Nâsıhı ve
Mensuhu Tanıma Yolu:
Nâsıhın delili: Onun nesh edici
olduğuna dair bir Şer’î delilin getirilmesi kaçınılmazdır. Aksi
halde o, nâsıh sayılmaz, iki delilin sadece çatışır halde
olması, o ikisinden birisinin diğerini nesh eden olması demek
değildir. Zira ikisinin arasını bulmak mümkün olabilir. O zaman
ortada herhangi bir çelişki olmaz.
Nesh; hükmün iptal edilmesidir, nâssın
ta’til edilmesi/işlevsiz
bırakılmasıdır, iki delilin arasını bulmak ise, nesh etmek ve
işlevsiz bırakmaktan evladır. Zira ihmal ve nesh, asıl olana
terstir. Asıl olana ters olan hakkında bir delilin olması
kaçınılmazdır. Zira onun hakkında delil getirilmezse, ona önem
verilmez.
Buna binaen önceden gelen hükmün iptal edilmesi, onun nesh
edildiğine delâlet eden bir hüccetin getirilmesine bağlıdır. Bu
delil, ya sonradan gelenin önceden gelen için nesh edici
olduğunu lafız olarak veya delâlet olarak belirtmesi şeklinde
olur. Ya da iki nâss arasında, aralarını bulmanın mümkün
olmadığı bir çelişki olması şeklinde olur.
Sonradan gelenin, önceden gelen için nesh edici olduğunu
belirtmesine gelince; Bu hususta bir takım hükümler geçmiştir.
Bunlara örnekler:
- Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözü: كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ
عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ ألا فَزُورُوهَا
“Sizi kabir ziyaretinden men etmiştim. Dikkat edin! Artık
kabirleri ziyaret ediniz.”
Bu nâss, kabirleri ziyaretin haram kılınmasının nesh
edildiğini açıkça ortaya koymuştur.
-Ebu Hureyre’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
إِنْ سَكِرَ فَاجْلِدُوهُ ثُمَّ إِنْ
سَكِرَ فَاجْلِدُوهُ فَإِنْ عَادَ فِي الرَّابِعَة فا ضربوا عنقه
“Eğer sarhoş olursa ona sopa vurun, sonra yine
sarhoş olursa ona yine sopa vurun. Eğer dördüncü defa yine
sarhoş olursa onun boynunu vurun.”
Bu nâss, şarap içenin dördüncü defa içtiğinde öldürülmesine
delâlet etmektedir. Fakat bu, Zuhri’nin Kabisa b. Züeyyib’den
rivayet ettiği şu hadis ile nesh edildi: “Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki:
مَنْ شَرِبَ الْخَمْرَ فَاجْلِدُوهُ
فَإِنْ عَادَ فَاجْلِدُوهُ فَإِنْ عَادَ فِي الثَّالِثَةِ أَوِ
الرَّابِعَةِ فَاقْتُلُوهُ فَأُتِيَ بِرَجُلٍ قَدْ شَرِبَ
فَجَلَدَهُ ثُمَّ أُتِيَ بِهِ فَجَلَدَهُ ثُمَّ أُتِيَ بِهِ
فَجَلَدَهُ ثُمَّ أُتِيَ بِهِ فَجَلَدَهُ وَرَفَعَ الْقَتْلَ
وَكَانَتْ رُخْصَةٌ “Kim şarap içerse ona sopa
vurun. Tekrar içerse ona sopa vurun. Tekrar üçüncü ya da
dördüncü defa içerse onu öldürün.” Şarap içmiş bir
adam getirildi. Ona sopa vurdurdu. Sonra yine getirildi, ona
sopa vurdurdu. Sonra yine getirildi, ona sopa vurdurdu. Sonra
yine getirildi ona sopa vurdurdu, öldürme kaldırıldı. O
ruhsattı.”
Şâfi, bu hadis ve Kabisa b. Züeyyib’in hadisi ile bu hususta
öldürmenin nesh edildiğini söylüyor.
El-Bezzâr Câbir yoluyla şunu tahric
etti: “Kendisine
Nu’aymân denilen bir adam getirildi. O dördüncü defa şarap
içmişti. (Rasul) ona sopa vurdurdu. Onu öldürtmedi. Bu öldürmeyi
nesh eden idi.”
Yukarıda geçen Zührî hadisi de
dördüncü defa şarap içenin öldürülmesinin nesh edilmiş olduğunu
belirlemiştir. Zira
رفع القتل
“öldürme kaldırıldı”
sözü hadisin nâssındandır, sahabenin kelamından değil.
Bu, başka bir rivayette geçen nâss
gibidir. Câbir’den Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şöyle dediği rivayet edildi:
إِنَّ مَنْ
شَرِبَ الْخَمْرَ
فَاجْلِدُوهُ فَإِنْ عَادَ فِي الرَّابِعَةِ فَاقْتُلُوهُ قَالَ
ثُمَّ أُتِيَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعْدَ
ذَلِكَ بِرَجُلٍ قَدْ شَرِبَ الْخَمْرَ فِي الرَّابِعَةِ
فَضَرَبَهُ وَلَمْ يَقْتُلْهُ “Şarap (içki)
içerse sopa vurun. Eğer dördüncü defa tekrarlarsa onu
öldürünüz.” Bundan sonra Nebi SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’e dördüncü defa şarap içmiş bir adam
getirildi. Onu öldürtmedi.”
ولم يقتله “onu
öldürtmedi” kelimesi, hadistendir. Aynı şekilde
رفع القتل “öldürme
kaldırıldı” kelimesi de hadistendir.
ولم يقتله “onu
öldürtmedi” rivayeti, öldürmenin nesh edildiğini
belirtmemektedir. Fakat bu, Rasul’ün;
إِذَا
شَرِبُ في الرَّابِعَةَ فَاقْتُلُوهُْ
“Eğer dördüncü
defa içerse, onu öldürün”
sözü ile çatışmaktadır. Fakat
رفع القتل “öldürme
kaldırıldı” rivayeti dördüncü defada öldürülmesinin nesh
edildiğini belirtmektedir, zira
رفع “kaldırmak”, “nesh” demektir.
Sonradan gelenin, önceden gelen için nesh edici olduğunu
delâlet olarak belirttiği hükümlere gelince; bunlara örnekler:
-Allah’u Teâla’nın şu sözü:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا
نَاجَيْتُمْ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ
صَدَقَةً ذَلِكَ خَيْرٌ لَكُمْ وَأَطْهَرُ فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا
فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ “Ey iman
edenler! Rasul ile gizli/özel bir şey konuşacağınız zaman, bu
konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha
hayırlı ve daha temizdir, şayet bir şey bulamazsanız, bilin ki
Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
Bu ayet, Rasul ile özel görüşmeden önce bulunabilirse sadaka
zorunluluğuna delâlet etmektedir. Fakat bu hüküm, Allah’u
Teâla’nın şu sözü ile nesh edildi:
أَأَشْفَقْتُمْ أَنْ تُقَدِّمُوا
بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ فَإِذْ لَمْ تَفْعَلُوا
وَتَابَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلاَةَ وَآتُوا
الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ
“Özel görüşmelerinizden önce sadakalar vermekten çekindiniz mi?
Bunu yapmadığınız ve Allah da sizi affettiğine göre, artık
namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin.”
Bu ayette, özel görüşmeden önce bulunabilirse sadaka verme
zorunluluğunun -kaldırmayı açıkça belirtmeksizin- kaldırılmış
olduğuna delâlet eden bir husus geçmiştir.
Şu bilinmelidir ki; neshe dair nâss ya aynı nâssta olmalıdır ya
da nâsstan anlaşılmalıdır. Onun için sahabenin; “hüküm şöyleydi,
sonra nesh edildi” ve “kaldırıldı” veya “o önce indi” gibi neshe
delâlet eden söz söylemesi, neshi tanımada doğru yollardan
değildir. Zira o tür sözlerin bir kıymeti yoktur. Çünkü onu
içtihat olarak söylemesi ihtimali vardır. Mesela;
Buhari, İbn Ömer RadıyAllah’u Anhuma senedi ile şunu
rivayet etti: “İbn Ömer, kendisine altın ve gümüşü kenz
edenler/biriktirenler ile ilgili ayet hakkında soru soran bir
bedeviye şöyle dedi: “Zekâtlarını vermeksizin kim onları kenz
ederse vay haline, o ayet, zekât ayeti indirilmeden önce indi.
Zekât ayeti indirilince, Allah zekâtı mallarını temizleyici
kıldı.” Bu haberin nesh hakkında bir kıymeti yoktur. Zira bu,
neshe dair bir delil sayılmaz. Zekât ayetinin, kenz ayetini nesh
eden olması hususunda bu habere itibar edilmez. Çünkü o,
sahabeye ait bir içtihattır. Dolayısıyla nesh hakkında delil
olmaz.
Aynı şekilde; hadis ravisinin, “hüküm şöyle idi, sonra nesh
oldu” demesi de neshi tanımada doğru yollardan değildir. Mesela;
Hadis imamlarından beşi olan; Ahmed b. Hanbel, Tirmizi, Nesei,
Ebu Davud ve İbn Mâce; Muaviye’den Nebi SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem ’in şöyle dediğini rivayet ettiler:
إذا شربوا الخمرة فَاجْلِدُوهمُ
ثُمَّ إذا شربوا فَاجْلِدُوهُم ثم إذا شربوا الرَّابِعَة
فاقتلوهمِِ “Şarap
içtiklerinde onlara sopa vurun, sonra yine içtiklerinde yine
sopa vurun. Dördüncü defa yine içtiklerinde onları öldürün.”
Tirmizi dedi ki; “Bu, bu hususla ilgili ilk sözlerdendi. Daha
sonra nesh edildi.” Bu nesh hakkında delil sayılmaz.
Aynı şekilde sahabenin iki mütevatirden biri hakkında, “o
diğerinden önce idi” demesi de, neshi tanımada doğru yollardan
değildir. Çünkü bu söz, ahadın sözü ile mütevatiri nesh etmeyi
içermektedir.
Dolayısıyla neshe dair delâlet, Kitaptan veya Sünnetten –ya
açıkça ya da delâlet olarak- bir nâss şeklinde olmalıdır. Bunun
dışındakiler, nesh hakkında hüccet sayılmazlar.
İki nâss arasında, aralarını bulmanın mümkün olmadığı her
yönüyle çelişkinin olmasına gelince; Bu durumda ikisine bakılır:
-Eğer birisi malum diğeri zannî ise, yani birisi sübutu
katî ve delâleti katî, diğeri ise sübutu ve delâleti zannî ise,
ya da sübutu katî ve delâleti zannî veya aksi ise; malum olan
ile amel vacibtir yani kesin olanla amel vacibtir. İster önceden
gelen olsun ister sonradan gelen olsun, ister onun hakkında
durum bilinmesin, fark etmez. Fakat katî olan zannî olandan
sonra gelmiş ise, nasıh olur. Aksi olursa, onunla amel etmek
vacib olmakla birlikte nasıh olmaz.
-Eğer ikisi de malum ya da zannî olup birisinin
diğerinden sonra geldiği bilinirse; sonra gelen nesh eden olur,
önce gelen nesh edilen olur. Bu, tarihle ya da ravinin onlardan
birisini önceden geçen bir şeye isnad etmesi ile bilinir. “Bu
filanca senede oldu, bu falanca senede oldu” demesi gibi, ya da
bundan başka önceden gelen ve sonradan gelene delâlet eden bir
şeyin olması gibi. Eğer tarih belli olmazsa ve hangisinin
diğerinden daha önce geldiği de bilinmez ise, nesh olmaz. Çünkü
birisi diğerinden evla değildir. Tarihi bilinmeyenin hükmen
mensuh olduğu iddiaları, tarihin bilinmemesinden dolayı
reddedildi. Bu durumda vacib olan, ya onlardan birisi ile amel
etmeyi durdurmaktır ya da mümkünse o ikisi arasında seçim
yapmaktır.
Eğer çelişkili iki nâssın aralarının bulunmasının imkânsız
olduğu bilinirse, bunun vukuu bulması düşünülmez ve kesinlikle
vukuu bulmaz. Buradan açığa çıkıyor ki, her yönüyle çelişkili
iki nâssın, aralarının bulunmasının
imkânsız olması halinde neshin vukuu bulması ancak şu iki
durumda düşünülür:
1-İkisi de malum yada zannî olup birisinin diğerinden
sonra geldiği bilindiğinde sonra gelen nesh edendir, önce gelen
ise nesh edilendir.
2-Birisi malum diğeri zannî olup, malum olanın zannî
olandan sonra gelmiş olduğunda nesh olur. Bu iki durum dışında,
kesinlikle nesh olmaz.
Yukarıda yapılan açıklama; çelişkili iki nâss, her yönden
çelişkili olup aralarını birleştirmenin imkânsız olması durumu
ile ilgilidir. Çelişkili iki nâssın her yönden çelişkili
olmasına rağmen aralarını birleştirmek mümkün olduğunda ya da
bir yönden çelişkili olup bir başka yönden çelişkili olmadığında
kesinlikle nesh olmaz. Zira araları birleştirilir.
Onlardan birisine diğeri ile çelişmediği yönde dikkat
çekilir. Mesela;
Vâil El-Hadramî’den rivayet edildiğine göre; “Târık b.
Süveyt el-Cu’fiyyi Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
şarap hakkında sordu. Nebi ona onu nehyetti. Bunun üzerine o
dedi ki: “Onu ancak tedavi için yapacağım.” Nebi dedi ki;
إِنَّهَا لَيْسَتْ بِدَوَاءٍ
وَلَكِنَّهَا دَاءٌ “O deva değil, fakat
derttir.”
Ebu Derdâ’dan Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şöyle dediği rivayet edildi:
إِنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ الدَّاءَ وَالدَّوَاءَ وَجَعَلَ لِكُلِّ
دَاءٍ دَوَاءً فَتَدَاوَوْا وَلا تَدَاوَوْا بِحَرَامٍ
“Allah derdi de dermanı da indirdi. Her dert için bir derman
yaptı. O halde tedavi olun. Haram ile tedavi olmayın.”
Bu iki hadis, haramlarla tedavi olmanın haram kılındığına
delâlet etmektedir. Katâde, Enes’in şöyle dediğini rivayet etti:
“Ukl ve Urayne’den bir takım insanlar Medine’de Nebi
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e geldiler. İslâm hakkında
konuştular... Daha sonra Medine’nin havası onlara iyi gelmedi,
rahatsızlandılar. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
onlar için çoban ile birlikte bir deve sürüsü hazırlanıp
rahatsız olan o kimseler ile birlikte Medine’nin dışına
çıkartılmalarını, onlara o devenin idrarından ve sütünden
içmelerini emretti.”
Enes’ten şu da rivayet edildi: “Nebi SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem, Abdurrahman b. Avf ve Zübeyr’e
kendilerine musallat olan kaşıntıdan dolayı ipek giymelerine
ruhsat/izin verdi.”
Tirmizi’nin rivayetinde ise şöyle geçti: “Abdurrahman b.
Avf ve Zübeyr, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
bitlenmekten şikayet ettiler. Bunun üzerine Nebi o ikisine
ipekten gömlek giymelerine ruhsat verdi.”
Bu iki hadis de, haramlarla tedavi olmanın mubah kılındığına
delâlet etmektedirler. İşte nâsslar arasında görülen bu çelişki
şöyle giderilir: İlk iki hadisteki nehy mekruhluğa hamledilir.
Ali RadıyAllah’u Anhu’dan şöyle dediği rivayet
edildi: “Kisra, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi
VeSSellem’e hediye gönderdi, onu kabul etti. Kayser hadiye
gönderdi, onu kabul etti. Başka krallar hediye
gönderdiler, onları kabul etti.”
Âmir b. Abdullah b. Zübeyr’den, o da babasından şu rivayet
edildi: “Mâlik b.Hasel oğullarından Kuteyle bint
Abduluzza b. Abdi Es’ad, kızı (Ebu Bekir’in kızı) Esma’ya gelip
kertenkele, süzme peynir ve yağ hediye etti. O müşrikti. Esma,
onun hediyelerini almayı ve evine girmesini kabul etmedi. Bu
durumu Aişe, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
sordu. Bunun üzerine Allah’u Teâla şu ayeti indirdi:
لاَ يَنْهَاكُمْ اللَّهُ عَنْ
الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ
مِنْ دِيَارِكُمْ أَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ
اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ “Allah, sizinle
din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara
iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü
Allah adaletli olanları sever.”
Bunun üzerine Rasul ona; o annesinin hediyelerini ve evine
girmesini kabul etmesini emretti.”
Bu iki hadis, müşriklerden hediye kabul etmenin caiz olduğuna
delâlet etmektedir.
Abdurrahman İbn Ka’ab b. Malik’ten şu rivayet
edildi: “Diş oyuncusu diye çağrılan, Âmir b.
Mâlik, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e
geldi. O müşrik idi. Rasul’e bir şey hediye etti. Bunun üzerine
Rasul şöyle dedi: إني لا أقبل
هدية مشرك
“Ben bir müşrikin
hediyesini kabul etmem.”
Bu hadis de, müşrikin hediyesini kabul etmenin haram kılındığına
delâlet etmektedir. Nâsslar arasındaki bu çelişki giderilir.
Zira hediyenin reddi, sevgi-muhabbet besleme ve veli edinme
haline hamledilir, hediyenin kabul edilmesi ise bu halin dışına
hamledilir. Ya da hediyenin kabul edilmesinin, kabul ve
reddedilebilir olunan bir mubah olduğuna hamledilir.
Her yönden çelişkili olan diğer nâssların da araları böyle
birleştirilir. Zira onlardan birisi bir manaya hamledilir,
diğeri de başka bir manaya hamledilir. Böylece çelişki
kaldırılır.
Aralarında bir yönden çelişki olup başka bir yönden çelişki
olmayan nâsslara gelince; onlarda hepsinin kast edilen yöne sarf
edilmesi zâhirdir. Buna örnek;
Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle
demiştir: مَنْ بَدَّلَ
دِينَهُ فَاقْتُلُوهُ
“Kim dinini değiştirirse onu öldürün.”
Bu din değiştiren hakkında hasstır. Kadınlar ve erkekler
hakkında geneldir. İbn Abbas yoluyla Rasulullah SallAllah’u
Aleyhi VeSSellem’den şu rivayet edildi; “O,
kadınları öldürmekten nehyetti.”
Bu, her kadın hakkında geneldir. Asıl
itibarı ile kâfir olup savaşa katılmamış kadınlar hakkında
özeldir. Her olayda genel değildir. Çünkü kadınların
öldürülmesini nehyeden hadisin bazı rivayetlerinde;
“Rasul
öldürülmüş bir kadın gördüğünde şöyle dedi:
والصبيان
مَا كَانَتْ هَذِهِ تُقَاتِلُ ثُمَّ نَهَى عَنْ قَتْلِ النِّسَاء
“Bu kadın ne diye öldürülüyor?”
Sonra kadınları
ve çocukları öldürmeyi
nehyetti.”
Onun için, ister erkek olsun ister kadın olsun mürted öldürülür.
Böylelikle bu iki hadis arasında çelişki olmaz. Zira mürtedin
öldürülmesi ile ilgili hadis, dinden dönme haliyle hasstır, her
mürted hakkında geneldir. Erkek ve kadın irtidât/dinden dönme
halinde öldürülür. Kadınları öldürmeyi yasaklayan hadis harb
haliyle hasstır. Bu halde iken savaşa doğrudan katılmayan
kadınlar öldürülmez.
Bir başka örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in
şu sözüdür: فَإِذَا دَخَلَ
أَحَدُكُمُ الْمَسْجِدَ فَلا يَجْلِسْ حَتَّى يَرْكَعَ
رَكْعَتَيْنِ “Sizden
birisi mescide girdiğinde iki rekat namaz kılmadan oturmasın.”
Bu bütün vakitler, haller ve mescitlerde geneldir. Ukbe b.
Âmir’den şöyle dediği rivayet edildi: “Rasulullah
SallAllah’u Aleyhi VeSSellem üç vakitte Güneş yeni
doğarken yükselesiye kadar, güneş tam tepede iken, güneş
batarken namaz kılmamızı ve ölülerimizi gömmemizi yasakladı.”
Bu belirli vakitlerle hasstır. Ömer b.Hattab’tan da şu rivayet
edildi: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem
sabah namazından sonra güneş tam doğasıya kadar, ikindi
namazından sonra güneş batasıya kadar namaz kılmayı nehyetti.”
Bu belirli hallerle alakalı olarak hasstır. Hass olan genel olan
ile çeliştiğinde, genel hassa hamledilir. Zira tahiyyetül mescid/mescidi
selamlama namazı ile ilgili hadisler, mekruh beş vaktin
dışındaki vakitlere hamledilir. Dolayısıyla iki nâss arasında
çelişki olmaz.
Bir yönden çelişkili olup da başka bir yönden çelişkili olmayan
diğer çelişkili nâsslarda böyledir. Zira o nâsslar, kendisi ile
ilgili olarak geldiği yöne hamledilirler ve böylece nâsslar
arasındaki çelişki kaldırılır.
Bundan da açığa çıkıyor ki; nâsslar arasındaki sadece çelişki
olması, onlardan birisinin diğeri için nesh edici olması demek
değildir. Bilakis çelişkili olduğu görülen nâssların arasını
bulmak mümkün olmaktadır.
Şer’î nâsslar dakik bir şekilde incelendiğinde, çelişkili olarak
görülen hususlar araştırıldığında açığa çıkıyor ki, nâsslar
arasındaki çelişki mevcut değildir. Dolayısıyla iki nâss
arasında bir çelişki olduğu iddiası, hakkında delil getirilmemiş
bir iddiadır.
Bazı âlimlerin aralarında çelişkinin var olduğu vehmedilen
nâsslardan ileri sürdüklerine gelince; Bu nâssların kendileri,
çelişkinin olmaması, aralarını birleştirmenin mümkün olması ve
neshe dair herhangi bir delaletin olmadığı hususunda sarihtir.
Buna örnek;
Nesh edildiği ileri sürülen şu ayetlerdir:
وَإِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ
فَاجْنَحْ لَهَا “Eğer barışa yanaşırlarsa sen de ona
yanaş.”
Denildi ki; bu ayet, “kılıç ayeti” olarak bilinen şu ayet
ile nesh olmuştur: قَاتِلُوا
الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ
وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ
يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ
حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ
“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve Ahiret Gününe
inanmayan, Allah ve Rasulü’nün haram kıldığını haram saymayan ve
hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek güçlerinin
yettiğince cizye verinceye kadar savaşın.”
Birinci ve ikinci ayetin naslarından açıkça görülüyor ki;
ayetler arasında bir çelişki yoktur. Zira birinci ayet, sulh
halini kast ediyor. Hudeybiye sulhunda meydana geldiği gibi
davetin maslahatı ve onun gerektirdiği zamanı kast ediyor.
İkinci ayet ise; davet gerektirdiğindeki cihad halini kast
ediyor. Cihad ve sulh halleri sürekli iki haldir. Bunlardan her
biri hakkındaki hükümler devam etmektedir. O hükümlerden bir şey
nesh olmamıştır.
Başka bir örnek de şudur: Allah’u Teâla şöyle dedi:
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ
يُهَاجَرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلاَيَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتَّى
يُهَاجِرُوا “İman edip de hicret etmeyenlere
gelince; onlar hicret edinceye kadar, size onların velayetinden
bir şey yoktur.”
Denildi ki; bu ayet, Allah’u Teâla’nın şu sözü ile nesh
edildi: وَأُوْلُو الآرْحَامِ
بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنْ
الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ
“Akraba olanlar, Allah’ın Kitabına göre birbirlerine
mü’münlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar.”
Birinci ayet, velayete yani yardıma delâlet etmektedir. İkinci
ayet, mirasta yakınlığa delâlet etmektedir. Bu iki ayetin
nâssından açıkça görüldüğü gibi, aralarında bir çelişki yoktur.
Çünkü birinci ayet, nusreti ikinci ayet ise mirasta
yakınlığı/öncelikli olmayı kastetmektedir. “Velayet” yardım
etmektir, mirasta önceliklilik değildir.
Bir örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:
قُلْ لِلَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ
يَنتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَ “İnkâr
edenlere, vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını
söyle.”
Bu ayetin, Allah’u Teâla’nın şu sözü ile nesh edildiği
söylendi: وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى
لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلَّهِ
“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya
kadar onlarla savaşın.”
Birinci ayetin nâssı gayet açıktır ki, aralarında bir çelişki
yoktur. Zira birinci ayet, kâfirin Allah’a tevbe etmesine
hasstır. Allah’ın onun daha önceki günahlarını affedeceği ile
ilgilidir. Bunda savaş söz konusu değildir. İkinci ayet ise;
Müslümanlar için dinleri hakkında bir fitne kalmayıncaya kadar
kâfirlerle savaşmaya hasstır. Fitne yok olasıya kadar savaşmak,
günahları affetmekten başkadır.
Aralarında çelişki olduğunu iddia ederek ileri sürdükleri
nâssların hepsi de işte böyledir. Zira dakik bir şekilde
incelendiğinde, aralarında çelişkinin olmadığı açığa
çıkmaktadır. Buna binaen görülüyor ki, iki nâss arasında bir
çelişki olduğu iddiası, hakkında delil olmayan bir iddiadır.
Dolayısıyla nâssların tamamı hakkında, çelişki olduğu görülen
hususlar arasında uyum ve bağdaştırma sağlamak mümkün
olmaktadır.
Bakan bir kimse için çelişkiden bir şey varmış gibi görünmesi,
Şeriatın nâsslarının tabiatındandır. Zira yaşamın halleri
farklıdır. Onlarda tecrid/soyutlama ve ta’mim genellemenin
olması doğru olmaz. Bilakis her hal, her olay, her husus yalnız
başına ele alınır, sadece onun için nâss getirilir. Sadece
benzeşmekten dolayı yaşamın hallerinden bir şey başkasına kıyas
yapılmaz. Zira onlarda asıl olan farklılıktır. Belirli bir halin
veya olayın veya hususun çözümü için belirli bir nâss gelir,
sonra da birincisinden başka bir hal veya olay veya husus için
başka bir nâss gelir. Fakat aralarında benzerlik olur.
Dolayısıyla o zaman bakıldığında, farklı iki husus için
geldikleri halde iki nâss arasında çelişki varmış gibi görülür
ve öyle sanılır. Özellikle insan tabiatındaki genelleştirme ve
soyutlamadan dolayı, iki nâssın birisinin diğeri ile çeliştiği
zannına kapılarak hataya düşer. Fakat yaşamın hallerinin farklı
olduğundan haberdar olanlar, teşri’in esaslarını ve yöntemini
bilenler ve vakıalardan haberdar olanlar nâssları hakikatleri
üzere idrak ederler, her nâssı manasına hamlederler. İşte o
zaman çelişkinin olmadığı açığa çıkar.
Bunun için iki nâss arasındaki sadece çelişki görüntüsünden şu
nâss nesh edilmiştir, şu nâss nesh edendir iddiasında bulunmak
doğru olmaz. Zira gerçekte o iki nâss arasında bir çelişki
yoktur. Bir nâssın nesh edici olduğuna dair Şer’î bir hüccet
olmadıkça nesh iddiası kabul edilmez. Yani bir nâssın nesh edici
olduğuna delâlet eden Şeriattan bir şeyin olması kaçınılmazdır.
Onun için Şer’î bir hüccet olmadıkça nesh yoktur.