım” onları zikretti. Onlardan birisi de, “Tüm insanlara gönderildim.”[18]

Böylece Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, kendisinden önceki her nebinin sadece kendi kavmine özel olarak gönderildiğini haber verdi. Dolayısıyla her nebi, kavminden olmayan kimselere gönderilmemiş olur ve o kimseler kendi nebileri olmayan bir nebinin şeriatı ile zorunlu kılınmamış olurlar. Bununla sabit oldu ki; o nebilerden hiç birisi bize gönderilmedi, dolayısıyla şeriatları bize şeriat olmaz. Bunu, nebilerle ilgili olarak Kur'an ayetlerinde açıkça geçen husus teyit etmektedir.

Şöyle ki: - وَإِلَى ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا  “Semud kavmine de kardeşleri Salihi gönderdik.”[19] وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا     “Ad kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik.”[20] وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا  “Medyen kavmine de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik.”[21]

Nebi  SallAllah’u Aleyhi VeSSellem  ile ilgili olarak açıkça geçen husus ise şudur: وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلا كَافَّةً لِلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا    “Biz seni ancak bütün insanlar için müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.”[22]

- Ayrıca Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, Muaz’ı Yemen’e kadı olarak gönderilirken şöyle dedi:  كَيْفَ تَقْضِي إِذَا عَرَضَ لَكَ قَضَاءٌ قَالَ أَقْضِي بِكِتَابِ اللَّهِ قَالَ فَإِنْ لَمْ تَجِدْ فِي كِتَابِ اللَّهِ قَالَ فَبِسُنَّةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ فَإِنْ لَمْ تَجِدْ فِي سُنَّةِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَلَا فِي كِتَابِ اللَّهِ قَالَ أَجْتَهِدُ رَأْيِي وَلَا آلُو       “Sana bir dava sunulduğunda ne ile hükmedeceksin? Dedi ki; ‘Allah’ın Kitabı ile hükmederim.’ (Rasul) Dedi ki; Allah’ın Kitabında bulamazsan? Dedi ki; ‘Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in sünneti ile.’ (Rasul) Dedi ki; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in sünnetinde de Allah’ın Kitabında da bulamazsan?  Dedi ki; ‘Re’yimle/görüşümle içtihad ederim. İhmal etmem.’[23]   Muaz, diğer nebilerin kitapları ve sünnetlerinden bir şey zikretmedi. Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem de ona şöyle dua ederek onu tasvip etti:  الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَفَّقَ رَسُولَ رَسُولِ اللَّهِ لِمَا يُرْضِي رَسُولَ اللَّهِ   “Allah’ın elçisinin elçisini, Allah ve Rasulü’nün sevdiği hususa muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.”[24]

Diğer nebilerin kitapları ve sünnetleri, Şer’î hükümlerin elde edildiği kaynaklardan olsaydı, bu hadiste kendilerine başvurmanın vacibliği hususunda Kitap ve Sünnet ile birlikte geçerdi. Ancak inceledikten ve bilinmelerinden ümit kesildikten sonra onları terk edip görüşle içtihat yapmak caiz olurdu.

- Yine Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den rivayet edildiğine göre, O, Ömer b. Hattab’ı, elindeki Tevrat’tan bir parçaya bakarken gördüğünde kızarak ona şöyle dedi:  لَقَدْ جِئْتُكُمْ بِهَا بَيْضَاءَ نَقِيَّةً لَا تَسْأَلُوهُمْ عَنْ شَيْءٍ فَيُخْبِرُوكُمْ بِحَقٍّ فَتُكَذِّبُوا بِهِ أَوْ بِبَاطِلٍ فَتُصَدِّقُوا بِهِ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ أَنَّ مُوسَى صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ حَيًّا مَا وَسِعَهُ إِلَّا أَنْ يَتَّبِعَنِي “Muhakkak ki ben onu (risaleti) size tertemiz pırıl pırıl getirdim. Onlara bir şey sormayın. Zira ya hak söylerler onları yalanlarsınız, ya da batıl söylerler onları tasdik edersiniz. Nefsim elinde olana yemin olsun ki, Musa SallAllah’u Aleyhi VeSSellem yaşıyor olsaydı, ancak bana tabi olabilirdi.”[25]

Bu hadis, Musa yaşasaydı ancak Nebi’ye tâbi olmak zorunda olduğunu haber vermektedir. O halde Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ölümünden sonra Musa’ya tâbi olmaması evlâ olmaktadır.

Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, kendisinden önceki bir şeriata tâbi olsaydı, o şeriata başvurması ona vacib olurdu. Geçmiş şeriatların kendilerinden yoksun olmadıkları vakıaların hükümleri hakkında vahyin inmesini beklemezdi. Fakat gerçek şudur ki, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, hakkında vahiy inmemiş bir vakıa hakkında kendisine soru sorulduğunda vahiy inesiye kadar cevap vermekten geri dururdu. Buna örnek çoktur. Meselâ:

- Buhari, İbn Münkeder’den şu rivayeti tahriç etti: Cabir b. Abdullah’ı şöyle derken işitmiştim: ‘Ben hastalandım. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem Ebu Bekir ile yürüyerek beni ziyarete geldi. Bana geldiğinde ben baygınlık geçirmiştim. Bunun üzerine Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem abdest alıp, abdest suyunu benim üzerime döktü. Bunun üzerine ben kendime geldiğimde; “Ey Allah’ın Rasulü, malım hakkında nasıl hüküm vereyim? Malım hakkında nasıl davranacağım? dedim. Bana miras ayeti inene kadar cevap vermedi.[26] Eğer önceki şeriatlar ona şeriat olsaydı, onlara başvurup cevabı verirdi.

* İcmâya gelince:

Sahabeler, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Şeriatının önceki şeriatları neshettiği hususunda icmâ etmişlerdir.

Önceki şeriatlarla kulluk olsaydı, onları tasdik eden ve bize bildiren olurdu, onları nesh eden olmazdı. Bu ise muhaldir. Ayrıca önceki şeriatlar bize şeriat olsaydı onların öğrenilmesi Kur’an ve Hadisin öğrenilmesi gibi farzı kifayelerden olurdu. Çeşitli olaylar vukuu bulduğunda onlara başvurmaları, onları incelemeleri ve nakledenlerini soruşturmaları sahabelere vacib olurdu.

Mesela sahabeler, aralarında vukuu bulan; “dedenin mirası”, “avl meselesi”, “ümmü veledin satışı meselesi”, “şarap içme haddi meselesi”, v.b. meselelerde önceki şeriatlara başvurmamışlardır. Zira bu hususta onlardan hiçbir şey nakledilmemiştir. Dolayısıyla önceki şeriatlar bize şeriat olmaz.

* Bizden öncekilere ve bize ait Şer’î hükümlerin vakıasına gelince:

- Kur’an, önceki şeriatlardan bir çok hüküm içermektedir. Bunların haklarında neshin gelmediği Kur’an ile sabittir. Fakat bu hükümler, Rasul’ün bize getirdiği hükümler ile çelişmektedir. Önceki şeriatların hükümlerini getiren ayetler; hükümlerin nesh edilmesi halinde olduğu gibi, hükümleri başka hükümler ile nesh edilmiş olmaları anlamında hükmen nesh edilmiş sayılmazlar. Sadece o hükümler; bizim kendileriyle sorumlu olmadığımız önceki şeriatlara ait hükümler sayılırlar. Bu da önceki şeriatların bize şeriat olmadığına dair bir delildir.

Önceki şeriatlara ait olup Kur’an’da geçen hükümlere örnekler şunlardır:

- Süleyman’ın şeriatından örnek şu ayette geçmektedir: وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِي لا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنْ الْغَائِبِينَ (20) لاعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا أَوْ لاذْبَحَنَّهُ أَوْ لَيَأْتِيَنِي بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ “Kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ya bana apaçık bir delil getirecek ya da onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım.”[27]

Zarar verse de kuşun cezalandırılmasının geçersizliği, hatta bütün hayvanların cezalandırılmasının geçersizliği hususunda Müslümanlarda ihtilaf yoktur. Nitekim bu hususta nâss gelmiştir. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle demiştir:   الْعَجْمَاءِ جُرْحُها  جُبَارٌ   “Hayvanlara ağır ceza vermek (eziyet etmek) zorbalıktır.”[28]

- Musa’nın şeriatından örnek şu ayettedir: وعلى الذين هادوا  حَرَّمْنَا كُلَّ ذِي ظُفُرٍ وَمِنْ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَا إِلا مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَا أَوْ الْحَوَايَا أَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍ      “Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık, sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık.”[29]

İslâm Şeriatında bütün bunlar Müslümanlara Allah’u Teâlâ’nın şu sözleriyle helal kılınmıştır:    وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ    “ ... sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir.”[30]  İç yağı bizim yiyeceğimizdendir ve onlara helaldir.

- Musa’nın şeriatından bir örnek de şu ayettedir: وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالأنفَ بِالأنفِ وَالْأُذُنَ بِالْأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ   “Onda (Tevrat’ta) onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş, yaralar da kısastır.”[31]

Biz bunu almıyoruz. Çünkü bununla emrolunmadık. Ancak onu bizden başkalarına emretti. İslâm’da ise bunların içinden “can”ın dışında vücudun organları için kısas yoktur. Fakat bütün bunlar hakkında “irş” yani diyet vardır. Bunu Sünnet açıklamıştır. Nitekim Nesâi, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:  ...وَفِي الْأَنْفِ إِذَا أُوعِبَ جَدْعُهُ الدِّيَةُ وَفِي اللِّسَانِ الدِّيَةُ  ... وَفِي الْعَيْنَيْنِ الدِّيَةُ....     “...Burun tamamen koparılmış ise bir tam diyet, dil için bir tam diyet... iki göz için bir tam diyet...”[32]

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in Buhari’de geçen şu; يا أنس كتاب الله القصاص    “Ey Enes! Allah’ın kitabı kısas ile hükmetmektedir.”[33] sözüne gelince; bu, Enes’in halası Rebî’in bir cariyenin bir dişini kırdığında söylenmiştir. Burada zikredilen “kısas”   وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا   “Onda (Tevrat’ta) onlara şöyle yazdık: ...”[34] ayetine işaret etmemektedir. Çünkü ayette zikredilen kısas yaralamalarla birlikte zikredildi. Ayette diyor ki;  الجروح قصاص “Yaralar da kısastır.”[35]  Olay ise; diş olayıdır. Dolayısıyla Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in o sözü bu zikredilen ayete işaret etmemektedir. Fakat o diş hakkında kısasla ilgili özel bir hükümdür. O da şöyledir; bir tek kemik kasıtlı olarak kırıldığında, hakkında kısas vardır.

- Yusuf’un şeriatından örnek şu ayettedir: قَالُوا جَزَاؤُهُ مَنْ وُجِدَ فِي رَحْلِهِ فَهُوَ جَزَاؤُهُ كَذَلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ    “Onun cezası, kayıp eşya kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zâlimleri böyle cezalandırırız, dediler.”[36]   Yani hırsızı köleleştirmek hırsızın cezasıdır. İslâm hırsızın cezası olarak, el kesme cezasını getirmiştir.

- Şuayb’ın şeriatından örnek de şu ayettedir: قَالَ إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أُنكِحَكَ إِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلَى أَنْ تَأْجُرَنِي ثَمَانِيَةَ حِجَجٍ فَإِنْ أَتْمَمْتَ عَشْرًا فَمِنْ عِنْدِكَ(Şuayb) dedi ki; Bana sekiz yıl çalışmana karşılık, şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yılı tamamlarsan artık o sendendir.”[37]

Bu da İslâm’da caiz değildir. Çünkü icare sözleşmesinde belirsizlik vardır. احدى ابنتى  “İki kızımdan biri”,   أَيَّمَا الأجَلَيْنِ   “Bu iki süreden hangisi olursa olsun.”[38] Bunlar belirsizlik ifadeleridir. Ayrıca mehir, kadına aittir, babasına değil. Zira Allah’u Teala şöyle diyor:   وَآتُوا النِّسَاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةً “Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile veriniz.”[39]

- Zekeriyya zamanındaki halkın şeriatına örnek şu ayette geçen Meryam’in annesinin şu sözüdür: رَبِّ إِنِّي نَذَرْتُ لَكَ مَا فِي بَطْنِي مُحَرَّرًا    “Rabbim, karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım.”[40]    Bu, asıl itibarı ile İslâm’da caiz değildir.

- Yakub’un Şeriatından örnek şu ayettedir: كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلاً لِبَنِي إِسْرَائِيلَ إِلا مَا حَرَّمَ إِسْرَائِيلُ عَلَى نَفْسِهِ    “İsrail’in kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helal idi.”[41]

İslam’da, Allah’u Teâlâ’nın haram kılmadığı hususu kişinin kendisine haram kılması helal değildir. Zira Allah’u Teâlâ, Rasule şöyle demiştir:         لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ       “Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram kılıyorsun?”[42]

- Kehf ehli ashabı zamanındaki kitaplıların şeriatından örnek şu ayettedir: قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَى أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِدًا    “Onların durumuna vakıf olanlar ise; Bizler kesinlikle onların yanı başlarına bir mescid yapacağız, dediler.”[43]

Bu ise, İslâm’da haramdır. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:     إِنَّ أُولَئِكَ إِذَا كَانَ فِيهِمُ الرَّجُلُ الصَّالِحُ فَمَاتَ بَنَوْا عَلَى قَبْرِهِ مَسْجِدًا وَصَوَّرُوا فِيهِ تِلْكَ الصُّوَرَ فَأُولَئِكَ شِرَارُ الْخَلْقِ عِنْدَ اللَّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ    “O kimseler ki, içlerinden salih birisi öldüğünde onun kabrinin üstüne bir mescid yaparlar.İçerisine resimler çizerler. İşte onlar Kıyamet Günü Allah katında yaratıkların şerlileridirler.”[44]

İşte böyle Kur’anda Allah’ın bizden öncekilerin hükümlerini bize anlatmış olduğu birçok ayet vardır. Rasul ise bu hükümlere muhalif hükümler getirmiştir. Bu ayetler, nesh olunan ayetler gibi bizzat nesh olunmuş değildirler. Sadece önceki şeriatlar nesh olunmuştur. Dolayısıyla bu ayetler bizden öncekilerin şeriatlarındandır ve onlardan sorumlu değiliz.

Bütün bunlardan açığa çıkıyor ki; önceki şeriatlar bize şeriat değildirler, dolayısıyla hükümlerin kendilerinden çıkartıldığı Şer’î delillerden sayılmazlar.

Onların sözlerine delil olarak ileri sürdükleri delillere gelince: Onların tamamında bu husus hakkında bir delâlet yoktur.

- فَبِهُدَاهُمْ اقْتَدِهِ    “Sen de onların hidayetlerine/yoluna uy.”[45]   Bu ayette kast olunan tevhittir. Çünkü  فبهداهم  “Hidayetlerine” dedi.  بهم  “Onlara” demedi. Onların kendisiyle hidayet buldukları husus tevhittir.

- إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ    “Biz Nuh’a... vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik.”[46]  Bu ayette, Nuh’a ve ondan sonraki nebilere vahyedilenlerin aynısının Rasul’e de vahyedildiğine dair bir delâlet yoktur ki, “onların Şeriatıyla emredilmiştir”, denilsin. Bilakis bu ayet ile kast olunan; onun imkânsız olduğunun düşünülmesi ihtimalinden dolayı, başka nebilere vahy olunduğu gibi Rasul’e de vahyolunduğunu bildirmektedir. Yani, ‘Allah, senden öncekilere vahyettiği gibi sana da vahyetti” demektir.

- شَرَعَ لَكُمْ مِنْ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا    “...Nuh’a tavsiye ettiğini Allah size de din kıldı.”[47]   Bu sözden kast olunan da, tevhidin aslıdır, silinip yok olan Nuh’un şeriatı değil. Bunun için Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in, Nuh’un şeriatından bahsettiği hiç nakledilmemiştir.

- أَنْ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ    “İbrahim’in milletine uy diye vahyettik.”[48]        الملة  “Millet” lafzıyla kast olunan, sadece tevhidin esaslarıdır ve şeriatın detayları olmaksızın ibadetle Allah’u Teâlâ’yı yüceltmektir. Buna “millet” lafzının şeriatın detaylarına isim olarak verilmemesi de delâlet eder. Zira şeriatın detaylarındaki mezheplerinden dolayı “Şafi milleti”, “Caferi milleti” denilmez. Bunu ayetin devamındaki şu söz de tey’id eder.   وَمَا كَانَ مِنْ الْمُشْرِكِينَ “O, müşriklerden değildi.”[49]     “Millet” lafzı, dinin karşılığında şirkin karşıtı olarak zikredilmiştir. O da sadece tevhittir. Böylece bu, tâbi olmanın ancak tevhidin aslında olduğuna dair bir delildir.

- يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ   “Nebilerin kendisiyle hükmettiği.”[50]   Bu, haber verme sîgasıdır, emir sîgası değil. Böylece Tevrat’a tabi olmanın vacib oluşuna delâlet etmez. Bu ayette, Rasul’ün kendisi ile hükmettiğine dair bir delâlet yoktur. Bir yahudinin recm edilmesi hususunda Rasul’ün Tevrat’a başvurduğuna dair rivayete gelince; Rasul, Tevrat’ın getirdiği ile hükmetmek için Tevrat’a başvurmadı. O sadece recmin Tevrat’ta geçtiğine dair vermiş olduğu haberin doğruluğunu ve yahudinin de onu inkârını açığa çıkarmak için Tevrat’a başvurdu. Bu hususun dışında Tevrat’a başvurmadı.

- Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüne gelince: يا أنس كتاب الله القصاص  “Ey Enes! Allah’ın Kitabı kısas ile hükmetmektedir.”[51]     Bu sözden kast edilen, Allah’u Teâlâ’nın السن بالسن “Dişe diş...”[52]  sözü değildir. Çünkü ayette zikredilen kısas yaralamalarla birlikte zikredildi.  Olay ise; diş olayıdır. Dolayısıyla Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in o sözü bu zikredilen ayete işaret ediyor olsaydı, yaralamalar hakkındaki kısasa işaret etmiş olurdu. Bu ise, olaydan başkadır. O da dişin kırılmasıdır. Burun, kulak, göz gibi diğer organlar hakkında ise, “irş” yani diyet geçmiştir. Bu da  Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den rivayet edilen Sünnette açıklanmıştır, zikredilen ayette geçen kısas değildir.  

- Şu hadise gelince:      مَنْ نَسِيَ صَلاةً أَوْ نَامَ عَنْهَا فَلْيُصَلِّهَا إِذَا ذَكَرَهَا    “Kim bir namaz vakti uyuyakalır veya unutup vaktini geçirirse, hatırladığında onu kılsın.”[53]    Bu hadis, uyuma ve unutma durumunda, namazı kaza etmeyi vacib kılan olmasından dolayı, (TaHa:14) ayeti ile delillendirilmemiştir. Sadece bu hadisten sonra o ayetin okunması ile, Müslümanların kendisiyle emrolundukları hususun benzeri ile Musa’nın da emrolunduğuna dikkat çekilmiştir. Zira Rasul bu sözü söyleyerek uyunduğunda veya unutulduğunda namazı kaza etmeyi emrettikten sonra hüküm sabit olmuştur. Bu sabit olduktan sonra Rasul, Musa Aleyhisselam’ın emrolunduğu gibi ümmetinin de bununla emrolunduğuna dikkati çekmiştir.

- Rasul’ün;  الأنبياء إخوة   “Nebiler ... kardeştirler...” hadisine gelince: Bu söz, bu konuyla ilgili bir delil değildir. Çünkü Allah’u Teâlâ şöyle dedi: لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا   “Her birinize (her ümmete) bir kanun ve metot verdik.”[54]    Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in bu hadisteki  دينهم واحد  “Dinler birdir.”  sözünün manası, kesinlikle ihtilaf etmedikleri tevhidin aslı demektir.

- Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in aşure günü yahudileri de oruç tutarken görünce söylediği şu sözüne gelince:   نَحْنُ أَوْلَى بِمُوسَى مِنْهُمْ    “Biz Musa’ya onlardan daha yakınız.”[55]   Rasul’e o gün oruç tutulması emredilmiştir. Eğer Allah ona o gün oruç tutmasını emretmiş olmasaydı o, bu hususta Yahudilere tâbi olmazdı.

Bütün bunlardan açığa çıkıyor ki; bu delillerin tamamında önceki şeriatların bize şeriat olduğuna dair bir delâlet yoktur. Dolayısıyla bu deliller bu hususta delil getirmek konumundan düşerler. Geride önceki şeriatların bize şeriat olmadığına dair getirilen deliller kalır. Böylelikle Kur’an ve Hadiste önceki ümmetlere ait hükümlerden geçenlerin sadece bizden önceki ümmetlere has olduğu, bize ait şeriat sayılmadığı sabit olmaktadır. Dolayısıyla Kur’an ve Hadiste geçen önceki şeriatlara ait hükümler ancak bizim için geçerli olduğuna dair delil olduğunda bizim için muteber olmaktadır. Bu delil de; o hükmün genel sîga ile gelmesi veya o hükmün bize ait olduğuna delâlet eden bir karinenin olmasıdır. İşte o zaman biz de o hükümle sorumlu oluruz. Fakat onunla sorumlu olmamız, onun önceki şeriattan dolmasından dolayı değil de onun bizim için konulduğuna dair bir delilin gelmiş olmasından dolayıdır.


[1] En’am: 90

[2] Nisa: 163

[3] Şûrâ: 13

[4] Nahl: 123

[5] Maide: 44

[6] Buhari

[7] Maide: 45

[8] Tâhâ: 14

[9] Dâremi, K. Slâh, 1201

[10] Müslim, K. Fedâil, 4362

[11] Buhari, K. Tefsîr-ul Kur’ân, 4368

[12] Ali İmran: 19

[13] Ali İmran: 85

[14] Maide: 48

[15] Maide: 48

[16] Bakara: 133-134

[17] Müslim, K. Mesâcid ve Mevâdi’a-ssalâh, 810

[18] Müslim, K. Mesâcid ve Mevâdi’a-ssalâh, 812

[19] A’raf: 73

[20] A’raf: 65

[21] A’raf: 85

[22] Sebe’: 28

[23] Ebu Davud tahriç etti

[24] Ebu Davud

[25] Ahmed b.Hanbel tahriç etti.

[26] Buhari

[27] Neml: 20-21

[28] Buhari

[29] En’am: 146

[30] Maide: 5

[31] Maide: 45

[32] Nesâi

[33] Buhari

[34] Maide: 45

[35] Maide :45

[36] Yusuf: 75

[37] Kasas: 27

[38] Kasas: 28

[39] Nisa: 4

[40] Ali İmran: 35

[41] Ali İmran: 93

[42] Tahrim: 1

[43] Kehf: 21

[44] Buhari, K. Salah, 409  Müslim

[45] En’am: 90

[46] Nisa: 163

[47] Şûrâ: 13

[48] Nahl: 123

[49] Nahl: 123

[50] Maide: 44

[51] Buhari

[52] Maide:45

[53] Dâremi, K. Slâh, 1201

[54] Maide: 48

[55] Buhari, K. Tefsîr-ul Kur’ân, 4368