Emir Sîgası
Dil bakımından emir için konulan sîga
إفعل –sîgasıdır. Ya da
onun yerine kullanılan fiil ismidir.
هات –Gel,
تعال –Buraya gel, gibi
ve başına emir ل
–Lâm’ı getirilmiş muzari fiildir.
Mesela Allah’u Teala’nın şu sözleri; لِيُنفِقْ
ذُو سَعَةٍ مِنْ سَعَتِهِ “İmkanı geniş olan,
nafakayı imkânlarına göre versin.”
وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا
طَائِفَةٌ مِنْ الْمُؤْمِنِينَ “Mü’minlerden bir gurup
da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.”
gibi.
Dilde emir için konulan sîga işte bunlardandır. Bunlardan başka
emir için bir sîga yoktur. Şeriat koyucu da emir sîgası için bir
ıstılah koymadı. Bilakis dilde konulan, Şeriata göre muteberdir.
Emir sîgası şu on altı mana için geçer:
1- Farz/vacib kılmak için.
Mesela; وأقيموا الصلاة
“Namaz kılınız.”
gibi.
2- Mendub kılmak için.
Mesela Allah’u Teâla’nın şu sözü gibi:
فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ
فِيهِمْ خَيْرًا وَآتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ
“Eğer kendilerinde bir hayır görüyorsanız hemen onlara mükâtebe
yapın. Allah’ın size vermiş olduğu maldan siz de onlara verin.”
Zira “mükâtebe yapmak” ve “maldan vermek” verilmediğinde cezası
olmayan verildiğinde sevabı gerekli kılan oluşundan dolayı
mendubtur.
Terbiye maksatlı sözler de mendubtandır. Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in İbn Abbas’a şu sözü gibi:
كُلْ مِمَّا يَلِيكَ
“Sana yakın olandan ye!”
3- İrşad/doğru yolu göstermek için.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ
رِجَالِكُمْ “Erkeklerinizden iki şahid bulundurun.”
Zira Allah’u Teâla bu sözü ile borçlanmalarda kullarını şahid
bulundurmalarına yönlendirmiştir.
4- Mubah kılmak için.
Allah’u Teâla’nın şu sözü gibi: كلوا
واشربوا “Yiyiniz ve içiniz.”
Zira yemek ve içmek mubahtır. Çünkü onlarla ilgili izin bizim
için konuldu. Onlar vacib olsaydı bizim üzerimize konulurdu.
5- Tehdit yani korkutmak için.
Allah’u Teâla’nın şu sözü gibi:
اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir.”
Açıktır ki; kast edilen dilediklerinizi yapmaya izin değildir.
Karinelerin yardımı ile anlaşılıyor ki kast edilen korkutmaktır.
Tehdit uyarıya daha yakın olur. Ki o korkutarak duyurmaktır.
Allah’u Teâla’nın şu sözü gibi:
قُلْ تَمَتَّعُوا فَإِنَّ مَصِيرَكُمْ إِلَى
النَّارِ “De ki; (istediğiniz gibi)
yaşayın! Dönüşünüz ateşedir.”
Zira قل –“De ki”,
sözü duyurmakla ilgili emirdir.
6- Kullara nimetler vermekle ilgili olarak.
Allah’u Teâla’nın şu sözü gibi:
كلوا مما رزقكم الله
“Allah’ın size verdiği rızktan yiyin.”
Zira, مما رزقكم الله
“Allah’ın size verdiği rızık” sözü nimet vermeye karinedir.
7- Emredilenle ikramda bulunmayla ilgili olarak.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
ادْخُلُوهَا بِسَلامٍ آمِنِينَ
“Oraya emniyet ve selametle girin.”
بسلام آمنين
“emniyet ve selametle” sözü, ikramda bulunma iradesine
karinedir.
8- İstihza etmekle ilgili olur.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً
خَاسِئِينَ “Onlara; aşağılık maymunlar olun! dedik.”
Yani, صيروا “olun,
dönüşün” demektir. Çünkü Allah’u Teâla onlara ancak onları
aşağılayarak, zelil kılarak hitap etti, yani onlara “maymunlara
dönüşün” dedi. Onlar da istediği gibi oldular.
9- Aciz bırakmakla ilgili olarak.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ
“Haydi onun benzeri bir süre getirin.”
Böylece onları, Kur'an’ın benzeri bir süre getirmek hakkında
itirazda bulunma talebinde aciz bırakmaktadır
10- Hakaret için.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
ذُقْ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْكَرِيمُ
“Tad bakalım! Hani sen (kendince) üstündün, şerefliydin!”
Zira bu söz hakaret içindir. Bunun karinesi ise;
العزيز الكريم “üstün,
şerefli” vasfı ve makamın kullanılarak istihza edilmesidir.
Hakarete bir başka örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً أَوْ
حَدِيدًا “De ki; ister taş olun, ister demir.”
Zira bu sözle, onlar ister güçlü/kudretli
olsunlar ister ise zelil/zayıf olsunlar onları dikkate
almanın önemsizliği kast edilmiştir, onların taş ya da demire
dönüşmeleri kast edilmemiştir.
11- Tesviye/tartışmayı giderme için.
Allah’u Teâla’nın şu sözü gibi:
اصْلَوْهَا فَاصْبِرُوا أَوْ لا تَصْبِرُوا
سَوَاءٌ عَلَيْكُمْ “Girin oraya, sabredin veya
sabretmeyin, artık sizin için birdir/fark etmez.”
Yani faydasızlıkta sabrın varlığı ve yokluğu fark etmiyor.
12- Dua için.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلَى
رُسُلِكَ “Rabbimiz! Bize Rasuller vasıtası ile
vaadettiklerini de ikram et.”
13- Temenni için.
Şairin şu sözünde olduğu gibi:
ألا ايها الليل الطويل ألا انجل
“Ey uzun gece, bit artık.” Zira bu; gecenin bitip, sabahın
görünmesi temennisi ile duygulanmaktadır.
14- İhtikar/küçümsemek için.
Allah’u Teâla’nın, Musa’nın sihirbazlara ne dediğini hikaye
ederken söylediği gibi: القوا
ما أنتم ملقون “Ne atacaksanız atın!”
Musa bu sözü onlara, onların sihirlerini mucizenin
karşısında küçümseyerek söyledi.
15- Tekvin/yaratmakla ilgili olarak.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
كن فيكون “Ol, der,
oluverir.”
Burada kast olunan hitabın hakikati ve icat değil, bilakis
Allah’u Teâla’nın oluşturmaktaki süratine ve oluşturmanın
kendisine kinayedir. Tekvin ile boyun eğdirme arasındaki fark
şudur: Tekvinde kast edilen olmayan bir şeyin olmasıdır. Boyun
eğdirmekten kast edilen ise bir suretten ya da şekilden
başkasına intikal ederek dönüşümüdür.
16- Haber için olur. yani sîganın haber manası ile
geçmesidir.
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözü
gibi: إِذَا لَمْ تَسْتَحِ
فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ
“Utanmadığında
dilediğini yap!”
Burada sîga emir sîgası olarak gelmiştir. Fakat
ondan kast edilen talep değil haberdir. Bunun aksi ise, haberin
talep manası ile geçmesidir.
Allah’u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلادَهُنَّ
حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ “Anneler, çocuklarını tam
iki yıl emzirirler.”
Bu sarih olmayan emirde geçmişti.
Bu nâsslarda emir sîgasının ifade ettiği bu manalar, emir
sîgasının birkaç manada kullanıldığına delâlet edilen
hususlardandır. Şimdi şu soru gelmektedir: “Emir sîgası, bu
manaların hepsine dil bakımından aralarındaki ortaklığa göre mi
delâlet etmektedir –ki o, birkaç manaya delâlet eden ve kast
edilen mananın bir karine ile anlaşıldığı müşterek lafızdır-
yoksa, onlardan birisine hakikat olarak diğerlerine mecaz olarak
mı delâlet etmektedir?”
Buna cevap şöyledir: Emir sîgası, dil bakımından
talebe delâlet etmesi için konulmuştur. Vaciblik, mendubluk,
mubahlık, aciz bırakma v.b. zikredilen diğer manalar için
konulmamıştır. Bilakis, sadece talep için konulmuştur, başkası
için değil. Emir sîgasının zikredilen manalardan her manaya
delâlet etmesine gelince; o, taleple kast edileni açıklayan bir
karine ile birlikte talebe delâlet eder. Yani bu cümlelerin
hepsindeki sîgada delaletin aslı, dilin konulması bakımından o
sîganın sadece talep için olmasıdır, başka değil.
Ancak “talep” lafzı geneldir, her talebi kapsar. Dolayısıyla
karine gelip emir sîgası ile kast edilen talebin çeşidini
açıklamıştır. Böylece bu cümlelerin hepsinde emir sîgası talebe
delâlet etmiştir. Yani emir sîgasının dilde kendisi için
konulduğu manasına delâlet etmiştir. Taleple birlikte, cümlede
taleple kast olunana delâlet eden bir karine de gelmiştir. Yani
talebin çeşidinin, kesin bir talep mi, yoksa aciz bırakmak için
mi, yoksa hakaret için bir talep mi olduğuna delâlet eden bir
karine de gelmiştir.
Buna binaen; zikredilen manalar, taleple kast edilen manalar
yani talebin çeşitleri olmaktadırlar, emir sîgasının manaları
değil. Zira emir sîgası, dilin konuluşu bakımından talep için
geldi, ona talebe kast edilene delâlet eden bir karine
birleştirildi. Böylece emir sîgasının karine ile toplamı; farz
oluşa, mendub oluşa, mubah oluşa, aciz bırakmaya, hakaret etmeye
v.b. delâlet eden oldu. Sîga bir karine olmaksızın tek başına
sadece talebe delâlet eder, başka değil. Sîga bir karine
olmaksızın talepten başka bir şeye kesinlikle delâlet etmez.
● Şöyle denilmez: “Emir sîgası, vacib/farz oluş hakkında
hakikattir, diğerlerinde ise mecazdır.”
Böyle denilmez. Çünkü “hakikat” konuşma ıstılahında kendisi için
konulan hususta kullanılan lafızdır. “Mecaz” ise, asıl olan
manayı irade etmeye engel olan bir karineden dolayı, kendisi
için konulan husustan başkasında kullanılan lafızdır. Burada
“konuşma ıstılahı” Arapça dilidir. Emir sîgası ise dilde
vaciblik için konulmamıştır, sadece talep için konulmuştur,
başka değil. O halde emir sîgası, dil bakımından vacib/farz oluş
hakkında hakikat değildir.
Aynı şekilde emir sîgası, mendub oluş, mubah oluş, aciz bırakma,
hakaret etme ve yukarıda geçen cümlelerde zikredilen manalardan
herhangi bir mana hakkında da hakikat değildir. Çünkü emir
sîgası dil bakımından bu manalardan herhangi birisi için
konulmadı, dolayısıyla onun hakkında hakikat olmaz.
Aynı şekilde emir sîgası; “hamamda bir aslan gördüm” sözünde
olduğu gibi, mubah hakkında mecaz değildir. Çünkü emir sîgası
aslî manayı irade etmeye, kast etmeye engel olan bir karineden
dolayı, kendisi için konulandan başkasında kullanılmadı. Bilakis
yukarıda geçen cümlelerin hepsinde, dil bakımından kendisi için
konulan hususta –ki o taleptir- kullanıldı. Zira mendub oluş ve
mubah oluş, vacib/farz oluş gibi bir talepdir. Emir sîgasının
bunların hepsinde kullanılması, vacib oluşta kullanılması
gibidir, aralarında herhangi bir fark yoktur.
Emir sîgası, diğer manalar hakkında kullanılmadı, ancak talebin
yanında diğer manalara delâlet eden bir karine geldi. Diğer
manalar, tek başına emir sîgasına ait değil, bilakis emir sîgası
ile karinelerin toplamına aittir. Şöyle ki:
كلوا مما رزقكم الله
“Allah’ın size verdiği rızıktan yiyin”
Allah’u Teâla’nın bu sözü, nimet verme manasını ifade eder. Bu
mana, كلوا “yiyin!”
emir sîgasından alınmadı. مما
رزقكم الله “Allah’ın size verdiği rızıktan”
cümlesinden de alınmadı. Fakat
كلوا “yiyin!” kelimesi ile
مما رزقكم الله “Allah’ın
size verdiği rızıktan” kelimesinin birleşiminden alındı. Zira
Allah’u Teâla’nın; مما رزقكم
الله “Allah’ın size verdiği rızıktan” sözü, kast
edilenin onlara yemeyi emretmek değil de onları rızıklandırdığı
ile nimetlendirmesi olduğuna delâlet eden bir karinedir.
ادْخُلُوهَا بِسَلامٍ آمِنِينَ
“Oraya emniyet ve selametle girin.”
Allah’u Teâla’nın bu sözü, ikram manasını ifade eder. Bu
söz, bu manayı ancak ادخلوها
“oraya girin” yani Cennete, sözünün yanına
بسلام آمنين “emniyetle
ve selametle” sözünün getirilmiş olması karinesi ile ifade etti.
Diğer manalarda işte böyledir. Zira onlar, emir sîgasına ait
değil, fakat sîga ve karinenin birlikteliğine aittir. Bu bir
yöndendir. Başka bir yönden ise; Burada karine aslî mana olan,
“talebin” kast edilmesine mani olan değildir. “Hamamda aslan
gördüm” cümlesindeki “hamamda” sözü gibi bir karine değildir.
Buradaki karine talebin çeşidini açıklayandır, yani talepten
kast edileni açıklayandır. Bunun için emir sîgası mecaz olmaz.
Çünkü mecaz; içerisinde, aslî mananın kast edilmesini engelleyen
bir karine olan demektir. “Mescidde bir deniz gördüm” sözünde
olduğu gibi. Buna binaen emir sîgası, o manalarda mecaz olmaz.
● Aynı şekilde emir sîgası, o manaların hepsi arasında bir
müşterek lafız da değildir. Çünkü “müşterek” iki veya daha fazla
manadan her birisi için konulmuş lafızdır. Cariye, göz, para
için konulan “ayn” lafzı gibi. Emir sîgası ise, dil bakımından
bu manalardan her birisi için konulmadı, hatta onlardan birisi
için dahi konulmadı. O sadece talep için konuldu. Bu manalar
ise, talebin çeşidi için açıklayıcıdırlar. Yani Allah’u
Teâla’nın şu; فَأْتُوا
بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ “Haydi onun benzeri bir sûre
getirin.”
Sözündeki emri, aciz bırakmak için bir talep olduğunun
açıklayıcısıdır. Allah’u Teâla’nın şu;
ذُقْ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ
الْكَرِيمُ “Tad bakalım! Hani sen (kendince) üstündün,
şerefliydin!”
Sözündeki emrin hakaret etmek için bir talep olduğunun
açıklayıcısıdır, v.b. Bunun için emir sîgası müşterek lafız
değildir.
● Şöyle de denilmez: “Emir sîgası, Şeriata göre yani Şeriatın
konuluşu bakımından vacib/farz oluş hakkında hakikattir ve
diğerlerinde mecazdır.”
Böyle denilmez. Çünkü Şeriat koyucu, emir sîgası için belirli
bir mana koymadı. إفعل
–lafzı için ve onun yerine geçen
هات
–“Gel”, gibi fiil ismine
لينفق –“İnfak etsin”,
gibi başına emir ل –Lâm’ı
gelen muzâri fiile belirli bir mana koymadı. Bilakis Şeriat
koyucu emir sîgasını dilin konuluş tarzı üzerine kullandı. Şer’î
nâssların tümünde emir sîgasından kast edilen lügavi manadır,
onun herhangi bir Şer’î manası yoktur.
Farz, vacib, mendub, mubah lafızlarına gelince, onlar Allah’ın
emirlerinin çeşidine ait Şer’î ıstılahlardır, emir sîgasına ait
değil. Yani Allah’ın emri vacib olur, mendub olur, mubah olur.
Zira emri kesinleşmiş olur, kesinleşmemiş olur ve emrinde
serbestlik olur. Bunların hepsi de Allah’ın emirleridir.
Allah’ın emri, fiilin yapılmasını talep etmesidir. O emir, ister
fiilin yapılması ile ilgili kesin olsun, ister kesin olmasın,
ister ise serbestlik olsun fark etmez. Biz bu emri nâsslardan
anlarız. Bu anlayışımız bazen emrin sîgasıyla
olur, bazen emrin sîgasından başkası ile olur.
Istılahlar, Allah’ın emirlerinin çeşitleri içindirler, emrin
sîgası için değil. Emir sîgasına gelince; onu Arapça dili, talep
için koyduğu sîgadır. Bu sîga
إفعل –kalıbı ve onun yerini alan isim fiili ve başına
emir ل –Lâm’ı gelen
ليفعل –kalıbında olan
muzari fiilidir. Bu sîga, için Şeriat koyucu bir Şer’î mana
koymadı, bilakis onu lügavi manası üzere terk etti.
Kast olunan, bu sîganın Allah’ın ve Rasulullah’ın kelamında neye
delâlet ettiğinin anlaşılmasıdır. Bu sîganın anlaşılması kast
edilince; onun, dilin delaletine göre lügavi olarak anlaşılması
gerekir. Lügat manası o sîgadan kast edilen olur. Lügat
manasından bu nâsstaki Allah’ın emri anlaşılır. Buna binaen emir
sîgası, nâsslardan herhangi bir nâssta geçtiğinde manası “talep”
olmaktadır. Çünkü emir sîgası dil bakımından o mana için
konulmuştur. Bu talepten kast edilenin anlaşılması için onu
açıklayan yani bu talepten kast edileni açıklayan bir karine
olması kaçınılmazdır.
Bazı insanlara “emir, vacib kılmak içindir” dedirttiren şüpheye
gelince; o, onların emir ile emir sîgasını ayırt
etmeyişlerinden, Şeriatla sınırlı olma/Şeriata bağlı olma talebi
ile emir sîgasını ayırt etmeyişlerinden kaynaklanıyor. Onun için
hataya düştüler.
Allah’ın emri ile emir sîgasının ayırt edilmemesine gelince;
onlar emir sîgasının, vacib/farz kılmak hakkında hakikat
olduğuna dair on yönden delil getirdiler:
1-Allah’u Teâla, İblis’i emrine muhalefet etmesi üzerine
zemmetti. Allah, اسجدوا
“secde edin” diye emretmişti. İblis bu emre uymayınca ona
şöyle dedi: مَا مَنَعَكَ أَلا
تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ “Ben sana emretmişken seni
secde etmekten alıkoyan nedir?”
Buradaki soru emredilenin terk edilmesi üzerine azarlama ve
zemmetme içindir. Böylece emir, vacib/farz kılmak için olur.
2-Allah’u Teâla’nın şu sözü;
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ ارْكَعُوا
لا يَرْكَعُونَ “Onlar kendilerine; Allah’ın huzurunda
eğilin! denildiği vakit eğilmezler”
Bu sözüyle Allah, onları muhalif olmaları yani emri terk
etmeleri nedeniyle zemmetti. Bu ise, emrin vacib/farz kılmak
için olduğuna dair delildir.
3-Allah’u Teâla’nın şu sözü;
فَلْيَحْذَرْ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ
أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ
أَلِيمٌ “Bu sebeple onun emrine aykırı
davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok
elim bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”
Burada emre muhalefeti zemmetti. Bu da emrin vacib/farz kılma
için olduğunu te’kid etmektir.
4-Allah’u Teâla’nın şu sözleri;
أَفَعَصَيْتَ أَمْرِي “Emrime
asi mi oldun?”
لا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا
أَمَرَهُمْ “Kendilerine emredilen husustan Allah’a asi
olmazlar.”
وَلا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا
“Senin emrine asi olmam.”
Allah’ın emrine muhalif olmayı “isyan” olarak vasfetmiştir. Bu
kelime ise, zem ismidir. Bu, vacib/farz olmayan hususlarda
olmaz. Zira bu ayetlerde emri terk eden asi olarak
isimlendirilmiştir. Asi de Allah’u Teâla’nın şu sözünden dolayı
ateşe müstahak olmuştur:
وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ
خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا “Artık kim Allah ve
Rasulü’ne isyan ederse, bilsin ki ona içinde ebedi kalacağı
cehennem ateşi vardır.”
Bu söz de, emrin vacib/farz oluş için olduğuna delâlet eder.
5-Allah’u Teâla’nın şu sözü:
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا مُؤْمِنَةٍ إِذَا
قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ
الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ “Allah ve Rasulü
bir işe hüküm verdiğinde mü’min bir erkek ve kadına o işi kendi
isteklerine göre seçme hakkı yoktur.”
قض
“hüküm vermesi” sözünden kast edilen zorunlu kılmasıdır.
أمرا “bir iş”
sözünden kast edilen ise emredilendir. Emredilenlerden seçeneğin
olmadığı husus, vacib olmasıdır. Böylece Allah’ın bu sözü, emrin
vacib/farz kılmak için olduğuna delâlet eder. Zira Allah,
emrettiği hususta bir seçeneğin, serbestinin olmadığını
açıklamıştır. Mendublukta serbestlik
ve seçenek vardır, mubah da aynı şekildedir. Bu da, emrin
vacib/farz kılmaya delâlet ettiğine işaret
etmektedir. Çünkü Allah, nebisinden gelen bir emirde
serbestliği, seçeneği iptal etmiştir.
6-Allah’u Teâla şöyle dedi: أَطِيعُوا
اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ “Allah’a itaat
edin ve Rasulü’ne itaat edin.”
Sonra da şu tehditte bulunuyor:
تَوَلَّوا فَإِنَّمَا عَلَيْهِ مَا
حُمِّلَ وَعَلَيْكُمْ مَا حُمِّلْتُمْ
فَإِنْ “Eğer yüz
çevirirseniz şunu bilin ki, Rasul’ün sorumluluğu kendisine
yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir.”
Muhalif olmaya tehdit, vacib/farz oluş delilidir.
7-Berire hadisi. “O, hoşlanmadığı bir köle ile evli iken
azad oldu. Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ona,
kocası Muğisi kast ederek,
رجعتيه
لو
“Ona geri dönseydin.” dediğinde, Berire Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e şöyle sordu: “Bana emrediyor
musun, ya Rasulullah?” Bunun üzerine Nebi şöyle dedi:
لا، إنما أنا أشفع
“Hayır, ben sadece aracılık ediyorum.”
Görüldüğü gibi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
emri ile aracılığını birbirinden ayırt etti. Böylece sabit oldu
ki; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
aracılığı, hakkında aracılık yaptığı hususu yapmayı, bir kişiye
vacib kılmamaktadır. Emri ise böyle değildir, onda sadece farz
oluş vardır. Berire, Rasulullah’ın sözü emir olsaydı, vacib
olurdu diye anladı. Rasul de onun bu anlayışını tasdik etti.
8-Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözü: لَوْلا أَنْ أَشُقَّ
عَلَى أُمَّتِي لامَرْتُهُمْ بِالسِّوَاكِ عِنْدَ كُلِّ صَلاةٍ
“Ümmetime çok sıkıntı vermeseydi, onlara her namaz öncesi
misvak kullanmayı emrederdim.”
Bu vacib/farz kılmanın delilidir. Aksi halde emir
mendubluk için olsaydı, misvak bu emirden dolayı farz değil
mendub olurdu.
9-“Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem,
insanlara hitap edip şöyle dedi:
إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ
فَرَضَ عَلَيْكُمُ الْحَجَّ فَقَالَ رَجُلٌ فِي كُلِّ عَامٍ
فَسَكَتَ عَنْهُ حَتَّى أَعَادَهُ ثَلاثًا فَقَالَ لَوْ قُلْتُ
نَعَمْ لَوَجَبَتْ وَلَوْ وَجَبَتْ مَا قُمْتُمْ بِهَا ذَرُونِي
مَا تَرَكْتُكُمْ فَإِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ
بِكَثْرَةِ سُؤَالِهِمْ وَاخْتِلافِهِمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ
فَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِالشَّيْءِ فَخُذُوا بِهِ مَا اسْتَطَعْتُمْ
وَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَيْءٍ فَاجْتَنِبُوهُ
“Allah size haccı farz kıldı”. Bunun üzerine bir
adam kalkıp, her sene mi? diye sordu. Onun bu sorusuna Rasul
cevap vermeden sustu. Adam üçüncü defa sorusunu tekrarlayınca
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:
Evet, deseydim farz olurdu ve onu yerine getiremezdiniz.
Beni sizi serbest bıraktığım hususlarda rahat bırakınız. Zira
sizden önceki topluluklardan nebilerine çok soru sorup yerine
getirmeyenler helak oldular. O halde size bir şey emrettiğimde,
ondan gücünüz yettiğini alın. Sizi bir şeyden nehyettiğimde ise
ondan kaçının.”
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem bu
hadiste, emrettiği bir hususun –güç yetirilmese dahi- vacib
olduğunu, belirsizlik olmaksızın açıkça beyan etmiştir. Bu
Allah’u Teâla’nın şu sözünün manasıdır:
وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لاعْنَتَكُمْ
“Eğer Allah dileseydi sizi de zahmet ve meşakkate sokardı.”
Fakat Allah’u Teâla bize merhamet ederek sıkıntıyı kaldırdı.
Zira Nebisinin SallAllah’u Aleyhi VeSSellem lisanı
ile yukarıda geçen hususu emretti. Yani Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in emrettiği hususu gücün
yettiği kadar yapmak vacibtir ve nehyettiği husustan da kaçınmak
vacibtir.
10-Kesin bir nâss ve icmâ olmadıkça bütün emirler tehdit
ile beraber hâsıl olmuştur. Nitekim biz Nebi SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’in bir sözüne dayanarak diyoruz ki,
hakkında tehdit olmayan şey vacib değildir. Allah’u Teâla’nın
kelamından bir şey ancak başka bir vahiyle düşer.
Ebu Hureyre’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
’in şöyle dediği rivayet edildi:
كُلُّ أُمَّتِي يَدْخُلُونَ
الْجَنَّةَ إِلا مَنْ أَبَى قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَنْ
يَأْبَى قَالَ مَنْ أَطَاعَنِي دَخَلَ الْجَنَّةَ وَمَنْ عَصَانِي
فَقَدْ أَبَى “Ümmetimden herkes cennete girer,
reddeden hariç. Dediler ki; Reddeden kim, ey
Allah’ın Rasulü? Dedi ki; Bana itaat eden cennete girer, bana
isyan eden reddetmiş olur.”
“Ma’siyet”/isyan etmek; emrolunanın, emredenin emrini yapmayı
terk etmesidir. Allah ve Rasulü’nün emrettiğini terk etmeyi
mümkün gören kimse, Allah’a ve Rasulü’ne isyan etmiştir. Allah’a
isyan eden kimse ise uzak bir sapıklık ile sapıtmıştır. Allah ve
Rasulü, bir hususta emrederek “yap” diyorken; emredilen,
kimsenin, “ben yapmayı istemedikçe yapmam”, “bana emrettiğini
terk etmem bana mubahtır”, demesinden daha büyük isyan yoktur.
Bir kimse bundan başka bir isyan tanımaz. Dolayısıyla bu,
emrin vacib/farz olması için olduğuna delâlet eder.
İşte bütün bu deliller, emrin
vacib/farz oluşu için olduğu
hususunda açıktırlar. Dolayısıyla emir, vacib oluşta hakikat,
başkalarında mecaz olur.
Buna cevap şöyledir: Bu deliller, emre itaat ve isyan hususuyla
alakalıdırlar, emir sîgasıyla alakalı değil. Allah’ın emrine
itaat vacibtir/farzdır ve isyan haramdır. Emre itaat, ona isyan
etmemeksizin olur. Zira Allah bir şey emrettiğinde ona isyan
etmek haramdır ve ona itaat etmek vacibtir.
Fakat emre itaat, emrettiği hususa göre olur. Zira kesin
bir şekilde emrettiğinde, emrettiği hususa göre ona itaat vacib
olur, o fiili yapmak da vacib olur, fiili yapmazsa asi olur. Bu
farz ve vacibtir.
Kesin olmayan bir şekilde emrettiğinde, emrettiği hususa göre
ona itaat vacib olur. Zira fiili yaparsa ona sevap vardır. Emri
iyi karşılar fakat emredilen fiili yapmazsa ona bir şey yoktur,
günah da yoktur, asi de olmaz. Bu ise mendubtur. Zira mendubu
yapmamak Allah’a isyan değildir. Onun emrine karşı gelmek
değildir. Böylece ona itaat, o emre karşı başkaldırmak
olmaksızın emri iyi karşılamak şeklinde vacib olur, fiili yapmak
değil. Zira o emri iyi karşılamak bu yönde olur; emredilen fiili
yapmak kesin olmaz. Yaparsa sevap vardır, yapmazsa bir şey
kazanmaz, günaha da girmez. O fiili yapmamak, Allah’ın emrine
muhalefet olmaz.
Nitekim Allah’u Teâla şöyle buyurdu: إِنَّ
اللَّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ
“Muhakkak ki Allah, adaleti, ihsanı/iyiliği emreder.”
Böylece Allah, adaleti emretti ve ihsanı emretti. Ancak adaletle
ilgili emir vacib oluş içindir, ihsan ile ilgili emir ise,
mendub oluş içindir. Onun yapılmaması masiyet
sayılmaz. Onu yapmayan kimseye bir şey yoktur. Bu durumda
onu yapmamak, emre karşı gelmek ve emri terk etmek sayılmaz.
Aynı şekilde Allah ve Rasulü, yapıp yapmamakta serbestliği
emredince, bu emre emredildiği biçimde yani fiili yapıp yapmamak
arasında serbest olma yönünde, itaat etmek vacib olur, emre
itaat edip etmeme yönünde değil. Fiili yaparsa o, onun hakkıdır,
yapmazsa o da onun hakkıdır. Bu iki halde de o, emre itaat
edendir. Dolayısıyla burada emre itaat, fiili ister yapsın ister
ise yapmasın, emri iyi karşılamaktır. Onu yaparsa, ona bir şey
yoktur, yapmazsa da bir şey yoktur. Yapmazsa emre karşı gelmiş
sayılmaz. Çünkü emir öyle gelmiştir.
Buna binaen, emre itaat ve isyan, emredilen fiilin yapılmasına
ya da yapılmamasına delâlet etmez. Emre itaat ancak; emre iyi
karşılamaya ve fiilin yapılmasının gerekliliği ve gereksizliği
veya serbestliği bakımından emredildiği yönde ona itaat etmeye
delâlet eder.
Bu, emir sîgasını inceleme yeri değildir ve emir sîgasına
belirli bir delâlet de vermez. Onun bahsedilmesi ancak itaat ve
masiyet hakkında olur. Emir sîgasına gelince; onun incelenmesi,
Arap dilinin delâlet edileni konusuna girer.
Buna binaen, yukarıda geçen on delil, emrin lafzını ve emir
sîgasını belirlemek bakımından ileri sürülen değildirler ve
reddolunurlar. Çünkü o delillerin mevzusu itaat ve masiyettir,
emir sîgası değil. Onlarda geçen hususlara gelince; onlardan,
emir lafzının geçmesine ilave olarak geçen emrin vacib olmaya
delâlet etmediği hadisler üç tanedir. Birincisi; Berire
hadisidir, İkincisi; Misvak hadisidir, Üçüncüsü; Hacc hadisidir.
1-Berire hadisine gelince; onda bu hususla ilgili delil
yoktur. Zira Berire, ancak itaatinden dolayı sevap isteyerek
emir hakkında sordu. Sevap ise hem vacible olur hem de mendubla
olur. Zira onun; “Bana emrediyor musun?” sözü, onun emrin vacib
için olduğunu anladığına delâlet etmez. Rasul’ün ona, emir ile
aracı olmayı bir birinden ayırmış olması da; ona aracı olmanın
itaatin vacib olduğu husustan olmadığını anlatmak içindir, ona
yapılmasının vacib olduğu husustan olmadığını anlatmak için
değil. Ancak Berire’nin Rasul’ün,
لو راجعته “Ona
dönseydin” sözünden emir ifade eden bir talep olduğunu anlaması,
emrin vacib oluş için olduğuna dair bir delil olması doğru
olmaz. Çünkü o; sadece bir insana ait anlayıştır, doğru olabilir
ve yanlış olabilir. Dolayısıyla Berire’nin bu anlayışı, talebin
farz oluş ifade ettiğine dair bir delil olmaz. Ayrıca Rasul,
onun bu anlayışının yanlış olduğunu, emir kast etmediğini sadece
aracı olmayı kast ettiğini belirterek açıklamıştır.
2-Misvak hadisine gelince; Onda emirden kast edilenin
vacib kılma emri olduğuna delâlet eden bir husus vardır. Bunun
delili, emir lafzı ile meşakkatin birlikte telaffuz edilmiş
olmasıdır. Meşakkat ancak zorunlu oluşundan dolayı vacibin
yapılmasında olur. Mendub öyle değildir. Çünkü o, yapıp
yapmamakta serbest olma konumundadır. Bütün bunlardan dolayı,
emir ile emir sîgası arasındaki farkın açığa çıkması ile
birlikte, o şüphe de düşmektedir.
3-Hacc hadisine gelince; Onda “evet deseydim farz olurdu”
sözünün, emirlerinin vacib/farz oluş için olduğuna dair bir
delil olması için değildir. Bilakis o, Allah’u Teâla’nın;
وَلِلَّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ
الْبَيْتِ “O evi haccetmesi, Allah’ın insanlar
üzerindeki bir hakkıdır”
sözüne bir açıklama olması içindir. Dolayısıyla
vacib için olmayı gerektirir. Zira beyan, açıklanana tabidir.
Şeriatla kayıtlı olmanın taleb edilmesi ile emir sîgası arasında
farkın olmaması hususunda şu ayeti delil getiriyorlar:
فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ
حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا
فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
“Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan bir ihtilafta
seni hakem kılmadıkça ve senin verdiğin hükme içlerinde bir
sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman
etmiş olmazlar.”
Ayette geçen قضيت
–sözü, امرت
“emrettiğin” demektir. Emir, vacib/farz oluş için olmasaydı öyle
olmazdı.
Buna cevap şöyledir: قضيت
–sözünün anlamı; أمرت
“emrettiğin” değil, حكمت
“hükmettiğin” demektir. Yani “vacib, mendub, haram, mekruh,
batıl kılmak gibi hükümlerden birisi ile hükmettiğinde”
demektir. Bu sözde, Nebinin hükmettiği her hususun vacib
olduğuna dair bir delâlet eden yoktur.
Bazı nâsslar vardır ki; onlar hakkında, emrin vacibliğine
delâlet ettikleri şüphesine düşülmüştür. Bu nâsslardan birisi şu
rivayettir:
“Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem Ebu Said b.
el-Muallâ’yı, o namaz kılarken çağırdı. O namazda olduğu için
cevap vermedi. Bunun üzerine Nebi ona şöyle dedi:
مَا
مَنَعَكَ أَنْ تُجِيبَنِي حين دعوتك أما سمعت الله يقول: ( يَا
أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ
إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ )
“Davet ettiğimde seni bana cevap vermekten
alıkoyan nedir? Allah’ın şöyle dediğini işitmedin mi? “Ey iman
edenler! Allah ve Rasulü sizi size hayat verene çağırınca onlara
icabet edin”.”
Böylece onu, emrine icabet etmemesinden dolayı azarladı ve
zemmetti. Bu da emrin vacib oluş için olduğuna delâlet eder.
Bu hususta bir başka örnek de Müslim’in, Ebu Zübeyr
el-Mekki’den rivayet ettiği şu hadistir:
“Ebu Tufeyl Âmir b. Vâsile Ebu Zübeyre, Muaz b. Cebel’in
şöyle dediğini haber verdi: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem ile beraber Tebük Gazvesine çıktık... Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle dedi:
إِنَّكُمْ سَتَأْتُونَ غَدًا إِنْ
شَاءَ اللَّهُ عَيْنَ تَبُوكَ وَإِنَّكُمْ لَنْ تَأْتُوهَا حَتَّى
يُضْحِيَ النَّهَارُ فَمَنْ جَاءَهَا مِنْكُمْ فَلا يَمَسَّ مِنْ
مَائِهَا شَيْئًا حَتَّى آتِيَ
“Siz yarın inşaallah Tebük membasına varacaksınız.
Siz oraya ancak gün doğduğunda varacaksınız. Sizden kim oraya
varırsa, ben gelesiye kadar onun suyuna dokunmasın. Dedi ki;
Biz oraya vardık. Oraya bizden önce iki adam varmıştı. Membadan
çıkan su, ayakkabı bağı gibi inceydi. Yani çok az akıyordu. Dedi
ki; Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem o iki
adama; هل مسـستما من مائها شيئا
“Onun suyuna hiç dokundunuz mu?” diye sordu. Onlar da
“evet” dediler. Bunun üzerine Nebi SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem onlara “Maşaallah” diyerek ağır söz
söyledi.”
Böylece o iki adam, geçen bir tehdit olmaksızın suya dokunma
hakkındaki yasağa muhalefet etmelerinden dolayı Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den ağır söz işitmeye
müstahak oldular. Dolayısıyla bir nâssla tahsis edilmedikçe,
onun her emrinin vacib üzere olduğu sabit olmuştur. Onlar bir
vacibi terk etmiş olmasalardı Nebi SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in ağır sözüne müstahak olmazlardı.
Buna cevap şöyledir: Bu iki hadis, emrin vacib oluş için
olduğuna delâlet etmemektedir. Şöyle ki:
Birinci hadiste; emri yapmanın vacib olduğuna delâlet eden bir
karine var. O ise, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
kendisini çağırdığında, Ebu Said’in namazda olmasıdır. Rasul de
onu çağırırken onun namazda olduğunu biliyordu. Buna rağmen
namazı terk ederek kendisine cevap vermesi için onu çağırdı. Bu,
o emrin vacib oluş için olduğuna delâlet etmektedir.
Ayrıca Allah’u Teâla’nın şu sözü;
اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ
إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ “Allah ve Rasulü sizi
size hayat verene çağırınca ona icabet edin.”
Bu söz ancak, davetine icabetle Allah ve Rasulü’nü tazim ederek
davete cevap vermenin vacib oluşuna hamledilir. Bu, nefislerde
tahammülü gerekli kılan davetine icabet etmekten yüz çevirerek,
Allah’ın emrini küçümsemeyi ve aşağılamayı nefyeden olarak
vacibe hamledilir. Zira Allah’ın emrini küçümseme ve aşağılama
risalet göndermedeki kast edileni çiğnemeye götürür. Bu emri, bu
karineden dolayı vacibe yüklemekten kaçınılmaz. Böylece hadis,
bir karineden dolayı vacib oluşu ifade eder, sadece emirden
dolayı değil. Rasul’ün onu azarlaması, fiili yapmadığından
dolayı değildir. Fakat azarlaması, kesin olarak emrettiği fiili
yapmadığından dolayıdır. Buna şu delâlet etmektedir: Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, emrettiğini yapmanın
vacib olmadığını beyan ederek bir takım emirler emretmiştir.
Bunlara örnek olarak Ebu Davud’da şöyle geçmektedir: “İbn
Mesud, Cuma günü mescide gittiğinde Nebi SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem insanlara hitap ediyordu. O Rasul’ün,
أجلسوا “oturun”
dediğini işitti. Bunun üzerine İbn Mesud, mescidin kapısında
oturdu. Onu Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem gördü
ve ona, تعال يا عبد الله
“Buraya gel, ey Abdullah” dedi.” Bu, Rasul’ün
her emrettiğini yapmanın vacib olmadığına delâlet eder, emrin
vacib oluş için olmadığına delâlet eder.
Bir başka örnek de şu rivayettir: “Abdullah b. Revaha yolda
iken, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
اجلسوا “oturun”
dediğini işitti ve yola oturdu. O yolda otururken Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem onun yanından geçip
ona; ما شأنك “neyin
var?” diye sordu. O da; sizi “oturun” derken işittim, dedi.
Bunun üzerine Rasul, زادك الله
طاعة “Allah, taatını artırsın” dedi.”
Bu rivayette görüldüğü gibi, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem onun oturmasını garip karşıladı. Bu da Rasul’ün
o emrinin kesin olmadığına delâlet eder.
İkinci hadise gelince; o, iki adamla ilgili hadis idi. Onda
muhalif olmanın günah olduğuna delâlet eden bir karine vardır. O
karine, suyun Tebük membaında az olmasıdır. Buna hadisin şu
lafzı delâlet etmektedir: “Memba, ayakkabı bağı gibidir.” Yani
çok incedir ve şu lafız; “Az az akıyordu.” Bu delâlet ediyor ki;
Rasul’ün emri kesin bir emirdi. Dolayısıyla o iki adam, o emre
muhalif olmalarından dolayı ağır söz işitmeyi hak ettiler.
Ayrıca su içmek mubahtır. Rasul’ün o membadan o vakit su içmeyi
yasaklamasının anlamı, bir mubahın yasaklanmasıdır. Bu ise,
mubahı yasakladığından dolayı talebin kesin talep olduğuna dair
bir karinedir. Ancak bu hadis bir emir değil, sadece bir
nehiydir. Dolayısıyla vacib oluşa delâlet etmez, sadece terkin
talebiyle birlikte bir karine olduğu için haram oluşa delâlet
eder.
Bütün bunlardan açığa çıkıyor ki; Rasul’ün emrine itaatin vacib
oluşundan kaynaklanan şüphe ve ondan da itaatin vacib oluşunun
anlaşılmasının manası, emir sîgasının vacib oluş için olduğu
şüphesi düşmüştür. Çünkü emre itaat, emir sîgasından başkadır.
Zira Allah’ın emrine itaat vacibtir. Fakat bu emir, lügavi
delâleti olan lafızlarla ifade edilir. Zira emrin çeşidi bu
lafızların delaletinden anlaşılır. Dolayısıyla emredildiği gibi
yerine getirilir. Lafızların delâleti de lügatten alınır. Zira
mesele, emir sîgasının anlaşılmasıdır. Mesele, emre itaat ve
isyan meselesi değildir.
Ayrıca Şeriat Koyucu, bize Şeriatla hükmetmemizi emretmiştir ve
Şeriata muhalif olmamızı da haram kılmıştır şüphesi de
düşmüştür. Çünkü Şeriatla sınırlı olmak, Şer’î nâsslardan emir
sîgasını anlamaktan başkadır.
Aynı şekilde yukarıda geçen Ebu Said hadisi ve Tebük membaı
hadisinin, emrin vacib oluş için olduğuna delâlet ettiği şüphesi
de düşmüştür. Çünkü o iki hadisteki emir, farza delâlet
etmektedir. Bu delâlet ise sîgadan değil, sadece ona delâlet
eden bir karineden dolayıdır. Bu şüpheler düştüğü zaman, emrin
vacib/farz oluş hakkında hakikat olduğunu söyleyenlerin bir
delili kalmamaktadır.