5 - NASIH - MENSUH


Nâsıhı ve Mensuhu Tanıma Yolu:
 

Nâsıhın delili: Onun nesh edici olduğuna dair bir Şer’î delilin getirilmesi kaçınılmazdır. Aksi halde o, nâsıh sayılmaz, iki delilin sadece çatışır halde olması, o ikisinden birisinin diğerini nesh eden olması demek değildir. Zira ikisinin arasını bulmak mümkün olabilir. O zaman ortada herhangi bir çelişki olmaz.

Nesh; hükmün iptal edilmesidir, nâssın ta’til edilmesi/işlevsiz bırakılmasıdır, iki delilin arasını bulmak ise, nesh etmek ve işlevsiz bırakmaktan evladır. Zira ihmal ve nesh, asıl olana terstir. Asıl olana ters olan hakkında bir delilin olması kaçınılmazdır. Zira onun hakkında delil getirilmezse, ona önem verilmez.

Buna binaen önceden gelen hükmün iptal edilmesi, onun nesh edildiğine delâlet eden bir hüccetin getirilmesine bağlıdır. Bu delil, ya sonradan gelenin önceden gelen için nesh edici olduğunu lafız olarak veya delâlet olarak belirtmesi şeklinde olur. Ya da iki nâss arasında, aralarını bulmanın mümkün olmadığı bir çelişki olması şeklinde olur.

Sonradan gelenin, önceden gelen için nesh edici olduğunu belirtmesine gelince; Bu hususta bir takım hükümler geçmiştir. Bunlara örnekler:

- Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözü:    كُنْتُ نَهَيْتُكُمْ عَنْ زِيَارَةِ الْقُبُورِ ألا  فَزُورُوهَا    “Sizi kabir ziyaretinden men etmiştim. Dikkat edin! Artık kabirleri ziyaret ediniz.”[1] Bu nâss, kabirleri ziyaretin haram kılınmasının nesh edildiğini açıkça ortaya koymuştur.

-Ebu Hureyre’den Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: إِنْ سَكِرَ فَاجْلِدُوهُ ثُمَّ إِنْ سَكِرَ فَاجْلِدُوهُ فَإِنْ عَادَ فِي الرَّابِعَة  فا ضربوا عنقه     “Eğer sarhoş olursa ona sopa vurun, sonra yine sarhoş olursa ona yine sopa vurun. Eğer dördüncü defa yine sarhoş olursa onun boynunu vurun.”[2] Bu nâss, şarap içenin dördüncü defa içtiğinde öldürülmesine delâlet etmektedir. Fakat bu, Zuhri’nin Kabisa b. Züeyyib’den rivayet ettiği şu hadis ile nesh edildi:   Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi ki: مَنْ شَرِبَ الْخَمْرَ فَاجْلِدُوهُ فَإِنْ عَادَ فَاجْلِدُوهُ فَإِنْ عَادَ فِي الثَّالِثَةِ أَوِ الرَّابِعَةِ فَاقْتُلُوهُ فَأُتِيَ بِرَجُلٍ قَدْ شَرِبَ فَجَلَدَهُ ثُمَّ أُتِيَ بِهِ فَجَلَدَهُ ثُمَّ أُتِيَ بِهِ فَجَلَدَهُ ثُمَّ أُتِيَ بِهِ فَجَلَدَهُ وَرَفَعَ الْقَتْلَ وَكَانَتْ رُخْصَةٌ     “Kim şarap içerse ona sopa vurun. Tekrar içerse ona sopa vurun. Tekrar üçüncü ya da dördüncü defa içerse onu öldürün.” Şarap içmiş bir adam getirildi. Ona sopa vurdurdu. Sonra yine getirildi, ona sopa vurdurdu. Sonra yine getirildi, ona sopa vurdurdu. Sonra yine getirildi ona sopa vurdurdu, öldürme kaldırıldı. O ruhsattı.[3] Şâfi, bu hadis ve Kabisa b. Züeyyib’in hadisi ile bu hususta öldürmenin nesh edildiğini söylüyor.

El-Bezzâr Câbir yoluyla şunu tahric etti: Kendisine Nu’aymân denilen bir adam getirildi. O dördüncü defa şarap içmişti. (Rasul) ona sopa vurdurdu. Onu öldürtmedi. Bu öldürmeyi nesh eden idi.[4]       

Yukarıda geçen Zührî hadisi de dördüncü defa şarap içenin öldürülmesinin nesh edilmiş olduğunu belirlemiştir. Zira رفع القتل  “öldürme kaldırıldı” sözü hadisin nâssındandır, sahabenin kelamından değil.

Bu, başka bir rivayette geçen nâss gibidir. Câbir’den Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edildi:   إِنَّ مَنْ شَرِبَ الْخَمْرَ فَاجْلِدُوهُ فَإِنْ عَادَ فِي الرَّابِعَةِ فَاقْتُلُوهُ قَالَ ثُمَّ أُتِيَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَعْدَ ذَلِكَ بِرَجُلٍ قَدْ شَرِبَ الْخَمْرَ فِي الرَّابِعَةِ فَضَرَبَهُ وَلَمْ يَقْتُلْهُ    “Şarap (içki) içerse sopa vurun. Eğer dördüncü defa tekrarlarsa onu öldürünüz.”  Bundan sonra Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e dördüncü defa şarap içmiş bir adam getirildi. Onu öldürtmedi.[5]

  ولم يقتله  “onu öldürtmedi”  kelimesi, hadistendir. Aynı şekilde     رفع القتل  “öldürme kaldırıldı” kelimesi de hadistendir. ولم يقتله  “onu öldürtmedi” rivayeti, öldürmenin nesh edildiğini belirtmemektedir. Fakat bu, Rasul’ün;     إِذَا شَرِبُ في الرَّابِعَةَ فَاقْتُلُوهُْ  “Eğer dördüncü defa içerse, onu öldürün”[6] sözü ile çatışmaktadır. Fakat  رفع القتل  “öldürme kaldırıldı” rivayeti dördüncü defada öldürülmesinin nesh edildiğini belirtmektedir, zira رفع   “kaldırmak”, “nesh” demektir.

Sonradan gelenin, önceden gelen için nesh edici olduğunu delâlet olarak belirttiği hükümlere gelince; bunlara örnekler:

-Allah’u Teâla’nın şu sözü:   يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نَاجَيْتُمْ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَةً ذَلِكَ خَيْرٌ لَكُمْ وَأَطْهَرُ فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ   “Ey iman edenler! Rasul ile gizli/özel bir şey konuşacağınız zaman, bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir, şayet bir şey bulamazsanız, bilin ki Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”[7]    Bu ayet,  Rasul ile özel görüşmeden önce bulunabilirse sadaka zorunluluğuna delâlet etmektedir. Fakat bu hüküm, Allah’u Teâla’nın şu sözü ile nesh edildi:    أَأَشْفَقْتُمْ أَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَاتٍ فَإِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلاَةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَأَطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ     “Özel görüşmelerinizden önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınız ve Allah da sizi affettiğine göre, artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin.”[8]    Bu ayette, özel görüşmeden önce bulunabilirse sadaka verme zorunluluğunun -kaldırmayı açıkça belirtmeksizin- kaldırılmış olduğuna delâlet eden bir husus geçmiştir.

Şu bilinmelidir ki; neshe dair nâss ya aynı nâssta olmalıdır ya da nâsstan anlaşılmalıdır. Onun için sahabenin; “hüküm şöyleydi, sonra nesh edildi” ve “kaldırıldı” veya “o önce indi” gibi neshe delâlet eden söz söylemesi, neshi tanımada doğru yollardan değildir. Zira o tür sözlerin bir kıymeti yoktur. Çünkü onu içtihat olarak söylemesi ihtimali vardır. Mesela;

Buhari, İbn Ömer RadıyAllah’u Anhuma senedi ile şunu rivayet etti: İbn Ömer, kendisine altın ve gümüşü kenz edenler/biriktirenler ile ilgili ayet hakkında soru soran bir bedeviye şöyle dedi: “Zekâtlarını vermeksizin kim onları kenz ederse vay haline, o ayet, zekât ayeti indirilmeden önce indi. Zekât ayeti indirilince, Allah zekâtı mallarını temizleyici kıldı.”   Bu haberin nesh hakkında bir kıymeti yoktur. Zira bu, neshe dair bir delil sayılmaz. Zekât ayetinin, kenz ayetini nesh eden olması hususunda bu habere itibar edilmez. Çünkü o, sahabeye ait bir içtihattır. Dolayısıyla nesh hakkında delil olmaz.

Aynı şekilde; hadis ravisinin, “hüküm şöyle idi, sonra nesh oldu” demesi de neshi tanımada doğru yollardan değildir. Mesela;

Hadis imamlarından beşi olan; Ahmed b. Hanbel, Tirmizi, Nesei, Ebu Davud ve İbn Mâce; Muaviye’den Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem ’in şöyle dediğini rivayet ettiler:   إذا شربوا الخمرة  فَاجْلِدُوهمُ ثُمَّ إذا  شربوا فَاجْلِدُوهُم ثم إذا شربوا الرَّابِعَة فاقتلوهمِِ “Şarap içtiklerinde onlara sopa vurun, sonra yine içtiklerinde yine sopa vurun. Dördüncü defa yine içtiklerinde onları öldürün.”[9] Tirmizi dedi ki; “Bu, bu hususla ilgili ilk sözlerdendi. Daha sonra nesh edildi.”   Bu nesh hakkında delil sayılmaz.

Aynı şekilde sahabenin iki mütevatirden biri hakkında, “o diğerinden önce idi” demesi de, neshi tanımada doğru yollardan değildir. Çünkü bu söz, ahadın sözü ile mütevatiri nesh etmeyi içermektedir.

Dolayısıyla neshe dair delâlet, Kitaptan veya Sünnetten –ya açıkça ya da delâlet olarak- bir nâss şeklinde olmalıdır. Bunun dışındakiler, nesh hakkında hüccet sayılmazlar.

İki nâss arasında, aralarını bulmanın mümkün olmadığı her yönüyle çelişkinin olmasına gelince; Bu durumda ikisine bakılır:

-Eğer birisi malum diğeri zannî ise, yani birisi sübutu katî ve delâleti katî, diğeri ise sübutu ve delâleti zannî ise, ya da sübutu katî ve delâleti zannî veya aksi ise; malum olan ile amel vacibtir yani kesin olanla amel vacibtir. İster önceden gelen olsun ister sonradan gelen olsun, ister onun hakkında durum bilinmesin, fark etmez. Fakat katî olan zannî olandan sonra gelmiş ise, nasıh olur. Aksi olursa, onunla amel etmek vacib olmakla birlikte nasıh olmaz.

-Eğer ikisi de malum ya da zannî olup birisinin diğerinden sonra geldiği bilinirse; sonra gelen nesh eden olur, önce gelen nesh edilen olur. Bu, tarihle ya da ravinin onlardan birisini önceden geçen bir şeye isnad etmesi ile bilinir. “Bu filanca senede oldu, bu falanca senede oldu” demesi gibi, ya da bundan başka önceden gelen ve sonradan gelene delâlet eden bir şeyin olması gibi. Eğer tarih belli olmazsa ve hangisinin diğerinden daha önce geldiği de bilinmez ise, nesh olmaz. Çünkü birisi diğerinden evla değildir. Tarihi bilinmeyenin hükmen mensuh olduğu iddiaları, tarihin bilinmemesinden dolayı reddedildi. Bu durumda vacib olan, ya onlardan birisi ile amel etmeyi durdurmaktır ya da mümkünse o ikisi arasında seçim yapmaktır.

Eğer çelişkili iki nâssın aralarının bulunmasının imkânsız olduğu bilinirse, bunun vukuu bulması düşünülmez ve kesinlikle vukuu bulmaz. Buradan açığa çıkıyor ki, her yönüyle çelişkili iki nâssın, aralarının bulunmasının imkânsız olması halinde neshin vukuu bulması ancak şu iki durumda düşünülür:

1-İkisi de malum yada zannî olup birisinin diğerinden sonra geldiği bilindiğinde sonra gelen nesh edendir, önce gelen ise nesh edilendir.

2-Birisi malum diğeri zannî olup, malum olanın zannî olandan sonra gelmiş olduğunda nesh olur. Bu iki durum dışında, kesinlikle nesh olmaz.

Yukarıda yapılan açıklama; çelişkili iki nâss, her yönden çelişkili olup aralarını birleştirmenin imkânsız olması durumu ile ilgilidir. Çelişkili iki nâssın her yönden çelişkili olmasına rağmen aralarını birleştirmek mümkün olduğunda ya da bir yönden çelişkili olup bir başka yönden çelişkili olmadığında kesinlikle nesh olmaz. Zira araları birleştirilir. Onlardan birisine diğeri ile çelişmediği yönde dikkat çekilir. Mesela;

Vâil El-Hadramî’den rivayet edildiğine göre; Târık b. Süveyt     el-Cu’fiyyi Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e şarap hakkında sordu. Nebi  ona onu nehyetti. Bunun üzerine o dedi ki: “Onu ancak tedavi için yapacağım.” Nebi dedi ki;    إِنَّهَا لَيْسَتْ بِدَوَاءٍ وَلَكِنَّهَا دَاءٌ   “O deva değil, fakat derttir.”[10]  Ebu Derdâ’dan Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şöyle dediği rivayet edildi:   إِنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ الدَّاءَ وَالدَّوَاءَ وَجَعَلَ لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءً فَتَدَاوَوْا وَلا تَدَاوَوْا بِحَرَامٍ  “Allah derdi de dermanı da indirdi. Her dert için bir derman yaptı. O halde tedavi olun. Haram ile tedavi olmayın.”[11]

Bu iki hadis, haramlarla tedavi olmanın haram kılındığına delâlet etmektedir. Katâde, Enes’in şöyle dediğini rivayet etti: Ukl ve Urayne’den bir takım insanlar Medine’de Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e geldiler. İslâm hakkında konuştular... Daha sonra Medine’nin havası onlara iyi gelmedi, rahatsızlandılar. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem onlar için çoban ile birlikte bir deve sürüsü hazırlanıp rahatsız olan o kimseler ile birlikte Medine’nin dışına çıkartılmalarını, onlara o devenin idrarından ve sütünden içmelerini emretti.[12] Enes’ten şu da rivayet edildi: Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem, Abdurrahman b. Avf ve Zübeyr’e kendilerine musallat olan kaşıntıdan dolayı ipek giymelerine ruhsat/izin verdi.[13] Tirmizi’nin rivayetinde ise şöyle geçti: Abdurrahman b. Avf ve Zübeyr, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e bitlenmekten şikayet ettiler. Bunun üzerine Nebi o ikisine ipekten gömlek giymelerine ruhsat verdi.[14]

Bu iki hadis de, haramlarla tedavi olmanın mubah kılındığına delâlet etmektedirler. İşte nâsslar arasında görülen bu çelişki şöyle giderilir: İlk iki hadisteki nehy mekruhluğa hamledilir.

Ali RadıyAllah’u Anhu’dan şöyle dediği rivayet edildi: Kisra, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e hediye gönderdi, onu kabul etti. Kayser hadiye gönderdi, onu kabul etti. Başka krallar hediye gönderdiler, onları kabul etti.[15]     Âmir b. Abdullah b. Zübeyr’den, o da babasından şu rivayet edildi:  Mâlik b.Hasel oğullarından Kuteyle bint Abduluzza b. Abdi Es’ad, kızı (Ebu Bekir’in kızı) Esma’ya gelip kertenkele, süzme peynir ve yağ hediye etti. O müşrikti. Esma, onun hediyelerini almayı ve evine girmesini kabul etmedi. Bu durumu Aişe, Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e sordu. Bunun üzerine Allah’u Teâla şu ayeti indirdi:    لاَ يَنْهَاكُمْ اللَّهُ عَنْ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ أَنْ تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ   “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli olanları sever.”[16]    Bunun üzerine Rasul ona; o annesinin hediyelerini ve evine girmesini kabul etmesini emretti.[17]

Bu iki hadis, müşriklerden hediye kabul etmenin caiz olduğuna delâlet etmektedir.

Abdurrahman İbn Ka’ab b. Malik’ten şu rivayet edildi:              Diş oyuncusu diye çağrılan, Âmir b. Mâlik, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’e geldi. O müşrik idi. Rasul’e bir şey hediye etti. Bunun üzerine Rasul şöyle dedi:  إني لا أقبل هدية مشرك   “Ben bir müşrikin hediyesini kabul etmem.[18]

Bu hadis de, müşrikin hediyesini kabul etmenin haram kılındığına delâlet etmektedir. Nâsslar arasındaki bu çelişki giderilir. Zira hediyenin reddi, sevgi-muhabbet besleme ve veli edinme haline hamledilir, hediyenin kabul edilmesi ise bu halin dışına hamledilir. Ya da hediyenin kabul edilmesinin, kabul ve reddedilebilir olunan bir mubah olduğuna hamledilir.

Her yönden çelişkili olan diğer nâssların da araları böyle birleştirilir. Zira onlardan birisi bir manaya hamledilir, diğeri de başka bir manaya hamledilir. Böylece çelişki kaldırılır.

Aralarında bir yönden çelişki olup başka bir yönden çelişki olmayan nâsslara gelince; onlarda hepsinin kast edilen yöne sarf edilmesi zâhirdir. Buna örnek;

Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem şöyle demiştir:    مَنْ بَدَّلَ دِينَهُ فَاقْتُلُوهُ “Kim dinini değiştirirse onu öldürün.”[19] Bu din değiştiren hakkında hasstır. Kadınlar ve erkekler hakkında geneldir. İbn Abbas yoluyla Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den şu rivayet edildi; O, kadınları öldürmekten nehyetti.”[20]    Bu, her kadın hakkında geneldir. Asıl itibarı ile kâfir olup savaşa katılmamış kadınlar hakkında özeldir. Her olayda genel değildir. Çünkü kadınların öldürülmesini nehyeden hadisin bazı rivayetlerinde; Rasul öldürülmüş bir kadın gördüğünde şöyle dedi:  والصبيان   مَا كَانَتْ هَذِهِ تُقَاتِلُ ثُمَّ نَهَى عَنْ قَتْلِ النِّسَاء “Bu kadın ne diye öldürülüyor?” Sonra kadınları ve çocukları öldürmeyi nehyetti.[21]      Onun için, ister erkek olsun ister kadın olsun mürted öldürülür.

Böylelikle bu iki hadis arasında çelişki olmaz. Zira mürtedin öldürülmesi ile ilgili hadis, dinden dönme haliyle hasstır, her mürted hakkında geneldir. Erkek ve kadın irtidât/dinden dönme halinde öldürülür. Kadınları öldürmeyi yasaklayan hadis harb haliyle hasstır. Bu halde iken savaşa doğrudan katılmayan kadınlar öldürülmez.

Bir başka örnek de Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözüdür:   فَإِذَا دَخَلَ أَحَدُكُمُ الْمَسْجِدَ فَلا يَجْلِسْ حَتَّى يَرْكَعَ رَكْعَتَيْنِ “Sizden birisi mescide girdiğinde iki rekat namaz kılmadan oturmasın.”[22]

Bu bütün vakitler, haller ve mescitlerde geneldir. Ukbe b. Âmir’den şöyle dediği rivayet edildi: Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem üç vakitte Güneş yeni doğarken yükselesiye kadar, güneş tam tepede iken, güneş batarken namaz kılmamızı ve ölülerimizi gömmemizi yasakladı.”[23] Bu belirli vakitlerle hasstır. Ömer b.Hattab’tan da şu rivayet edildi:   Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem sabah namazından sonra güneş tam doğasıya kadar, ikindi namazından sonra güneş batasıya kadar namaz kılmayı nehyetti.[24]    Bu belirli hallerle alakalı olarak hasstır. Hass olan genel olan ile çeliştiğinde, genel hassa hamledilir. Zira tahiyyetül mescid/mescidi selamlama namazı ile ilgili hadisler, mekruh beş vaktin dışındaki vakitlere hamledilir. Dolayısıyla iki nâss arasında çelişki olmaz.

Bir yönden çelişkili olup da başka bir yönden çelişkili olmayan diğer çelişkili nâsslarda böyledir. Zira o nâsslar, kendisi ile ilgili olarak geldiği yöne hamledilirler ve böylece nâsslar arasındaki çelişki kaldırılır.

Bundan da açığa çıkıyor ki; nâsslar arasındaki sadece çelişki olması, onlardan birisinin diğeri için nesh edici olması demek değildir. Bilakis çelişkili olduğu görülen nâssların arasını bulmak mümkün olmaktadır.

Şer’î nâsslar dakik bir şekilde incelendiğinde, çelişkili olarak görülen hususlar araştırıldığında açığa çıkıyor ki, nâsslar arasındaki çelişki mevcut değildir. Dolayısıyla iki nâss arasında bir çelişki olduğu iddiası, hakkında delil getirilmemiş bir iddiadır.

Bazı âlimlerin aralarında çelişkinin var olduğu vehmedilen nâsslardan ileri sürdüklerine gelince; Bu nâssların kendileri, çelişkinin olmaması, aralarını birleştirmenin mümkün olması ve neshe dair herhangi bir delaletin olmadığı hususunda sarihtir. Buna örnek;

Nesh edildiği ileri sürülen şu ayetlerdir:

وَإِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا   “Eğer barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş.”[25]         Denildi ki; bu ayet, “kılıç ayeti” olarak bilinen şu ayet ile nesh olmuştur:    قَاتِلُوا الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَلاَ يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَلاَ يَدِينُونَ دِينَ الْحَقِّ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ   “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve Ahiret Gününe inanmayan, Allah ve Rasulü’nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek güçlerinin yettiğince cizye verinceye kadar savaşın.”[26]

Birinci ve ikinci ayetin naslarından açıkça görülüyor ki; ayetler arasında bir çelişki yoktur. Zira birinci ayet, sulh halini kast ediyor. Hudeybiye sulhunda meydana geldiği gibi davetin maslahatı ve onun gerektirdiği zamanı kast ediyor. İkinci ayet ise; davet gerektirdiğindeki cihad halini kast ediyor. Cihad ve sulh halleri sürekli iki haldir. Bunlardan her biri hakkındaki hükümler devam etmektedir. O hükümlerden bir şey nesh olmamıştır.

Başka bir örnek de şudur: Allah’u Teâla şöyle dedi:   وَالَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يُهَاجَرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلاَيَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرُوا    “İman edip de hicret etmeyenlere gelince; onlar hicret edinceye kadar, size onların velayetinden bir şey yoktur.”[27]    Denildi ki; bu ayet, Allah’u Teâla’nın şu sözü ile nesh edildi: وَأُوْلُو الآرْحَامِ بَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللَّهِ مِنْ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ “Akraba olanlar, Allah’ın Kitabına göre birbirlerine mü’münlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar.”[28]

Birinci ayet, velayete yani yardıma delâlet etmektedir. İkinci ayet, mirasta yakınlığa delâlet etmektedir. Bu iki ayetin nâssından açıkça görüldüğü gibi, aralarında bir çelişki yoktur. Çünkü birinci ayet, nusreti ikinci ayet ise mirasta yakınlığı/öncelikli olmayı kastetmektedir. “Velayet” yardım etmektir, mirasta önceliklilik değildir.

Bir örnek de Allah’u Teâla’nın şu sözüdür:     قُلْ لِلَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ يَنتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَ  “İnkâr edenlere, vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle.”[29] Bu ayetin, Allah’u Teâla’nın şu sözü ile nesh edildiği söylendi:  وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلَّهِ  “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.”[30]

Birinci ayetin nâssı gayet açıktır ki, aralarında bir çelişki yoktur. Zira birinci ayet, kâfirin Allah’a tevbe etmesine hasstır. Allah’ın onun daha önceki günahlarını affedeceği ile ilgilidir. Bunda savaş söz konusu değildir. İkinci ayet ise; Müslümanlar için dinleri hakkında bir fitne kalmayıncaya kadar kâfirlerle savaşmaya hasstır. Fitne yok olasıya kadar savaşmak, günahları affetmekten başkadır.

Aralarında çelişki olduğunu iddia ederek ileri sürdükleri nâssların hepsi de işte böyledir. Zira dakik bir şekilde incelendiğinde, aralarında çelişkinin olmadığı açığa çıkmaktadır. Buna binaen görülüyor ki, iki nâss arasında bir çelişki olduğu iddiası, hakkında delil olmayan bir iddiadır. Dolayısıyla nâssların tamamı hakkında, çelişki olduğu görülen hususlar arasında uyum ve bağdaştırma sağlamak mümkün olmaktadır.

Bakan bir kimse için çelişkiden bir şey varmış gibi görünmesi, Şeriatın nâsslarının tabiatındandır. Zira yaşamın halleri farklıdır. Onlarda tecrid/soyutlama ve ta’mim genellemenin olması doğru olmaz. Bilakis her hal, her olay, her husus yalnız başına ele alınır, sadece onun için nâss getirilir. Sadece benzeşmekten dolayı yaşamın hallerinden bir şey başkasına kıyas yapılmaz. Zira onlarda asıl olan farklılıktır. Belirli bir halin veya olayın veya hususun çözümü için belirli bir nâss gelir, sonra da birincisinden başka bir hal veya olay veya husus için başka bir nâss gelir. Fakat aralarında benzerlik olur. Dolayısıyla o zaman bakıldığında, farklı iki husus için geldikleri halde iki nâss arasında çelişki varmış gibi görülür ve öyle sanılır. Özellikle insan tabiatındaki genelleştirme ve soyutlamadan dolayı, iki nâssın birisinin diğeri ile çeliştiği zannına kapılarak hataya düşer. Fakat yaşamın hallerinin farklı olduğundan haberdar olanlar, teşri’in esaslarını ve yöntemini bilenler ve vakıalardan haberdar olanlar nâssları hakikatleri üzere idrak ederler, her nâssı manasına hamlederler. İşte o zaman çelişkinin olmadığı açığa çıkar.

Bunun için iki nâss arasındaki sadece çelişki görüntüsünden şu nâss nesh edilmiştir, şu nâss nesh edendir iddiasında bulunmak doğru olmaz. Zira gerçekte o iki nâss arasında bir çelişki yoktur. Bir nâssın nesh edici olduğuna dair Şer’î bir hüccet olmadıkça nesh iddiası kabul edilmez. Yani bir nâssın nesh edici olduğuna delâlet eden Şeriattan bir şeyin olması kaçınılmazdır. Onun için Şer’î bir hüccet olmadıkça nesh yoktur.


[1] Hâkim tahriç etti. Ahmed b. Hanbel, B. Müs. Ensâr, 21974

[2] Ahmed b. Hanbel, B. Müs. Mükessirîn, 7470

[3] Ebu Davud, K. Hudûd, 3888

[4] El-Bezzâr tahriç etti.

[5] Tirmizi, K. Hudûd, 1364

[6] Ahmed b. Hanbel, Müs. Şâmiyyîn, 16256

[7] Mücadele: 12

[8] Mücadele: 13

[9] Ahmed b. Hanbel, B. Müs. Mükessirîn, 7470

[10] Müslim, Tirmizi- K. Tıb, 1969

[11] Ebu Davud, K. Tıb, 3376

[12] Buhari

[13] Müslim

[14] Tirmizi

[15] Ahmed b.Hanbel

[16] Mümtehine: 8

[17] Ahmed b.Hanbel

[18] Taberânî

[19] Buhari, K. Cihâd ve’sSeyr, 2794

[20] Tirmizi

[21] Ahmed b. Hanbel, 5688

[22] Müslim, K. Salât, 1167

[23] Müslim

[24] Buhari

[25] Enfal: 61

[26] Tevbe: 29

[27] Enfal: 72

[28] Ahzab: 6

[29] Enfal: 38

[30] Enfal: 39