HALİFE'Yİ NASBETMENİN (BELİRLEMENİN) YOLU
Şeriat, İslâm ümmetine kendisine bir
Halife nasbetmesini (belirlemesini) farz kıldığı gibi Halifenin
belirlenmesi meselesini de Kitap, Sünnet ve Sahabe icmâ'ı yolu
ile belirlemiştir. Halifeyi belirlemenin yolu biattır ve müslümanlar
Allah'ın kitabı ve Rasulullah'ın Sünneti üzere yürüyecek
bir Halife adayına biat ederek Halifeyi belirlerler. Halifeyi
belirlemenin biat yolu ile oluşunun delili ise sahabenin
Rasulullah'a bizzat biatları ve Rasulullah'ın da bizlere; bir
imama biat etmemizi emretmesidir.
Sahabenin Rasulullah'a biatını inceleyecek
olursak görürüz ki, sahabenin Rasul'e biatı onun
peygamberliğine (nübüvvetine) değil devlet reisliğine
dairdir. Yani peygamberliğini tasdik (inanmak) üzerine yapılan
bir biat değil; kendilerini yönetmesi üzerine bir biattır ve
onun devlet reisliği böylelikle tescil edilmektedir. Öte
yandan onun peygamberliğini ve risaletini kabul edip açıkça
ilan etmek biat değil imandır. Bu da yapılan biatın onun
devlet başkanlığını tasdik anlamına geldiğini göstermektedir.
Kur'an ve hadiste "biat" zikredilmiştir. Allahu Teâla
buyurmuştur ki:
"Ey Rasulüm; mümin kadınlar hiçbir
şeyi Allah'a şirk koşmayacaklarına, hırsızlık
yapmayacaklarına, zina etmeyeceklerine, çocuklarını
öldürmeyeceklerine, iftira edip birbirlerinin üzerine
atmayacaklarına, hiçbir marufta sana isyan etmeyeceklerine dair
biat etmeye geldiklerinde onların biatını al." (Mümtehine
12)
"Sana biat edenler var ya; muhakkak ki
onlar Allah'a biat ediyorlar. Allah'ın eli onların elleri
üzerindedir." (Fetih 10)
Ubade b. Samit'ten rivayet edilmiştir ki:
"Rasulullah (s.a.v)'e zor ve kolay günlerimizde
işitip itaat edeceğimize, idareciler ile (idareyi ele geçirmek
için) tartışmayacağımıza, halkın kınamasından
korkmayıp sadece Allah'tan korkarak hakkı her yere taşıyıp söyleyeceğimize
dair biat ettik." (Buhari Kitabu'l Ahkam c. 8
S. 122 Bab 43, Müslim c. 6 s. 14, Nesei c. 2 s 180)
Abdullah b. Hişam'dan rivayetle: "Ebu
Akil'i annesi Zeynep binti Hamit Rasul (s.a.v)'e götürdü ve
dedi ki, "Ya Rasulallah onun biatını al." Rasul
(s.a.v) onun henüz küçük olduğunu söyledi ve başını
okşayıp dua etti." (Buhari Kitabu'l
Ahkam C. 8 S. 124 Bab 46)
Ebu Hüreyre'den rivayette Rasulullah (s.a.v)
dedi ki:
"Kıyamet gününde üç kişiyle Allah
konuşmayacak ve onları temize de çıkartmayacaktır. Onlar için
acıklı bir azab vardır. O kimseler: 1. Arazisinde bir su
kaynağı bulunupta yolculara bunu içmekten men eden kişiler
2. Bir imama sadece dünyevi çıkarı için biat eden; Halife
isteklerini yerine getirirse itaatına vefakâr olup getirmezse
itaatına vefakâr olmayan adam 3. Bir kimseye mal satarken
Allah'a yemin edip bu mala şu kadar para teklif edildi de
vermedim diyerek alıcıyı kandıran kimse." (Buhari
Kitabu'l Ahkam Bab 48, İbni Mace H. No: 2870, Müslim Kitabu'l
iman 173)
Bu üç hadiste de Halifeyi seçmenin yolu
biat olarak belirtilmektedir. Ubade (ra)'ın hadisinde yönetim için
Rasul (s.a.v)'e biat edildiği belirtilmektedir.
Abdullah b. Hişam (ra)'ın hadisinde ise henüz
buluğa erişmediği için çocukların biatının kabul
edilmeyeceği zikredilmektedir. Ebu Hüreyre (ra)'ın hadisinde ise
imama (devlet başkanına) biat açık olarak ifade edilmekte ve
hadiste 'imam" kelimesi herhangi bir imamı kastedecek
şekilde genel olarak kullanılmaktadır. Başka hadislerde de
imama biat açık olarak geçmektedir. Müslim'den rivayette
Rasullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kim bir imama biat ederse onunla gönül
rızası ile tokalaşsın ve gücü yettiğince itaat etsin.
Eğer başka biri gelip (biat edilmiş imamla) idareyi ele geçirmek
için mücadele ederse sonra çıkanın boynunu vurun."
(Müslim; H. No: 1844)
Ebu Said El Hudri'den rivayetle Rasul (s.a.v)
buyurmuştur ki:
"(Aynı anda) eğer iki Halifeye biat
edilirse Halifelerden sonradan çıkanı öldürün."
(Müslim H. No: 1853)
Ebu Hazım'dan rivayetle demiştir ki: "Ebu
Hüreyre ile beş yıl beraber bulundum. Ondan Rasulullah (s.a.v)'den
şunu rivayet ettiğini işittim; Rasulullah (s.a.v) dedi ki:
"İsrail oğulları Nebiler tarafından
siyaset (idare) ediliyordu. Bir Nebi öldüğünde onu başka
bir Nebi takip ediyordu. Artık benden sonra Nebi yoktur. Fakat
bir çok Halife olacaktır." Oradakiler dediler ki;
Bu durumda bize ne yapmamızı emredersin? Dedi ki: "İlk
biat edilene vefakâr olunuz onlara karşı olan vazifelerinizi
yerine getiriniz. Muhakkak ki Allah size karşı olan
vazifelerini yapıp yapmadıklarını onlara soracaktır."
(Müslim H. No: 1842 Buhari)
Kitap ve Sünnetten açık naslarda da görüldüğü
gibi Halifeyi seçmenin yolu biattır. Sahabelerin tümünün
anlayışı ve uygulamaları da bu yönde olmuştur. Nitekim Ebu
Bekir (ra)'a Sakife'de esas biat (Hilâfet akdi) yapıldıktan
sonra mescidde de genel biat (itaat biatı) yapıldı. Biatı
önem arzeden Ali b. Ebu Talib (ra) gibi sahabelerden mescidde
biat etmeyenler de sonradan Ebu Bekir'e biat ettiler. Aynı
şekilde Ömer, Osman, Ali (r.anhüm) da müslümanlar için Halifeyi belirlemekte tek yol olan biatla seçildiler.
Biat olayına ilişkin ayrıntılara gelince:
Halife seçimine ilişkin ayrıntıları en iyi Rasulullah (s.a.v)'in
ölümünden hemen sonra gelen dört Halifenin seçilişlerinde
gözleyebiliriz. Sahabelerin tümü bu dört Halifenin
seçilişi sırasında şeriate muhalif bir durum görmediklerinden
dolayı sükût ettiler ve olanları tasdik ettiler. Eğer müslümanların
varlığı ve İslâmi yönetimin devamı ile ilgili böyle
hayatî bir konuda şeriate muhalif bir durum bulunsaydı
sahabeler buna muhakkak itiraz ederlerdi. Raşit Halifelerin seçiminde
sahabelerin yaptıkları işler incelendiğinde; Saide
oğullarının sakifesinde Halife adaylarından olan Sad b.
Ubade, Ebu Ubeyde, Ömer ve Ebu Bekir Hilâfet için tartıştıkları
ve bu tartışmanın neticesinde Ebu Bekir'e biat edildiği; ikinci gün müslümanların mescide çağırıldığı ve orada
da Ebu Bekir (ra)'a biat edildiği ve Halife olduğu görülür.
Ebu Bekir (ra) hastalıktan
kurtulamayacağını ve öleceğini hissedince müslümanları
çağırıp onlarla kendisinden sonra kimin Halife olacağı
konusunda istişarede bulundu. Bu istişare sırasında görüşler
Ömer ve Ali etrafında yoğunlaştı. İstişare olayı
yaklaşık üç ay sürdü. Ebu Bekir istişarelerini
tamamlayınca müslümanların genelinin görüşünü de öğrenmiş
oldu ve Ömer (ra)'ın kendisinden sonra Halife olabileceğini söyledi.
Ebu Bekir'in ölümünden hemen sonra müslümanlar mescidde
toplanarak Ömer (ra)'a Hilâfet için biat ettiler. Ömer de bu
biatla Halife oldu. Burada Ömer (ra), Ebu Bekir'in görüş
bildirmesi ile değil müslümanların ona biat etmesi ile Halife
olmuştur.
Ömer (ra) bir müşrik tarafından hançerlenince
müslümanlar, kendisinden sonra Halife olması için birisini
tavsiye etmesini istediler. Ancak o bu teklifi reddetti.
Sahabeler bu ricalarında ısrar edince o da altı aday gösterdi.
Ömer'in vefatından sonra bu altı adaydan biri olan ve
Halifeliğe adaylıktan kendi isteği ile çekilen Abdurrahman
b. Avf, Halifenin belirlenmesi konusunda tüm Halife adayları
ve müslümanlarla istişarede bulunduktan sonra Osman (ra)'ı açıkladı
müslümanlar da Osman (ra)'a biat ettiler. Neticede Osman (ra),
ne Ömer'in adayı olduğundan dolayı ne de Abdurrahman b.
Avf'ın tavsiyesi ile değil ancak müslümanların teveccüh
edip biat etmesi ile Halife oldu.
Osman (ra)'ın öldürülmesinden sonra
Medine ve Küfe'deki müslümanların çoğunluğunun biatı ile
de Ali (ra) Halife oldu.
Dört Halifenin belirlenmesinde de
görüldüğü gibi müslümanlar önce kimlerin Hilâfet için
daha ehil olduğunu tespit için aralarında tartışmışlar
sonra bu tespit edilen Halife adayları müslümanlara ilan
edilmiş, müslümanlar hangisine biat ederse o da Halife olmuştur.
Nitekim Saide oğullarının misafirhanesindeki tartışmalar
Said b. Ubade, Ömer ve Ebu Bekir (r.anhum)'un şahısları etrafında
olmuş sonuçta Ebu Bekir (ra)'a biat edilmiştir. Ancak bu biatın
Ebu Bekir (ra)'ın Hilâfeti için bağlayıcılığı müslümanların
çoğunluğunun biatının gerçekleşmesi ile geçerli hale
gelmiştir. Ebu Bekir (ra) hayatının son günlerinde
müslümanlarla istişarede bulunmuş, onların görüşlerinin
Ömer ve Ali (r.anhum) üzerinde yoğunlaştığını görmüş ardında
da Ömer (ra)'ı müslümanlara Halife adayı olarak açıklamış ve
Ebu Bekir (ra)'ın vefatından sonra müslümanların biatı ile de
Ömer (ra) Halife olmuştur. Bu söylediğimiz gerçeği Ömer (ra)'ın
altı adayından Abdurrahman b. Avf'in istişaresi sonucu Osman (ra)'ı
seçmesi ve halkın biatı ile de bu seçimin resmileşmesiyle
geçerli olmuştur. Ali (ra)'ın seçiminde ise kendisine hemen
biat edildi. Zira Osman (ra)'ın öldürülmesi üzerine bir
fitne çıkmıştı ve hiç bir müslüman Hilâfet için Ali (ra)'a
karşı aday olmaya yanaşmıyordu. Görüldüğü üzere tüm
Halifelerin biatı aynı yönteme uygun olarak yani istişare,
aday belirleme ve müslümanların biatı ile neticeleniyordu.
Bu durum hem Ebu Bekir (ra)'ın hem de Osman (ra)'ın biat almasında
açıkça görülmektedir.
Misver b. Mahreme anlatıyor; "Ömer (ra)'ın
gösterdiği adaylar (Ali, Osman, Abdurrahman, Sad b. Ebi
Vakkas, Zübeyr b. Avvam ve Talha b. Ubeydullah [r.anhum]) toplanıp
aralarında istişare ettiler. Abdurralman b. Avf onlara: "Bu
konuda sizinle yarışacak biri değilim ama eğer dilerseniz
sizlerden birini bu iş için seçerim" dedi. Onlar da
bu görevi Abdurrahman'a verdiler. Abdurrahman işi üzerine alınca
halk ona itibar etmeğe başladı. Ömer'in belirlediği adaylar
topluluğundan olupta Abdurrahman b. Avf'ın arkasından
gitmeyen kimse görmedim. O günlerde halk hep Abdurrahman'a
gidip onunla istişare ediyorlardı. Öyle ki Osman'a biat ettiğimiz
günün sabahına kadar bu şekilde devam etti. O gece yarısı
Aburrahman bana geldi kapıyı çaldı uyandım ve; "Bakıyorum
uyuyorsun, halbuki ben Allah'a yemin ederim ki bu gece gözümü
hiç kırpmadım. Git hemen Zübeyr ve Sa`d'ı çağır"
dedi. Onları çağırdım. Abdurrahman onlarla istişare
ettikten sonra beni çağırdı ve; "Bana Ali'yi
çağır dedi. Onu da çağırdım. Şafak sökünceye kadar
Ali ile görüştü. Sonra Ali yanından ayrıldı.
Ali halife olmak arzusundaydı. Abdurrahman da Ali den bir
şey gelir diye korkuyordu. Sonra bana Osman'ı çağır dedi.
Onu da çağırdım. Müezzin sabah ezanını okuyuncaya kadar
da Osman'la görüştü. Halk sabah namazını kıldıktan sonra
adaylar camide minberin yanında toplandı. Abdurrahman, Muhacir
ve Ensarın yaşayanlarına ve ordu komutanlarına haber gönderdi.
Herkes orada toplandığında, Abdurrahman Kelime-i şehadet
getirdi ve; "Ey Ali, ben halkın görüşünü aldım.
Osman'dan yüz çevirip istemeyen bir kişiye rastlamadım.
Nefsin için bir yol kılma (bu hususta aklına kötü bir şey
gelmesin)" dedi. Ve Osman'ın elini tutarak; "Allah'ın
Rasülü'nün ve ilk iki Halifenin yolu üzerine sana biat
ediyorum" dedi ve Osman'a biat etti. Muhacir, Ensar,
ordu komutanları ve orada bulunan müslümanlar da Osman (ra)'a
biat ettiler" (Buhari) [Allah onlardan razı olsun.]
Buhari'nin rivayetinde de görüleceği
üzere; müslümanların isteği ile Ömer (ra) tarafından Hilâfet
için belirlenen adaylardan Abdurrahman b. Avf adaylıktan
çekildikten sonra kimin Halife olması gerektiği hususunda müslümanların
görüşlerini aldı. Yaptığı istişareler sonucunda müslümanların
istediği ismi açıkladı. İnsanların istedikleri isim açıklandıktan
sonra ismi açıklanan kişiye biat edildi ve bu biatla da
Halife oldu.
Böylelikle seçim olaylarını gerçek
yönleri ile incelemiş olduk. Tüm anlatılanlar ışığında
Halifenin seçimi ile ilgili şer'i hüküm şudur: "Müslümanların
çoğunluğunu temsil edenler tarafından Hilâfet’e aday
olanlar belirlenir. Sonra belirlenen Halife adaylarının
isimleri müslümanlara açıklanır ve onlardan adaylardan
birisini Halifelik için seçmeleri istenir. Sonra müslümanların
çoğunluğunun Halife olmasını istediği kişi tespit edilir.
Ardından da seçilen kişiye -ister seçmiş olsun isterse seçmemiş
olsun- müslümanların tamamından biat
alınır."
Bu söylediklerimizin delili ise sahabenin bu
konudaki icmâ'ıdır. Çünkü Ömer (ra)'ın Hilâfet için altı
aday belirlemesi ve Abdurrahman'ın bir Halife belirleme
noktasında müslümanların tamamının olurunu alması ve "Muhakkak
ki ben müslümanların görüşünü aldım. Osman'dan yüç
çeviren onu istemeyen kimseye rastlamadım" sözü ile
müslümanların çoğunluğunun seçtiği kişiyi Halife olarak
ilan edip biat etmesi karşısında müslümanların tamamı sükût
ederek icmâ ve ittifak etmiştirler. Bu açıklamalara göre Halifenin nasbedilmesindeki şer'i hüküm açıkça ortaya
konulmuştur. Fakat burada karşımıza iki önemli sorun çıkmaktadır.
Birincisi: Halifeyi belirleyecek müslümanlar
kimlerdir? Onlar hall ve akd ehli midir? Müslümanların belirli
bir kısmı mıdır? Yoksa müslümanların tamamı mıdır?
İkincisi ise: Günümüzde
seçimlerde kullanılmakta olan gizli oy, seçim sandığı, oy
sayımı gibi yöntemler İslâmın emrettiği şeylerden midir?
Yoksa değil midir?
Birinci sorunu açıklarsak: Mutlak anlamda
şeriat sultayı (otoriteyi, yetkiyi) ümmete vermiştir. Halifenin
belirlenmesini de sadece bir gruba ya da cemaata vermeyip müslümanların
tümüne vermiştir. Zira aşağıdaki hadis-i şerifte de
belirtildiği gibi biat müslümanların tümüne farzdır. "Kim
ki boynunda biat olmaksızın ölürse cahiliye ölümü ile
ölmüş olur." (Müslim K. İmara H. No:
1851)
Hadisin delaleti geneldir ve tüm
müslümanları kapsar. Bu nedenle diğer müslümanların
katılımı olmadan sadece hall ve akd ehlinin ya da belirli bir
zümrenin Halifeyi belirleme hakkı yoktur. Belirleme hakkı
istisnasız tüm müslümanlarındır. Çünkü konu ile ilgili
nasslar tüm müslümanları kapsamaktadır. Henüz bülûğa
ermemiş bir çocuğun biatının reddi dışında biatı belli
bir gruba has kılan bir nassa rastlanmamıştır. O halde Halifeyi belirleme hakkı müslümanların tamamına aittir.
Hatta ve hatta fasık ve günahkâr (müslüman) ların bile akil
baliğ oldukları müddetçe bu hakları vardır.
Ancak müslümanların tümünün istisnasız
Halifeyi belirleme işine bizzat katılmaları şart
değildir. Çünkü belirleme işi bir haktır. Her ne kadar
biat etmek üzerlerine farz olsa da biat farzı farz-ı ayn
değil farz-ı kifaye olduğundan, müslümanların bir
kısmının yerine getirmesi ile diğerlerinden kalkar. Ancak müslümanlar
ister kullansınlar ister kullanmasınlar tamamının Halifenin
belirlenmesine katılabilme haklarının bulunması farzdır.
Olay, müslümanların Allah'ın üzerlerine farz kıldığı
bir işi yerine getirebilmesine katılabilmeleridir. Burada
önemli olan müslümanların tümünün bu farzı yerine
getirebilmesi değil kendi rızaları ile içlerinden birini
Halife olarak belirleme farziyetinin yerine gelmesidir.
Birinci sorunun çözümü esnasında da iki
problem ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi; Halifenin
belirlenmesinde müslümanların tümünün rıza ve tasvibinin
gerçekleştirilmesindeki sorun, ikincisi ise; müslümanların, Halifenin belirlenmesine katılabilme hakkı gerçekleştirilebildiği
halde Halifenin belirlenmesinde müslümanların tümünün rızasını
gerçekleştirememe sorunudur.
Bu sorunlardan birincisini ele alalım: Halifeyi belirleyecek olan kişilerin sayısı hakkında bir
şart koşulmamıştır. Ancak belli sayıdaki bir grup Hilâfet
için bir kişiye biat ederlerse, bu biat karşısında müslümanların
sükûtu ya da itaat biatı vermeleri ya da tasvibi gösteren
herhangi bir hareketleri sonucu biat gerçekleşmiş olur. Sonuçta
müslümanların tamamı için bir Halife seçilmiş olur ve seçilen
kişi şer'an Halife olur.
Eğer müslümanların tamamı tarafından
belli kişilere Halifeyi belirleme hakkı verilmişse ve müslümanlar
rahatlıkla fikir ve görüşlerini açıklayabildikleri bir
belirleme atmosferinde sükûtları ile ya da itaat biatı ile bu
belirlemeyi tasvip etmişlerse, Halife üç kişi tarafından
belirlenmiş olsa da bu belirleme geçerli bir belirleme olur.
Ancak müslümanların çoğunluğunun belirleme üzerinde rızası
gerçekleşmemişse Halife belirlenmiş sayılmaz. Fakat müslümanlardan
bir gurup Halifeyi belirlemeye kalkışırlar ve bunların çoğunluğunun
rızası ile de Halife belirlenirse belirleyen gurubun sayısı
ne olursa olsun belirleme gerçekleşmiş sayılır. Bu nedenle
bu konuda fakihler şöyle demişlerdir: Halifenin
belirlenmesi hall ve akd ehlinin bir müslümana Hilâfet için
biatları ile gerçekleşir. Fakihler hall ve akd ehlini
kendisinde Halifelik şartları bulunan bir kişiye biatlarında
müslümanların tasvibini alıp müslümanların isteklerini
yerine getiren bir gurup müslümanlar olarak kabul ediyorlardı.
Sonuçta hall ve akd ehlinin biatı tek
başına Halifenin belirlenmesini gerçekleştiren bir biat
değildir. Halifenin şer'an belirlenmiş olabilmesi için hall ve akd ehlinin biatları da şart değildir. Ancak hall ve
akd ehlinin biatı; müslümanların isteklerinin yerine
geldiğine, belirlemeyi tasvip ettiklerine karşılık gelen
işaretlerden birisidir. Çünkü hall ve akd ehli müslümanların
temsilcileri mertebesindedirler. Şu halde Halifeye biatta müslümanların
tasvip ve isteklerinin gerçekleştiğine delâlet eden her usûlle Halife seçilir ve bu şer'i bir belirleme olur.
Zaten bu konudaki şer'i hüküm de; Halifenin
belirlenmesinde bu işle ilgili müslümanların rıza ve
tasvibini ifade eden herhangi bir şekil ve usûlle gerçeleşeceği
yönündedir. Biat edenlerin hall ve akd ehlinden olması veya müslümanların
temsilcilerinin çoğunluğundan meydana gelmesi veya biatlarında müslümanların
sükûtunun gerçekleşmesi veya bu
biata binaen itaatlarının gerçekleşmesi veya başka herhangi
bir yolla müslümanların görüş ve rızalarını gerçekleştirebilecekleri
şartlar varsa, bu belirleme ve biat geçerli olur. Halifeyi
belirleyenlerin hall ve akd ehlinden olmaları, sayılarının 4
kişi ya da 400 kişiden az ya da çok olması, başkentte
yaşıyor olması şart değildir. Gereken şer'i şart
belirlemenin müslümanların hemen hepsinin fikirlerini açıkça
ve rahatlıkla açıklayabilecekleri imkanlara sahip oldukları
bir ortamda, çoğunluğun rıza ve tasvibini alan bir biat ile
gerçekleşmesidir.
Kullandığımız "müslümanların
hepsi" ifadesinden kasdımız; şayet Hilâfet vardı ise
İslâm devletine bağlı bölgelerde yaşayan Halifenin
idaresindekiler ya da devlet yeni kuruluyorsa İslâm devletini
kurup Halifeyi belirleyerek İslâmî hayatın yeniden
başlamasına vesile olan topluluktur. Bunların dışında
kalan müslümanlara gelince; onların rıza ve tasvipleri şart
değildir. Çünkü onlar ya İslâmî yönetimin dışında
yaşıyorlardır ya da Darü'l İslâma bağlanma imkanlarının
bulunmadığı bir Darü'l Küfürde yaşıyorlardır. Her iki
taifenin de Halifenin belirlenmesindeki sözleşme biatında
hakları yoktur. Ancak itaat biatında bulunmaları gerekir.
İslâm idaresinin dışında yaşadıkları için kendilerine
baği (asi) hükmündedirler.
Darü'l Küfürde yaşayanlara gelince orada
yaşadıkları ve Darü'l İslâm yönetimine bizzat
girmedikleri müddetçe İslâmî yönetimin hakimiyeti onların
eli ile gerçekleşmez. Bu nedenle Hilâfet akdini belirleyici
biat hakkına sahip olanlar ve Halifenin nasbedilmesinde
rızalarının bulunması şart olan müslümanlar; İslâmî
yönetimi bizzat hakim kılan müslümanlardır.
"Bu söylenenler akli çıkarımdır.
Burada bir şer'i delil yoktur" da denilemez. Çünkü
burada yapılan, hükmün menatını (vakıasını, durumunu)
kavramak için yapılan bir incelemedir, hükmün aslı
hakkında değil. O nedenle bu konuda şer'i delil getirilemez
ancak durumun izahı yapılır. Mesela; "ölü eti yemek
haramdır" Bu şer'i bir hükümdür. Ölü etinin ne
olduğunu araştırıp incelemek ise hükmün menatını yani hükümle
alakalı konuyu araştırmaktır. Aynı şekilde, müslümanların
Halifeyi belirlemesinin farz oluşu da şer'i bir hüküm
olduğu gibi bu belirlemenin müslümanların rıza ve tasvibi
ile olması da şer'i bir hükümdür. Ve söz konusu hükümler
için şer'i delil gereklidir. Ancak "Halifenin seçiminde
direkt rol alan müslümanlar kimlerdir, müslümanların tasvibi
ne zaman gerçekleşmiş olur?" konuları ise yukarıdaki şer'i hükümlerin
menatıdır. Yani şer'i hüküm tarafından çözülecek konu
veya vakıadır. Şer'i hüküm, menatın üzerine intibak
edince bu şer'i hüküm onun için de geçerli olur. Buna binâen, hakikatının beyanı ile ilgili olarak şer'i hükmün
kendisi için geldiği şey incelenir.
Aynı
şekilde; Bu konuda "Hükmün menatı hükmün illetidir.
Bu nedenle onun hakkında kesin olarak şeri delil
bulunmalıdır" da denilemez. Çünkü hükmün menatı (çözüme
kavuşturulması gereken olay) hükmün illetinden farklı bir
şeydir. İllet ile menat arasında büyük fark vardır. İllet
hükmün gönderiliş gerekçesidir ve şeriat koyucunun
amacını içerir. Bunun içindir ki illetten Şari'in
amacının net olarak anlaşılabilmesi için şer'i delil
bulunmalıdır. Hükmün hakkında indiği olayın kendisine
(menatına) gelince; o hükmün çözmek için ele aldığı
ancak delili ve illeti olmayan bir meseledir.
Hükmün halli için geldiği şey (menat)
bizzat hükmün gelişine sebep olan şey (illet) değildir.
Yani hakkında hüküm inen konu yani menat hükmün illeti dışında
bir konumdadır ve hüküm ona değil, o hükme bağlıdır.
Hükmün hakkında indiği menatın
incelenmesi o hükme ait illeti anlamamız anlamına gelmez.
Zira bir hükmün illetinin anlaşılması ancak hükme sebep
olan nassın belirlenmesi ile mümkündür. Mesela; "Şarap
haramdır" sözü şarabın haramlığına ilişkin bir
şe'ri hükümdür. Şer'i hükmün hakkında inip inmediğini
yani bir içeceğin haram olup olmadığını ya da şarap
tanımına girip girmediğini incelemek ise hükmün vakıası
(manatı) ile ilişkisini incelemektir.
Bir başka örnek verelim; kendisi ile abdest
alınabilecek su; kendisine herhangi bir pisliğin
karışmadığı temiz sudur. Bu konudaki şer'i hüküm ise
temiz sudan abdest almanın caizliğidir. Kendisi ile abdest
alınıp alınamayacağına dair hüküm verebilmek için
herhangi bir suyun niteliğini incelemek ise menatın (hükümle
ilgili olayın) araştırılmasıdır. Yani bir anlamda suyun
temizliğinin araştırılmasıdır. Yine "abdesti
bozulmuş kişinin namaz için tekrar abdest alması
gerekir" dendiği zaman kişinin abdestinin bozulup
bozulmadığını araştırmak menatın incelenmesidir.
Şatibi, Muvafakat adlı kitabında der ki: "Bu
ve benzeri konular menatın belirlenmesini gerekli kılar. Şuna
şüphe yoktur ki; her olayla ilgili o olaya uygun delilin
bulunması zaruridir." yine şöyle demektedir: "Bazen
ictihat menatın (hakkında hüküm gereken konu) tespiti ile
yapılabilir. Şarinin konu hakkındaki maksadını bilmeğe
gerek yoktur. Arapçayı bilmeye gerek olmadığı gibi.
Çünkü buradaki içtihattan kasıt şer'i hükmün kastettiği
konuyu bilmektir. Buna bağlı olarak denebilir ki; müçtehit
incelediği konuya şer'i hükmü bağlayabilmek için hakkında
hüküm gereken konuyu inceleyip kavrayarak içtihadını
yapmalıdır."
Kısaca menatın incelenmesi, şer'i hükmün
konusu ile ilgili şeylerin incelenmesidir. Bu nedenle şer'i hükmün
konusunu inceleyen kişinin müslüman ya da müçtehit olması
şart değildir. Sadece hükmün konusunu iyi tanıyan uzman bir
kişi olması yeterlidir. İşte bu anlatılanlar ışığında;
biatları müslümanların tamamı ya da çoğunluğun
rızasına işaret eden müslümanların kimler olduğunun
incelenmesi hükmün konusunun (menatının) incelenmesidir.
Günümüzde seçimlerde kullanılan gizli
oy, seçim sandığı oy sayımı gibi uygulamalar İslâmın
tasvip ettiği şeyler midir? meselesine gelince: Gizli oy,
sandık, sayım gibi yöntemlerin hepsi rızaya dayalı seçim
yöntemleridir.
Çünkü bu yöntemler, haklarında
haramlıklarına dair herhangi bir özel hükmün bulunmadığı
mübahlardandır. Dolayısı ile müslümanlar tarafından da
kullanılabilecek yöntemlerdir. Müslümanların rıza ve
istekleri doğrultusunda, Halifelerini seçme farzını gerçekleştirmelerini
sağlayacak; hakkında yasaklığına ilişkin delil bulunmayan
her yöntemi kullanmaları caizdir.
Seçim yöntemleri kulun fiilidir; Şer'i hükme
uygun olmalıdır. Bu nedenle yöntemler hakkında hükme delâlet eden bir şer'i delilin
bulunması gerekir de denilemez.
Çünkü gerçekleştirilebilmesi için o konuyla ilgili mutlaka
bir delil teşkil edecek hükmün bulunması gereken fiiller ya
fiilin aslıdır ya da asıl fiile bağlı ayrıntı konumundaki
fiillerdir.
Kendisi ile ilgili genel bir delil değil
özel delilin geldiği fiil açık olarak alınır. Namazda
olduğu gibi. Namazın kılınması ile ilgili delil hastır,
özeldir ve kendisi ile ilgili her fiili kapsamaz. Bu nedenle
namazla ilgili her fiil için bir delilin bulunması zaruridir.
(Namazın rükunları, namazı bozan durumlar, namazın
sıhhatinin şartları vb. konuların herbiri için ayrı ayrı
delil gereklidir) Fakat herhangi bir fiilin ayrıntısı olan
fiil, aslı için bir hükmün geldiği fiildir. Neticede genel
delilin kendisi ile ilgili olduğu bütün ikinci dereceden
fiillere tatbik edilir. ikinci dereceden yani asıl fiile göre
ayrıntı olan bir fiilin haram kılınması için onu haram kılan
bir delilin bulunması gerekir ki; bir hüküm, asıl fiilin hükmünden
çıkan yeni bir hüküm olarak alınabilsin. Tüm üslûp ve
yöntemler bu şekilde değerlendirilmelidir.
Belirleme meselesinde asıl olan fiil; Halifenin,
rıza ve isteğe dayalı olarak belirlenmesidir. Belirleme
olayının aslından çıkan seçim, oy sayımı, seçim sandığı
kullanmak vb. asıl fiile bağlı ayrıntılardır ve asıl hükme
bağlanırlar. Bu nedenle haklarında ayrı bir delilin
bulunmasına gerek yoktur. Bunların asıl hükmün dışında
değerlendirilebilmesi yani haram kılınması delili gerektiren
bir konudur. Kula ait fiillere ait bütün üslûpların durumu da
budur. Araçlara gelince bunlar için fiilin değil eşyanın hükmü
alınır (oy sandığı gibi araçlar) ve onlara şu şer'i esas
uygulanır: "Hakkında haramlık delili olmadıkça eşyada
asıl olan mübahlıktır."
Metod ile üslûp arasındaki farka
gelince: Metod; asıl sayılan ve hakkında özel delilin
geldiği fiil olarak tanımlanan fiildir. Üslûp ise; hakkında
genel delilin bulunduğu, asla bağlı, ikinci dereceden
fiilerdir. Bu nedenle metod mutlaka şer'i bir delile
dayanmalıdır. Çünkü o şer'i bir hükümdür. Buna göre
bir
müslüman herhangi bir metodu, mübah olduğuna dair bir şer'i
delil bulunmaksızın uygulamakta serbest değildir. O metoda
ilişkin şeri delili bilmek zorundadır. Diğer yandan üslûp
şer'i bir delile dayanmaz ancak üslûba asıl hükme ait delil
uygulanır. Bu nedenle belirli bir üslûbu -ola ki Rasulullah (s.a.v)
onu uygulamış dahi olsa- şart koşmak farz değildir. Bilakis
müslüman, asıl fiilin uygulanmasına götürdüğü
müddetçe her üslûbu kullanabilir. Böylece üslûp fiil
için teferruat olur. Bu nedenle üslûbu belirleyen fiilin
neviîdir (çeşidi) denilmiştir. |