3-
Istılah-Takdir-Örf:
“Örf” lügatte, “ma’ruf/bilinen” demektir. Ma’ruf şey,
yani kabul edilmiş alışkanlık/âdet demektir. Buna örnek Allah’u
Teâlâ’nın şu sözünde geçendir:
خُذْ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ
“Sen af yolunu tut, örfü/iyiliği
emret.”
Yani ‘fiillerden güzel olanı emret’ demektir.
Belirli bir toplulukta yayılmış âdete de “örf” denir. Başka bir
ifade ile onlar, belirli bir topluluğun fertlerinden tekrarlanan
amellerdir. Zira adet, ferdin hoşnutlukla tekrarladığı fiildir.
Bu âdet, fertlerin tamamı ya da büyük çoğunluğu yaparak
toplulukta ya da toplumda yaygınlaştığında “örf” olur.
Dolayısıyla “örf” gerçekte, topluluğun ya da toplumun âdetidir.
Onun için bir şey hakkında örfe göre hüküm vermek, onun toplumun
çoğunluğunun adet edindiği bir hususa dayanan bir hüküm olduğu
zaman söz konusu olur. Böylece “örf” amellerde olur, lafızlarda
ve eşya için değerlendirmelerde olmaz.
“Istılah” ise; bir topluluğun belirli bir şeye belirli
bir ismin verilmesi hususunda ittifak etmesidir. Buna örnek,
diller ve özel ıstılahlardır. Nahiv âlimlerinin/gramercilerin
ıstılahı, fizikçilerin ıstılahı gibi, ya da bir köyün, bir
bölgenin ıstılahı gibi. Zira bunların hepsi ıstılahtır.
Kendisine “örfi hakikat” dedikleri husus da ıstılahtandır,
örften değil. Zira “örfi hakikat”; bir topluluğun belirli bir
manaya belirli bir isim vermek hususunda birleşmesidir.
Dolayısıyla o, dilden sayılması bakımından fark etmeksizin dil
ile ilgili “ıstılah” gibidir. Buna göre o, sadece “ıstılah”tır,
adet ve örf cinsinden değildir. Zira o; insanların,
kullanılmaları hususunda birleştikleri bir takım manalar
hakkında belirli bazı lafızları kullanmakla alakalıdır. Bu ise,
ıstılahın kendisidir.
İnsanların itibar edilmeleri hususunda hem fikir oldukları
takdirlere/değerlendirmelere gelince; fiyatlar, ücretler,
nafaka miktarları, mehirler v.b.
bunlar örften değildirler. Çünkü bunlar insanların adetlerinden
değildirler. Fakat bunlar toplumdaki durumun ve piyasanın
belirlediği bir takım şeyler için belirli değerlerdir.
İşlenmesinden dolayı insanların tekrar etmelerinden doğan bir
netice değildirler. Hatta isimlendirilmeleri hususunda
insanların ıstılahı da değildirler. Onları sadece topluluğun
dışındaki bir durum belirler, topluluk da bu durumlara binaen
onları değerlendirir. Onun için onların değerlendirilmesinde,
onlar hakkındaki uzmanlara başvurulur, şahitlere ve çoğunluğa
değil. Buna binaen, bu takdirler örf cinsinden
değildirler.
Örf, ıstılah ve takdir arasındaki fark şudur:
-Örf, fiillerden bir fiilin çözümüdür. Zira o, fiil ya da
şey hakkındaki hükümdür. Onun için bazı beşerî kanunlar onu,
bazı kanunlara delil sayarlar. Örfü savunanlar da onu bazı Şer’î
hükümlere delil sayıyorlar. Dolayısıyla örf bir sorunun
çözümüdür. Zira örf, çözümün konulması için alınır. Böylece bu
örfe dayanarak, kanun bir görüşe binaen olur, ya da Şer’î hüküm
başka bir görüşe binaen olur.
-Istılah ise, bir mananın ismidir. Bu mana için herhangi
bir çözüme bakılmaz. Onun çözümü ister bir kanun olsun, ister
bir Şer’î hüküm olsun, ister ise başka bir şey olsun fark etmez.
Zira ıstılah, belirli bir mana için belirli bir ismin
konulmasıyla alakalıdır. Dolayısıyla ıstılah, fiilin ya da
eşyanın ismi ile alakalıdır, çözümü ile değil.
-Takdir/değer tayin etme ise, örften de ıstılahtan da
farklıdır. Çünkü o, piyasa durumunun ve toplum durumunun
oluşturduğu belirli şeylere hastır. Fiyatlar, ücretler,
mehirlerin takdiri gibi. Zira hüküm nafakayı ya da mehri, ya da
boşanma tazminatını, ya da ev ücretini vacib kılar. Uzmanlar
bunu piyasanın ya da durumun oluşturulmasına -yani insanlar
arasında var olana- göre takdir ederler. Dolayısıyla bunun
hükümle bir alakası yoktur. Zira takdir, hüküm belirlemez.
Sadece hakkında hüküm gelen miktarını belirler.
Buna binaen örf, ıstılah ve takdiri birbirine karıştıranlar
yanlış yapıyorlar. Çünkü onlardan her birisinin vakıası
diğerinden başkadır. Dolayısıyla bunların hepsini örf cinsinden
saymak, Şeriata aykırı olmasına ilaveten vakıaya aykırıdır.
Çünkü Şeriat, lügavi ve örfi ıstılahlara itibar edip hükümleri
onlara göre koymuştur. Takdirlere itibar edip Şer’î hükümleri
onların gereğince seyreder kılmıştır. Örf ise böyle değildir.
Zira Şeriat, fiiller ve eşya için çözümler getirmiştir. Örfe
kesin olarak itibar etmemiştir, onu kulların fiilleri ve eşya
hakkında ona herhangi bir hüküm verme yetkisi vermedi. Bilakis
çözümleri sadece Şeriat Koyucunun hitabı ile sınırlandırdı.
Şeriata Göre Örfe İtibar Edilmez:
Bazı müçtehitler, örfe yasamanın asıllarından bir asıl ve Şer’î
delillerden bir delil olarak itibar ederler, onunla bir çok
Şer’î hükme delil getirirler. Örfü iki kısma ayırırlar: Genel
örf ve özel örf.
Genel örfe, zanaatkâra siparişle bir şey yaptırmayı örnek
gösterirler. Zira insanlar, ihtiyaçları olan ayakkabıları,
elbiseleri, bir takım aletleri v.b. zanaatkârlara yaptırmayı
adet edinmişlerdir. Böylece örf caiz kıldığı için olmayan bir
şey üzerinde sözleşme olsa da, o işleme caiz derler. Zira örfü
bu muamelenin caiz oluşuna dair delil sayarlar.
Özel örfe, altı ay gibi şu kadar ayı geçmeyen bir müddete kadar
vadeli alış-verişin taksitli olması hakkında bazı tüccarların
ıstılahını örnek gösterirler. Zira bu örf, sözleşmede
zikredilmemiş olsa da ödeme esasında hükmedici olur.
Onlar; “Şeriat, çeşitli meselelerde örfe itibar etmiştir”
derler. Onun için örfe dayalı hükmü bir Şer’î delile dayalı bir
Şer’î hüküm sayarlar. Buna da Allah’u Teâlâ’nın şu sözünü delil
getirirler: خُذْ الْعَفْوَ
وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنْ الْجَاهِلِينَ
“Sen af yolunu tut, örfü/iyiliği emret. Cahillerden yüz çevir.”
“Şeriat bize örf yolunu tutmamızı emretti” derler. Örfü
Şer’î delil olarak kabul etmelerine binaen ona dayalı olarak bir
çok Şer’î hüküm çıkarttılar. Bunlara örnek şunlardır:
1-Bir kişi, filancanın evine ayağını basmayacağına yemin
ederse, yemin eve girme manasına hasredilir. Çünkü örfi mana,
sadece “ayak basmak” değildir. Zira evin zeminine ayağını
dokunmaksızın bir binek üzerinde eve girerse, örf delili ile
Şeriata göre yeminini bozmuş olur. Çünkü “ayak basmak” tabirinin
manası “girmektir”. Böylece bu hükümde örfü hakim kılmak muteber
olmaktadır.
2-Bir ağacın meyvelerini dalındayken satın almak,
alış-veriş lafzıyla değil de tazmin etmek lafzıyla yapılsa
alış-veriş sayılır. Çünkü örf böyle cereyan etmiştir. Zira
zeytinin, limonun ve diğerlerinin tazmininde, ağacın meyvesinin
satışı “tazmin” lafzıyla geçmektedir. Dolayısıyla örf delili ile
sahih olmaktadır. Böylelikle örf Şer’î bir hükme Şer’î delil
olmaktadır.
3-Bir kişinin arkadaşının evinde önünde bulunandan
yemesi, su içmesi gibi bazı ihtiyaçları için bazı aletleri
kullanması caizdir. Çünkü örf bunu caiz kılmıştır. Böylelikle
örf Şer’î bir hükme delil olmaktadır.
4-İnsanın, ağacın altına düşmüş çabuk bozulan
meyvelerden, sahibinden izin almadan yemesi caizdir. Çünkü onun
mubahlığı hususunda örf oluşmuştur. Böylece örf Şer’î delildir.
5-Sükûtun izin vermek sayılması, ancak kız çocuğunun
evlenmek konusunda konuşmaktan utandığına dair örf oluştuğu için
geçerli olmaktadır. Böylece örf, sükûtun izin sayılmasına dair
delildir.
6-Evin satışına; anahtarı, kapıları ve eve ait olduğu
âdeten kabul edilen hususlar dâhil olur. Aynı şekilde ineğin
satışına, küçük süt buzağı da dâhil olur. İşte böyle örfün
kendisine tâbi kıldığı her husus, alış-veriş anında zikredilmese
de, hakkında örf oluştuğundan dolayı alış-verişe doğal olarak
dâhil edilir.
7-Bir kişi, başka birisini kendisi için bir et alması
için vekil tayin etse, o da onun için sığır eti alsa, o kişi
“ben koyun eti istiyorum” dese ve böylece ihtilafa düşseler.
Bakılır; Eğer o belde halkının örfüne göre, et denildiğinde
sığır eti anlaşılıyorsa, onun o eti alması gerekir. Eğer et
denildiğinde koyun eti anlaşılıyorsa, vekil olan kimsenin ona
koyun eti getirmesi gerekir. Burada belirleyici olan örf
olmaktadır. Buna göre örf Şer’î delildir.
8-Bir kişi, bir terzinin yanında belirli bir ücretle
elbise dikerse. Terzi elbisenin astarı ve diğerlerinin
külfetinin o çalışana ait olduğunu söylerse, o da terziye ait
olduğunu söylerse, örfün kendisine şahitlik ettiği kimseye hak
verilir. Eğer örf terziye hak veriyorsa, o külfet işçiye aittir.
Eğer işçiye hak verirse, o külfet terziye aittir.
9-Çeşitli, farklı birkaç tedavül değeri olan bir ülkede,
çeşidini açıklamaksızın bir kişi dinar veya dirhemden belirli
bir miktar karşılığı alış-veriş yaparsa, paranın çeşidini tayin
etmek hususunda örfe başvurulur. Böylece örf, üzerinde
alışverişin yapıldığı dinar ve dirhemin çeşidini belirlemede
Şer’î delil olmaktadır.
10-Kocası kendisi ile cinsi ilişkide bulunmuş kadın,
kocasının mehrinden kendisine peşin bir şey vermediğini iddia
edip, mehrinin tamamını peşin olarak talep etse; mehrinden peşin
olarak bir kısmı kendisine ödenmedikçe kadın zifafa
götürülmediği hususunda bölge halkının örfü olduğunda, kadının
bu iddiaları dinlenilmez ve hatta kadı o iddiaları reddeder.
Böylece burada örf hükmü belirlemiştir, zira kadı’nın o
iddiaları reddetmesi Şer’î hükmüne delil olmuştur.
İşte böyle, bir çok mesele ve hükmü ileri sürüp örfü onlara
Şer’î delil yapmaktadırlar ve örfü Şer’î delillerden
saymaktadırlar. Örfün Şer’î delil sayılmasında Allah’u Teâlâ’nın
şu sözüne dayanıyorlar: خُذْ
الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ “Sen af yolunu
tut, örfü emret.”
İleri sürdükleri meseleler ve hükümleri de delil getiriyorlar.
Onlardan bazıları; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
bazı örfleri ve adetleri kabul ettiğini, bunun da örfün Şer’î
hükme Şer’î delil olmasına itibar etmeye dair delil olduğunu
söylediler. Şu rivayeti de bu hususta ileri sürdüler: “Abdullah
b. Mes’ud’dan Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şöyle dediği rivayet edildi:
فَمَا رَأَى الْمُسْلِمُونَ حَسَنًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ حَسَنٌ “Müslümanların
güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir.”
Bu, “örf, Şer’î delildir” diyenlerin görüşlerinin özetidir. Bu
batıl bir görüştür. Onun batıl oluşu aşağıdaki hususlarda
özetlenebilir:
1-Örf hakkında delil olarak gösterilen ayet, bu konu ile
bir alakası olmadığı halde, bu konuya iğrenç bir şekilde zorla
sokuşturulmuştur. Zira ayet, bir Mekkî ayettir. A’raf
süresindedir. Ayetin manası
şöyledir: İnsanların fiillerinden, ahlaklarından, onlardan
gelenden sana af olunanı al. Onlara sıkıntı vermeksizin
kolaylaştırıcı ol, nefret etmemeleri için onlardan güçlük ve
onlara sıkıntı veren
hususları talep etme. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözünde olduğu gibi: يَسِّرُوا
وَلا تُعَسِّرُوا
“Kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız.”
“Örfle emret”. Yani, fiillerden güzel olanı ile emret.
Bilinen “örf” güzel fiildir.
İleri sürdükleri hadise gelince; o İbn Mes’ud’un
sözüdür, hadis değildir.
Dolayısıyla onunla delil getirilmez. Ayrıca onun örfle bir
alakası da yoktur. Çünkü nâssında “Müslümanların güzel
gördüğü” diyor, “Müslümanların üzerinde birleştikleri ve adet
edindikleri” demiyor.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in örflerden
ve adetlerden olduğu halde ikrar ettiği amellere gelince;
onlarla amel etmek, Rasul’ün ikrarı olan Şer’î delille amel
etmek sayılır. Rasul’ün ikrarı Şer’î delildir, örf ve adetlerle
amel etmek değil, başkasının ikrarının da bir önemi yoktur.
Dolayısıyla Şeriat, örfü kabul etti denilmez.
Bazı fakihlerin örf hakkına, bir Şer’î hüküm olarak itibar
ettikleri hususa gelince; onların bir kısmı ıstılah ile
alakalıdır, bir kısmı da eşyanın takdiri ile alakalıdır.
Istılah ile alakalı olan husus; onun, onu ıstılah
edinenler nezdindeki itibarı hakkında şüphe yoktur. O bir takım
manalara bir takım isimler vermek ile alakalıdır, insanların
fiilleriyle ve eşya ile alakalı değildir.
Takdir ile alakalı hususa gelince; onda uzman kişilere
başvurulur. İster nafaka olsun, ister mehri misil olsun, ister
ecri misil olsun v.b. fark etmez. Buna itibar edilmesi sadece
Şeriattan gelmektedir, örften değil. Zira o insanlar arasında
ma’ruf olan şeyin takdir edilmesini talep eden Şer’î nâsslar
gelmiştir. O nâsslar her şeyde örfü hakim kılmak için
gelmemiştir.
- Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu:
وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ
“Kadınların da erkekleri üzerinde ma’ruf/belirli hakları
vardır.”
Yani iki eş ve benzerlerinin halindeki bilinen şekilde,
erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da
erkekler üzerinde hakları vardır. Burada ma’ruf, kadının konumu
ile ilgili bilinen şeydir. Kadın başkasının kendisine hizmet
ettiği kişilerden midir? Yoksa kocasına hizmet eden kişilerden
midir? Yani bu kadın kendisine, hizmetçi tutan “hanım efendi”
denilenlerden midir? Yoksa başkasına hizmet edenlerden mi?
“Benzeşmeden” kast edilen, sadece vacib olandadır, fiillerin
detaylarında benzeşme değil. Yani erkeğin haklarının kadının
üzerinde vacib olması gibi, kadının haklarının da erkek üzerinde
vacib olmasıdır. Bu hakların ayrıntılarında benzeşme yoktur.
Zira erkeğe elbise yıkamak ve hamur yoğurmak vacib değildir.
Kadına ihtiyaçları satın alması ailenin maişetini kazanması
vacib değildir. Dolayısıyla burada marufun takdiri, belirli
manalara isimler vermek babından olması yanısıra bir takdirdir.
Nitekim bunlara delâlet eden bir Şer’î nâss gelmiştir.
Dolayısıyla bunlara Şer’î nâsstan dolayı itibar edilmiştir,
onlar örf olduğundan dolayı değil.
Allah’u Teâlâ şöyle dedi:
فَلا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا
تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ
“Aralarında ma’rufla anlaştıkları takdirde, onların (eski)
kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın.”
Yani kendisi ile evlenmek için kadına evlenme teklifinde bulunan
kişi, evlenmek istediği kadın ile mehri misil ve şartlar gibi
hususlarda maruf bir şekilde anlaştıklarında, yani evlenme
teklifinde bulunanlar o kadınlarla mehirden ve şartlardan v.b.
ma’ruf bilinenle anlaştıklarında evliliğe engel olmayınız,
demektir. Evlilik teklif eden erkek ile, evlilik teklifi alan
kadının arasında, insanlar arasındaki bilinen ile anlaşmanın
caiz olması, bu olayda ona itibar edilmesi ile ilgili nâssın
gelmesinden dolayıdır. Dolayısıyla ona, nâssın varlığından
dolayı itibar edilmiştir.
- وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ
رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ “Onların
örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir.”
Kast olunan; maişet, beslenme, giyinmenin, benzerinin beslenmesi
ve giyinmesinden insanlar arasında bilinene göre olmasıdır.
Nitekim bunu ondan sonraki ayet açıklamıştır. Şöyle demiştir:
لا تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلا
وُسْعَهَا لا تُضَارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلا مَوْلُودٌ لَهُ
بِوَلَدِهِ “Bir insan ancak gücü yettiğinden sorumlu
tutulur. Hiçbir anne, çocuğu sebebiyle, hiçbir baba da çocuğu
yüzünden zarara uğratılmamalıdır.”
İşte bu ayet, رِزْقُهُنَّ
وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ “Ma’rufa göre
beslenmeleri ve giyinmeleri” tabirini tefsir etmektedir
وَمَتِّعُوهُنَّ
عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُ
مَتَاعًا بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا
عَلَى الْمُحْسِنِينَ “Bu durumda, onlara mut’a
(hediye cinsinden bir şeyler) verin. Zengin olan durumuna
göre, fakir de durumuna göre vermelidir. Ma’ruf bir meta’/mal
vermek iyiler için bir borçtur.”
Yani cinsi münasebette bulunmadan önce boşanılan kadının aldığı
mal olan ve mehir olarak isimlendirilmiş olmayan mut’a, insanlar
nezdindeki ma’rufun takdirine göre benzerine uygun olan maldır.
- وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ
“Onlarla
ma’ruf olana göre geçinin.”
Yani erkeğin
kadınla yaşamasından ma’ruf olana göre demektir. O da geceleme
ve nafakada adaleti gözetmektir.
- وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ
بِالْمَعْرُوفِ
“Onlara ücretlerini
ma’rufla verin.”
Yani onlara ma’rufa göre mehirlerini verin, yani yargıya gerek
olmadan zarar vermeden ve geciktirmeksizin güzel bir şekilde
verin, demektir.
- Rivayet edildi ki; “İbni Mes’ud; ölesiye kadar kendisi
ile cinsi münasebette bulunmayan kocasının kendisine bir mihir
ayırmadığını iddia eden kadın için şu hükmü verdi: O kadına ne
fazla ne eksik olmak üzere mihrin ödenmesine, kadının iddet
beklemesine ve miras hakkı olduğuna hüküm verdi. Bunun üzerine,
Muakıl b. Sinân el-Eşcâ’î ayağa kalkıp şöyle dedi: Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem de Vâşık’ın kızı Buru’
hakkında senin hükmettiğin gibi hükmetti.”
Böylece mehri misilin takdiri hakkında nâss geçmiş olmaktadır.
Dolayısıyla bu takdir hakkında nâss ile amel edilmiştir, örf ile
değil. Ecri misil/benzer ücret de, benzer fiyatta mehri misile/benzer
mehrine kıyasla aynı şekildedir.
Böylelikle açığa çıkıyor ki; mehir, ücret, fiyat, nafaka,
geçinme gibi hususların belirlenmesi, örften olmayıp bilakis
başka bir türden olmalarının ötesinde, Şer’î nâsslar onları
getirmiştir, her olay için ona has delil gelmiştir. İllet
olmadıkça onlara kıyas yapılmaz. Dolayısıyla bu takdir, örften
değil ve örf cinsinden de değildir.
Böylelikle bazı fakihlerin örf hakkında Şer’î hüküm olarak
itibar ettikleri husus ile ilgili bütün delilleri onun
ıstılahından ya da takdirden olduğu ve her ikisinin de örften
olmadıkları, üstelik eşya için takdir etme hakkında açık olarak
nâss geldiğinin açığa çıkmasıyla, geçersiz olmuştur. Böylelikle
bu meseleler ve hükümlerin delil olarak alınmalarını doğru kılan
hususlardan olduğu varsayımına dair ve özellikle de örfün bir
asıl ve Şer’î delillerden bir delil sayılmalarına dair
delillendirmeleri geçersiz olmaktadır.
2- Tekrar edilen ameller olan örfün Şeriata göre yürümesi
gerekir. Ta ki insanın fiilleri Şer’î hükümlere göre yürüsün. Bu
fiiller ister adet gibi fert tarafından tekrar edilsin, ister
örf gibi toplum tarafından tekrar edilsin, ister ise kimse
tarafından tekrar edilmeyip bir kere de olsa yapılmış olsun fark
etmez. Çünkü şu kesindir ki; Müslüman’a fiillerini
-ister tekrarlanan olsun ister tekrarlanmasın- Allah’ın
emirleri ve nehiylerine göre yürütmesi, vacibtir. Buna binaen
Şeriatın örflere ve adetlere hakim olması gerekir. Örfün ve
âdetin, fiilin sıhhatli olup olmadığına dair delil sayılması
caiz olmaz. Bilakis muteber olan sadece Şeriattır. Onun için
örfün bir Şer’î delil ve Şer’î kaide sayılması kesinlikle caiz
olmaz.
3- Örf ya Şeriata aykırı olur ya da olmaz. Eğer Şeriata
aykırı olursa, Şeriat onu ortadan kaldırmak ve değiştirmek için
gelmiştir. Çünkü fasid örfleri ve adetleri değiştirmek Şeriatın
işindendir. Eğer örf Şeriata aykırı değilse, hüküm delili ve
Şer’î illeti ile tespit edilmiş olur. Şeriata aykırı olmasa da
bu örf ile değil. Buna binaen örf Şeriata hakim kılınmaz, Şeriat
örflere ve adetlere hakim kılınır.
4- Şer’î delillerde asıl olan Kitap ve Sünnettir. Zira bu
ikisi asıl olan delillerdir. Bu ikisinde Şer’î delil olduğu
sabit olan husus da Şer’î delil sayılır, kıyas ve icmâ gibi.
Şer’î delil olduğu Kitap ve Sünnette sabit olmayan hususlar
Şer’î delil sayılmazlar. Örfün ve âdetin aslının Kitapta,
Sünnette ve icmâda mevcut olmamasından dolayı, örfe kesinlikle
itibar edilmez. Zira Kitaptan ya da Sünnetten hakkında bir nâss
olmadıkça herhangi bir delile Şer’î delil olarak itibar edilmez.
Örf hakkında olaylardan kendisi ile delil getirdikleri hususlar,
o olaylara hasstırlar, genel bir şekilde örf için genel ruhsat
değildirler. O hususlar, belirli olaylara dair delildirler,
örfün Şer’î delil olduğuna dair delil değil.
5- Örf ve adetlerden güzel olanları var, çirkin olanları
var. Çirkin adetlerin ve kötü örflerin Şeriata göre ittifakla
muteber olmadığı hususunda şüphe yoktur. Güzeli ya da çirkini
ayırt eden akıl mıdır, yoksa Şeriat mı? Akıla gelince; onun
güzeli çirkinden ayırt edici olmasına itibar edilmez. Çünkü akıl
sınırlıdır, çevreden ve durumlardan etkilenir. Bugün güzel
gördüğü şeyi yarın çirkin görebilir. Güzel örfü, çirkin örfü
takdir etmek akıla bırakılırsa bu, Allah’ın hükümleri ile
çarpışmaya yol açar. Bu ise caiz değildir. Bunun için örf
hakkında hüküm vermekte sadece Şeriatın muteber olması
kaçınılmazdır. Bundan dolayı onun itibarı, itibar edilmesi için
itibarını Şer’î delil yapan olay hakkında nâssın varlığına
bağlıdır. Böylece delil Şer’î nâss olmaktadır, örf değil.
6-Onların ileri sürdükleri örneklerin tamamı şu iki
husustan birisine ait olmaktadır: Ya hüküm hakkında sahih
olurlarken, tahriçte hataya düşülmüştür, ya da hem hükümde hem
de tahriçte hataya düşülmüştür.
Örnek, hüküm hakkında sahih ise, ondaki hata, örfün ona delil
yapılmış olmasıdır. Çünkü onun örften başka delili vardır.
Hükümde hatalı ise; hata, hükmün örfe dayandırılması yönünden
gelmiş olmaktadır. Bu ise caiz değildir. O örneklerin hepsi de
bu durumdan dışarı çıkmamaktadır.
Mesela; -Kişinin ayağını eve basmayacağına dair yemini,
lafızdaki ıstılaha bağlıdır, örfe değil.
- Zeytinin tazmini, “tazmin etmenin” ağaçtaki meyveyi satmaya
isim olarak verilmesi ıstılaha bağlıdır, örfe değil.
- Kişinin arkadaşının evinde önünde bulunandan yemesi,
Kur'an-ı Kerim’deki Allah’u Teâlâ’nın şu sözüne bağlıdır:
أن تأكلوا من بيوتكم أو بيوت
آبَائِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أُمَّهَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ
إِخْوَانِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخَوَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ
أَعْمَامِكُمْ أَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ
أَخْوَالِكُمْ أَوْ بُيُوتِ خَالاتِكُمْ أَوْ مَا مَلَكْتُمْ
مَفَاتِحَهُ أَوْ صَدِيقِكُمْ “Sizin için de, gerek
kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden,
annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden,
amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden,
dayılarınızın evlerinden veyahut anahtarlarını uhdenizde
bulundurduğunuz yerlerden yahut
arkadaşlarınızın/dostlarınızın evlerinden yemenizde bir
sakınca yoktur.”
-Ağacın meyvesinden yemenin caiz oluşu, kişiye ağacın
meyvesinden beraberinde götürmemek kaydı ile yemesini caiz kılan
hadise bağlıdır. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
şöyle demiştir: لا قَطْعَ فِي
ثَمَرٍ وَلا كَثَرٍ
“Meyveden alıkonulmaz, çok da olmaz.”
غَيْرَ مُتَّخِذٍ خُبْنَةً
يأكل
“Kucağında/torbasında
götürmeksizin.”
Dolayısıyla ağacın dibine düşenden yenilmesi evlâ babındandır.
-Bekarın sükût etmesi, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in bekar hakkındaki şu sözünden dolayıdır,
örften değil: إِذْنُهَا
صُمَاتُهَا “O kızın
izni, susmasıdır.”
-Ev satışı, et satın alınması, her ikisi de “ev” kelimesinin ve
“et” kelimesinin belirli bir manaya ıstılah olarak verilmesine
bağlıdır. Dolayısıyla o hükümler de ıstılaha bağlıdır, örfe
değil. Dinar ve dirhem meselesi de aynı şekildedir.
- Elbise dikme meselesine gelince, o ecri misile bağlıdır, örfe
değil.
- Eş meselesinde, hem hükümde hem de delilde hata vardır. Zira
hak, örfle düşmez. Örfün hakkın düştüğüne dair delil olması
uygun değildir. O kadının iddialarının dinlenilmesi gerekir.
Eğer kadın iddialarını ispat ederse, ona mehrinin verilmesine
hükmedilir, örfe bakılmaz.
Buna binaen adetler ve örfler, kesin olarak mevcuttur. Onlar
amellerin sık sık tekrarından meydana gelir. Fakat onların Şer’î
delil olması ve fiilin devam edip etmemesinin Şer’î sebebi
olması uygun değildir. Bilakis onlar da diğer fiiller gibi
Şeriata arz edilirler. Böylece onlar hakkında Şer’î delil
delâlet ederse, delilden dolayı onlara itibar edilir. Onlara
Şer’î delil delâlet etmezse, illetleri araştırılır, Şer’î
illetleri varsa o zaman illete itibar edilir ve onlar kıyasa
dâhil olurlar.
Istılahlara gelince; onlar belirli anlamlara isimlerin
verilmesidir. Onlara itibar edilmesiyle ilgili Şeriatın
gelmesinden dolayı muteberdirler.
Takdirlere gelince; onlardan, itibar edilmesiyle ilgili nâss
geçenlere itibar edilir, itibar edilmesiyle ilgili nâss
geçmeyenlere itibar edilmez.
Her halde, ıstılah ve takdir ikisi de örflerden değildirler.
Böylelikle, örfün Şer’î delil olarak itibar edilmesinin batıl
oluşu açığa çıkmaktadır. Kur’an, Sünnet ve Sahabelerin İcmaı ve
Kıyastan başka, Şer’î nâssla Şer’î delil olduğu sabit olmuş bir
Şer’î delil yoktur. Bu dördünden başkasının Şer’î hükümlere
delil getirilmesinin bir kıymeti yoktur.
Bu izahat, örfün Şer’î delil olmasının fesadı yönündendi. Şer’î
kaide olmasının fesadına gelince; Kaide küllî hükümdür ya da
genel hükümdür. Örf ise, küllî hüküm değildir. Çünkü onun
detayları yoktur. Ayrıca onunla birlikte ona ait illet
mesabesinde bir husus da yoktur. O genel bir hüküm de değildir.
Zira onun kapsamına giren ona ait fertler yoktur. Buna ilaveten
o, Kitaptan ve Sünnetten bir Şer’î nâsstan istinbat
edilmemiştir. Aynı şekilde ona dair sahabeden bir icmâ da
yoktur. Böylelikle örfe, Şer’î kaide olarak itibar edilmez.